tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2014 Salı

OSMANLI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI

1. Osmanlılarda Egemenlik Anlayışı
Osmanlı Devleti’ne kadar kurulan Türk devletlerinde “Ülke hükümdar üyelerinin ortak malı sayılmıştır.” Bu kural hanedan üyeleri arasında sürekli taht kavgalarına ve Türk devletlerinin parçalanmasına neden olmuştur. Osmanlı padişahları bu olumsuzlukları engellemek için merkezi otoritenin kurulmasına önem vermiş, bu amaçla I. Murat döneminde “devlet yönetiminin hükümdar ve oğullarına ait olduğu” kural haline gelmiştir. Fatih döneminde çıkarılan Kanunname-i Al-i Osman ile devletin bütünlüğünü korumak ve “nizam-ı alemi” kurmak için padişahlara kardeşlerini öldürme izni verilmiştir. Bu kanunname ile Osmanlı İmparatorluğu merkeziyetçi ve mutlakiyetçi bir karakter kazanmıştır. Osmanlı devleti 16. yüzyıl başlarında halifeliğin kendine geçmesinden sonra mutlakiyetçi ve teokratik bir imparatorluk haline gelmiştir.
III. Mehmet’in ölümünden sonra Osmanlı tahtına I.Ahmet (1603-1617) geçmiştir. Osmanlı hanedanının devamını sağlamayı düşünen devlet adamları I.Ahmet’in çocuğu olmadan genç yaşta vefat etme olasılığını göz önüne alarak kardeşi Mustafa’nın akıl hastası olduğunu ileri sürmüşler ve saltanat yasasını uygulatmamışlardı. I.Ahmet 27 yaşında vefat etmiş ve çocukları küçük yaşta olduğu için devlet adamları yaşı daha elverişli olan şehzade Mustafa’yı tahta çıkardılar. Bu olaydan sonra tahta çıkma kuralı hanedanın en yaşlı ve en akıllı üyesinin padişah olması (Ekber ve erşed) şeklinde uygulanmıştır. Böylece taht kavgaları önlenmiştir. Ancak şehzadeler tecrübe kazanmaları için sancaklara gönderilmediğinden;
- Şehzadeler yönetim tecrübesi kazanamadan tahta çıktılar.
- Şehzadeler halkı ve ülkeyi yakından tanıma olanaklarını kaybettiler.
Bu gelişmeler sonucunda devlet işlerinde saray kadınları ve ağaları etkili oldu. Yükselme Devri’nin padişahları kadar yönetimle yakından ilgilenmeyen 17. ve 18. yüzyıllardaki padişahlar devlet işlerini sadrazamlara bırakmışlardı.
Devlet adamları arasında çekişme, rüşvet ve adam kayırma gibi yolsuzluklar arttığı için ehil olmayan kişiler önemli makamlara getirilmiştir.
17. yüzyılın sonlarından itibaren Divan-ı Hümayun’un yönetimdeki önemi azalmış ve Divan toplantıları aksamıştır. I.Mahmut ve III.Osman dönemlerinde Divan toplantıları kaldırılarak devlet işleri Bab-ı Ali adı verilen Sadrazam Divanı’nda görüşülmeye başlanmıştır. Bu durum sadrazamların gücünün arttığını göstermektedir.
Padişahlar ve devlet adamları üzerinde etkili olan kapıkulu askerleri; özellikle yeniçeriler devlet adamlarını yönlendirmişlerdir. Disiplinsiz hareket eden, askerlik görevini gereği gibi yerine getirmeyen ve sayıları artan kapıkulu askerleri yenileşme hareketlerini engellemişlerdir.
Padişah yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini kendisinde toplamıştır. Bu nedenle padişahın yetkileri mutlaktır. Padişahlar değişik alanlardaki uygulamalarında İslam hukukuna ve Türk töresine ters düşmemek kaydıyla sınırsız kanun koyma yetkisine sahipti.
