(1867-1934)" Artık dayanamadığım bu aşağılık dünyaya veda etmek
istiyorum. Neyse ki yokluğum büyük bir kayıp olmayacak!"
Bu sözler genç yaşında sevgilisine kavuşamayan güzel bir kızın mutsuzluk
çığlığı. Bu kız onyedi yaşında iken ilerde iki kez Nobel Ödülü kazanan tüm
zamanların en büyük bilim kadını olacağını nasıl bilebilirdi ki. Hem de doğup
büyüdüğü ülkesinde değil, öğrenim için gittiği yabancı bir ülkede!
Manya Sklodowska, Polonya'nın başkenti Varşova'da dünyaya geldi. Köy kökenli
ana babası salt eğitim tutkusuyla genç yaşlarında başkente göçmüşlerdi. Babası
lisede fizik ve matematik öğretmeni, annesi usta bir piyanist olmuştu. Manya on
yaşına geldiğinde annesinin ölümüyle yaşamının ilk derin acısına gömüldü.
O dönemde Polonya, Çarlık Rusya'nın egemenliği altındaydı. Özgürlük
arayışlarına olanak tanınmamakta, küçük bir kıpırdama "isyan" diye
acımasızca bastırılmaktaydı. Yabancı boyunduruğunda olmayı içine sindiremeyen
toplumun aydın kesiminde yer alan Manya'nın babası çok geçmeden okuldaki
görevinden uzaklaştırıldı. Dört çocuklu aile için sıkıntılı günler başlamıştı
ama baba kararlıydı. Çocuklarının eğitimi için hiç bir özveriden geri
kalmayacaktı.
Manya, liseyi birincilikle bitirdi ve altın madalyayla ödüllendirildi.
Kendisinden önce iki kardeşi de aynı ödülü almışlardı. Yüksek öğrenim olanağı
bulamayan Manya baba ocağı köye gönderildi; ilerde özlemini hep duyduğu, bir
yıl süren güzel bir tatil yaşadı. En çok hoşlandığı şey de, gece yarılarına
uzanan danslı eğlencelere katılmaktı.
Manya Varşova'ya döndüğünde yeniden üniversiteye gitme olanağı aramaya koyuldu.
Amacı ablası gibi Paris'e gidip Sorbonne'da okumaktı. Ama buna elverecek mali
desteği nasıl bulacaktı? Tüm başvuruları sonuçsuz kalmıştı. Sonunda ablası ile
ortak bir çözüm yolu buldular: Önce Manya bir işe girip ablasına öğrenim
desteği sağlayacak, sonra üniversiteyi bitirdiğinde ablası Manya'yı
destekleyecekti.
Manya işe soylu geçinen bir Rus ailesinde mürebbiye olarak başladı. Sonra
entellektüel düzeyi daha yüksek bir ailenin yanına geçti. Yıllarca para
gönderdiği ablası mezun olunca, okuma sırası Manya'nındı artık. Yirmi üç
yaşında Sorbonne Üniversitesi Fen Fakültesi'ne kaydolunca düşlediği dünyasına
kavuştu.
"Manya" adı Fransızca'daki söylenişiyle "Marie"ye dönüşen
genç kız istençle başladığı dört yıllık öğrenimini, sobası bile olmayan bir
çatı katında çoğu günler peynir, ekmek ve çayla yetinerek sürdürdü. Ne var ki,
yoksulluk Marie'nin direncini kırmayıp, tam tersine artırdı: Coşkulu öğrenci
matematik, fizik, kimya ve astronominin yanı sıra müzik ve şiir derslerine de
katıldı. Mezun olur olmaz Fizik'te Master derecesi için girdiği sınavda birinci
oldu. Bir yıl sonra da Matematik'te Master çalışmasına başladı.
Marie yirmiyedi yaşına gelmişti. Çalıştığı laboratuarda araştırma yapan genç
bilim adamı Pierre Curie ile tanıştı. Pierre de olağanüstü bir yetenekti: Daha
onaltı yaşında iken üniversiteyi bitirmiş, onkesiz yaşında fizikte master
derecesi almıştı. Elektrik ve manyetizma alanındaki araştırmalarıyla daha genç
yaşta dikkatleri çekmeye başlamıştı. Yaşamını bilime adamış Pierre karşı cinse
önyargıyla bakmaktaydı.
Ona göre, "dahi" diyebileceğimiz kadın yok denecek kadar azdı.
"Sıradan kadın ise ciddi kafalı bilim adamı için bir ayak bağı olmaktan
ileri geçmez," diyordu. Genç bilim adamı otuzbeş yaşındaydı.
Marie ile karşılaşıncaya dek deneyimleri hiç de olumlu olmamıştı. Şimdi
"yok denecek kadar az" dediği kadını bulmuştu. Araştırmalarını yan
yana aynı alanda sürdüren Marie ile Pierre, yalnız yaşamlarını değil, bilimsel
uğraşlarını da birleştirmekte gecikmediler.
Bu bilimsel buluşların biribirini izlediği bir dönemdi. Almanya'da Röntgen
"X-ışınları" dediği katı cisimlerden bile geçen çok güçlü bir ışın
keşfetmişti. Fransa'da ise yoğun çalışmalarıyla ünlü fizikçi Becquerel
gündemdeydi. Becquerel, deneylerine dayanarak uranyum maden filizinde uranyum dışında
başka bir elementin daha bulunduğu kanısındaydı; düşüncesini deney becerisine
hayranlık duyduğu Marie Curie'ye iletti.