2. Merkez Teşkilatı
Osmanlı Devleti’nde bütün teşkilat, padişahın mutlak ve ortak olunmaz egemenliğini gerçekleştirme üzerine kurulmuştu. Bu nedenle; hükümet, eyaletlerin yönetimi, ordu ve ülkenin her tarafındaki bütün birimler padişahın şahsına bağlı olarak teşkilatlandırılmıştır.
Divan-ı Hümayun
Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun Orhan Bey tarafından kurulmuş, daha sonraki dönemlerde geliştirilmiştir. Bugünkü Bakanlar Kurulu’na benzeyen Divan-ı Hümayun’da devletin önemli siyasal, sosyal, ekonomik, hukuksal sorunları görüşülürdü. Divan her milletten ve dinden vatandaşlara açıktı.
Kuruluş Devri’nde Divan padişahın başkanlığında toplanmış ve karar alma organı gibi çalışmıştır. Fatih’ten itibaren Divan üyelerinin fikirlerini rahatça söyleyebilmesi için padişahlar Divan toplantılarına katılmamıştır. Bu uygulamadan sonra Divan’a sadrazamlar başkanlık yapmaya başlamıştır. Böylece;
- Sadrazamlık makamının önemi artmış ve sadrazamlar siyasal yönden güçlenmiştir.
- Divan-ı Hümayun karar organı olmaktan çok danışma kurulu şeklinde çalışmaya başlamıştır.
UYARI:
- Divan-ı Hümayun yargı ve yönetimde en üst kurumdur. Divan-ı Hümayun’a bu görevlerin yüklenmesi, merkezi yönetim anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
- Divan-ı Hümayun bugünkü Bakanlar Kurulu’ndan üyeleri atama yoluyla belirlenmesi ve mahkeme gibi çalışması yönleriyle ayrılır.
Divan-ı Hümayun’da padişaha ait yetkileri kullanmak üzere görevlendirilmiş üç kolun temsilcileri vardı. Padişah adına yönetim, askerlik ve yürütme seyfiye sınıfı; eğitim – öğretim, fetva, hukuksal işler ve yargı ilmiye sınıfı, bürokrasi, diplomasi ve mali işler kalemiye sınıfı tarafından temsil edilmiştir. Divan-ı Hümayun’da veziriazam, vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancı, reisülküttap ve kaptan-ı derya daimi üyelerdir. Şeyhülislam Divan’ın daimi üyesi değildir.
UYARI: II.Mahmut, Divan-ı Hümayun’u kaldırarak yerine bakanlıkları kurmuştur. Bu düzenlemeler sonucunda Sadrazamlık Başvekalete, Reisülküttaplık Hariciye Nazırlığı’na dönüştürülmüştür.
3. Toprak Yönetimi
Osmanlı İmparatorluğu’nda topraklar üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan “Öşri” topraklar Müslümanların elinde bulunur ve 1/10 oranında vergi alınırdı. “Haraci” topraklar, Müslüman olmayan halkın elindeki topraklardı. Osmanlı Devleti, bu topraklardan dolayı gayrimüslim halkın elde ettikleri ürünlerden 1/10 ve 1/5 gibi oranlarda vergi almıştır. Öşri ve Haraci topraklar özel mülkiyeti olan topraklardır. Bu toprakların sahipleri mülklerinin satabilir, vakfedebilir veya miras bırakabilirdi.
Miri topraklar ise devlete aitti. Devlet bu toprakları ekip biçmek koşuluyla halka dağıtırdı. Bu tür toprakları ekip biçenler kiracı durumunda olup toprakları satamazlardı. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakanlardan üretim faaliyetlerini aksattıkları için “çiftbozan akçesi” adıyla vergi alınırdı. Miri araziler yirmibeş kısma ayrılmıştır. Başlıcaları şunlardır:
Dirlik
Asker yetiştirmek ve devlet memurlarının maaşlarını karşılamak amacıyla ayrılan devlet topraklarına dirlik denir. Miri arazilerin önemli bir bölümü olan dirlik arazilerini işleyenler ödemeleri gereken vergileri devletin göstereceği memurlara veya sipahilere verirlerdi. Dirlikler gelirlerine göre; Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üçe ayrılmıştı:
Has: Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan topraklardır. Haslar padişaha, şehzadelere, Divan üyelerine, beylerbeylerine ve sancakbeylerine verilirdi has sahipleri dirliklerinin gelirine göre asker beslerdi.
Zeamet: Yıllık geliri 20.000 ile 100.000 akçe arasında olan dirliklerdir. Zeametler kadılar, hazine ve tımar defterdarları, alaybeyleri ve divan katipleri gibi orta dereceli memurlara verilirdi. Zeamet sahipleri ilk 20.000 akçeden sonra her 5.000 akçe için bir atlı asker beslerdi.
Tımar: Yıllık 1.000 ile 20.000 akçe arasında gelire sahip olan topraklara denirdi. Tımarlar savaşlarda yararlılık gösteren kişilere verilir, tımar beyleri her 3.000 akçe için bir atlı asker beslerlerdi. Dirlik sahiplerinin asker yetiştirmek ve gerektiğinde savaşa gitmek, üretimin sürekliliğini ve artışını sağlamak, bölgeyi yönetmek ve güvenliğini sağlamak, halkı korumak ve vergileri toplamak gibi görevleri bulunuyordu. Tımar sisteminin Osmanlı Devleti’ne faydaları şunlardır:
- Devletin vergi toplama yükü azalmıştır.
- Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan tımarlı sipahiler sürekli savaşa hazır tutulmuştur.
- Üretimin artışı ve devletin iktisadi yönden güçlenmesi sağlanmıştır.
- Ülkede güvenlik sağlanmıştır.
İltizam Sistemi
Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyılda bazı eyaletlerin vergi gelirlerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığında şahıslara satılmasına iltizam sistemi denilmiştir. Bu kişilere de mültezim adı verilmiştir.
16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sınırları çok genişlediğinden hem devletin giderleri artmış, hem de uzak bölgelerde vergilerin toplanmasında sorunlar çıkmıştı. Bu nedenle merkeze uzak eyaletlerde tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Kanuni döneminde başlayan bu uygulamaya göre mültezim, tımar sahibi gibi vergiye konu olan faaliyeti yapan ve bölgeyi yöneten kişiydi. Dirlik sahibinin hakları mültezimlere de verilmiştir. İltizam sisteminin uygulanması sonucunda;
- Devlet eyaletlerin vergi gelirlerini peşin alarak nakit ihtiyacını karşılamış, alınan paralarla yönetici ve askerlerin maaşlarını karşılamıştır.
- Mültezime bırakılan topraklarda asker yetişmemiş, tımarlı sipahilerin önemi azalmıştır.
- Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve gerekli denetimlerin yapılmamasından dolayı fazla vergi alınarak halk zor duruma düşürülmüştür.
18.yüzyılda taşra teşkilatı bozulmuş ve merkezi yönetimle bağları zayıflamıştır. 18.yüzyılda eyalet ve sancaklar “arpalık usulü” denilen bir yolla yüksek dereceli görevlilere verilmiş ve bu kişiler görev yerlerine vekiller tayin etmişlerdir. Zamanla eyalet ve sancakların ileri gelenleri “eşraf ve ayan” denilen kişiler taşra yönetiminde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti, gücünü kaybettikçe ayanlarla işbirliği artmış ve ayanları meşru yöneticiler durumuna getirmiştir. Ayanlar, halk tarafından seçilmiş ve devlet bu kişilere berat vererek vergi ve asker toplamakla görevlendirmiştir. 1720’den sonra devlet başa çıkamadığı bazı ayanları beylerbeyliğine ve sancakbeyliğine tayin etmek zorunda kalmıştır. II.Mahmut’un merkezi otoriteyi güçlendirmesi sonucunda ayanlar, eski önem ve yetkilerini kaybetmişlerdir.
4. Ordu ve Donanma
Kuruluş Devri’nin ilk yıllarında Osmanlı ordusu gönüllü aşiret askerlerinden oluşuyordu. Osmanlı Devleti’nin sınırları genişledikçe orduya olan ihtiyacı artmış, bu nedenle Orhan Bey döneminde Yaya ve Müsellem adıyla ilk düzenli ve sürekli ordu kurulmuştur. Anadolu’da genişleyen Osmanlı Devleti Balkanlara geçtikten sonra yeni arayışlara girmiş ve I.Murat döneminde Yeniçeri Ocağı’nı kurmuştur. Yeniçeri Ocağı’na askerler savaşlarda elde edilen esirlerin 1/5’inden (Pencik sistemi) sağlanmıştır. Ankara Savaşı’ndan sonra Pencik sisteminin uygulanmasında zorluklar çıkmış ve II.Murat döneminde Devşirme sistemi uygulanmaya başlanmıştır.
Osmanlı ordusu kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere ikiye ayrılır. Kara kuvvetleri kapıkulu ve eyalet askerleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
a. Kapıkulu Askerleri
Devşirme yoluyla alınan çocukların Acemioğlanlar Ocağı’nda özel bir eğitimden geçirilmeleri sonucu kapıkulu askerleri ortaya çıkmıştır. Kapıkulu askerleri, İstanbul’da veya sınır boylarındaki kalelerde otururlar, görevleri karşılığında devletten üç ayda bir maaş (ulufe) alırlardı.
Devşirilip Türk ailelerin yanında eğitilenler Acemioğlanlar Ocağı’na veriliyordu. Burada sıkı bir eğitimden geçirilen devşirmeler başta Yeniçeri Ocağı olmak üzere diğer ocaklarda görevlendirilirdi. Ocağın piri ve manevi önderi olarak Hacı Bektaş Veli kabul edilirdi. Yeniçeriler Bektaşi tarikatına bağlı kalmışlardır.
b. Eyalet Askerleri
Eyalet askerleri, Osmanlı Devleti’nde dirlik sisteminin uygulanmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Osmanlı kara ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan eyalet askerlerinin temeli tımar sistemine dayandığı için, tımarlı sipahiler ismi verilmiştir. Sipahi, kendisine verilen toprakları işleterek geçimini sağlar ve buna karşılık asker beslemekle yükümlü olurdu. Atlı olan eyalet askerleri 16. yüzyılda Osmanlı ordusunun en önemli bölümünü oluşturmuştur.
c. Donanma
Türk tarihinde denizcilik faaliyetleri en çok Osmanlı Devleti’nde gelişmiştir. Osmanlılar ilk denizcilik faaliyetlerine Orhan Bey döneminde Karamürsel’de tersane kurarak başlamışlardır (1327). Yine Orhan Bey döneminde Karesioğullarının donanması Osmanlılara katılmış, 1350 yılında Marmara Edincik’te üs kurularak denizcilik faaliyetleri geliştirilmeye çalışılmıştır.
I.Bayezid döneminde Gelibolu’da tersane kurulması, Aydınoğulları ve Menteşeoğulları gibi denizci beyliklerin Osmanlılara katılması denizcilik faaliyetlerini geliştirmiştir. Osmanlı denizciliği, II.Bayezid döneminde ilerlemiş, Kanuni döneminde zirveye çıkmış ve Doğu Akdeniz’in en önemli gücü haline gelmiştir.
Sokollu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra donanmaya önem verilmemiştir. Girit Adası’nın 24 yıllık (1645 – 1669) bir kuşatmadan sonra fethedilebilmesi bu durumun kanıtıdır.
5. Ekonomik ve Sosyal Hayat
Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Bu nedenle Osmanlı iktisat anlayışı, toprağın iyi değerlendirilmesi, boş bırakılmaması ve iyi bir vergilendirme esasına dayanıyordu. Osmanlı sınırlarının genişlemesi ve ticaret yollarına hakim olunması Osmanlı iktisat anlayışına değişiklik getirmiştir. Ticaret faaliyetleri Osmanlı askeri harekatını yönlendirmiştir.
Osmanlı Devleti, siyasal ve askeri alanlarda güçlü olmanın yanında ekonomik alanda da güçlenerek Avrupa uluslarını ekonomik yönden kendine bağlamayı amaçlamıştır. Osmanlı Devleti’nde bütün ekonomik faaliyetler halkın sıkıntıya düşmeden hayatını devam ettirmesi amacına yönelik olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda;
- İhtiyaç oranında üretim yapılmıştır.
- Üretimin ihtiyaçları karşılamaması durumunda dışarıdan satın alma yoluna gidilmiştir.
- Üretim faaliyetlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla tedbirler alınmıştır.
Osmanlı Devleti, 18. yüzyıla kadar kendine yeterli bir ekonomik yapıya sahipti. Ancak, dünya ticaret yollarının uzağında kalması, dış ticaretin yabancıların eline geçmesi ve kapitülasyonların yaygınlaşması Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu olumsuz gelişmeler karşısında devlet, bazı alanlarda himaye ve müdahaleye ihtiyaç duymuştur.
a. Tarım ve Hayvancılık
Osmanlı nüfusunun büyük bölümü köylerde ve mezralarda yaşadığı için ekonomik hayatın temeli tarımsal faaliyetlere dayanıyordu. Osmanlı Devleti’nin tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme hakkı köylüye, toprağın vergisi sipahiye aitti. Köylü toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zorundaydı. Bu yükümlülükler şunlardı:
- Toprağı nedensiz olarak terk edemezdi.
- Toprağı üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak ondan alınarak başkasına verilirdi.
- Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zorundaydı.
UYARI: 18. yüzyılda Sanayi İnkılabı’nın yapılmasından sonra tarım nüfusu şehirlere kaymıştır. Ayrıca pamuk ve tütün gibi sanayi hammaddesi olan ürünlerin tarımı önem kazanmıştır.
Hayvancılık, tarım ekonomisinin önemli unsurlarından biridir. Ekonomik sektör olarak ele alındığında Osmanlı teknolojik seviyesi içinde hayvan; ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağıdır. Osmanlı Devleti’nde ulaşım, taşımacılık ve başta tarım olmak üzere insan gücünün üstünde kuvvet kullanılması gereken bütün üretim dallarında hayvanlardan yararlanılmıştır. Osmanlı Devleti’nde;
- Göçer statüsündeki aşiretlerin hayvan besiciliğini hayat tarzı haline getirmeleri
- Ticaret yolları üzerinde bulunan ülkede taşımacılığın kervanlarla yapılması
hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca adet-i ağnam adıyla alınan vergilerin büyük bir yekün tutması devletin hayvancılığa verdiği önemi artırmıştır.
b. Ticaret
Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında en önemli ticaret merkezi Bursa idi. Bu nedenle Orhan Bey döneminde Bursa’da bir bedesten yapılmıştır. Fatih döneminde, ülke sınırlarının genişlemesi ve doğudan gelen ticaret yollarının Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi ticaretin gelişmesini sağlamıştır. 15. ve 16. yüzyıllarda Türk tüccarları uluslararası alanda görülmeye başlamıştır. Dış ticaretin en fazla olduğu ülkeler başlangıçta Ceneviz, Venedik ve Floransa gibi İtalyan devletleriydi. Daha sonra İspanya, Lehistan, Rusya, Fransa ve İran bu devletlere katılmıştır.
Osmanlı Devleti, ticaret faaliyetlerini teşvik etmiş, vergileri düşük tutmuş, Avrupalı devletlere ticari imtiyazlar vermiş, önemli ticaret şehirlerine kapalı çarşılar, bedestenler ve hanlar yaptırmıştır. Bu çalışmaların yanında devletin doğudan gelen ticaret yollarını ele geçirmesi ülkede ticari canlılığı artırmıştır.
c. Sanayi
Osmanlı Devleti’nde ticaretle birlikte sanayi de gelişmişti. 16.yy.da