Sorunu eni konu irdeleyen karı koca Curie'ler söz konusu elementin bilinen bir
element değil, yeni bir element olduğu sonucuna ulaştılar ve ellerindeki
araştırmalarını bir yana iterek çok ilginç buldukları bu soruna açıklık
getirmeye koyuldular.
Uranyum maden filizi pahalı bir meta idi; o zaman yalnızca bir ülkeden
(Avusturya'dan) sağlanabilirdi. Curie'ler kısıtlı mali olanaklarıyla filizi olduğu
gibi değil, uranyumu alınmış kalıntısını satın alabilirlerdi ancak. Becquerel
gibi onlar da yeni elementin kalıntıda olduğuna emindiler. Avusturya hükümeti
istenen kalıntıyı taşıma ücreti pahasına göndermeyi kabul etti.
Curie'ler tonlarca uranyum filiz kalıntısını laboratuvar diye hazırladıkları
derme çatma ahşap barakalara yığdılar. Bundan sonrası, bilim tarihinin
bildiğimiz en yorucu ve yıpratıcı araştırma uğraşıydı. İşe kalıntıyı ocak
üzerinde kocaman kazanlarda kaynatıp arındırma işlemiyle başlandı. Eriyik,
sürekli karıştırılarak filtreden geçirildi. Kapalı yerde çıkan gaz çoğu kez
dayanılamayacak yoğunlukta olduğundan kazanlar, hava koşulları elverdiğinde,
üstü açık avluya taşınıyordu.
1896 yılı boyunca kaynatma, süzme işi aralıksız sürdürüldü. Yorgun düşen Marie
kışın gelmesiyle zatürreeye yakalanıp yatağa düştü; üç ay iş tümüyle Pierre'in
omuzlarında kaldı. İki yıl süren süzme ve arındırma sonunda az miktarda bizmut
bileşiği elde edildi. Bu bileşimin uranyumdan 300 kat daha aktif olduğu göz önüne
alındığında bu bile küçümsenecek bir basan değildir. Üstelik, bu, bizmut
bileşiminde bilinen elementlerden başka bir şeyin daha olduğu demekti.
Marie var gücüyle bu bilinmeyen şeyi ortaya çıkarmaya koyulabilirdi artık.
1898'de Marie ülkesinin adıyla andığı "Polonyum" elementini
bulduklarını açıkladı. Ne var ki, sorun henüz tam çözülmüş değildi; çünkü,
polonyum çıkarıldıktan sonra geri kalan posanın çok daha güçlü olduğu görüldü.
Süzme ve arındırma işi bitmemişti. Curie'lerin yılmadan, usanmadan sürdürdükleri
çetin uğraş, sonunda hedefine ulaştı: Işın etkinliği yüksek radyum elementi
bulundu.
Radyum gerçekten bulunması yolunda verilen tüm emek ve zamana değen ilginç bir
elementtir. Radyoaktifliği uranyumdan yaklaşık bir milyon kat daha fazladır.
Fotoğraf filmi üzerinde ışığa duyarlı maddeyi, film ışık geçirmez kağıda sarılı
olsa bile, kolayca etkiler. Havadaki gazların moleküllerini iyonize ederek
gazların elektrik taşımasını sağlar; ayrıca, diğer bileşimlerle
karıştırıldığında floresans üretme gücüne sahiptir. Radyum ışınları tohumların
büyümesini önleyebilir; bakterileri, dahası küçük hayvanları öldürebilir. Bu
ışınların bugün kanserin ve bazı deri hastalıklarının tedavisinde
kullanıldığını biliyoruz. Radyumun bir özelliği de, enerji saldıkça kendini tüketmesi,
basit atomlara dönüşmesidir.
Sanayi çevrelerinden gelen ısrarlı taleplere karşın, buluşlarını satma yoluna
gitmeyen Curie'ler, 1903'de fizikte Nobel Ödülü'nü Becquerel ile paylaştılar.
Böylece uzun yıllar biriken araştırma masraf borçlarını ödeme olanağına
kavuştular.
Pierre Curie Sorbonne'a profesör olarak çağrıldı. İki çocuklu aile artık daha
rahat ve mutlu bir yaşam içindedir. Ne yazık ki, aileyi, mutsuzluğa gömen bir
trafik kazası bekliyordu: 1906'da Pierre Curie bilimsel bir seminerden çıkıp
evine yürürken atlı bir arabanın altında kaldı, kaza yerinde yaşamını yitirdi.
Dünyası bir anda kararan Marie kurtuluşu tekrar laboratuara dönmekte buldu. Her
gece uykuya yatmadan o günkü çalışmasını yazdığı bir mektupla artık birlikte
olmadığı kocasıyla paylaşmak istiyordu. Kimi çevrelerin karşı çıkmasına karşın,
Fransa yerleşik normları bir yana iterek Marie Curie'ye kocasından boşalan
kürsüyü önerdi. Öğretim göreviyle birlikte araştırma etkinliğini de sürdüren
bayan profesör, radyumu yalın biçimiyle elde etmeyi başardı. 1911'de ikinci kez
Nobel Ödülü'nü aldı.
1934'de öldüğünde, ünlü bilim kadınının yıllarca radyum ışınlarının etkisinde
kalan iç organlarının nerdeyse tümüyle yıkım içinde olduğu görüldü. Keşfettiği
radyum bir bakıma ondan öcünü almıştı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılma...
-
KARADENİZ BÖLGESİ A. BÖLGENİN GENEL COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Türkiye’nin kuzeyinde yer alan bölge, ismini Karadeniz’den alır. Doğuda Gürc...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder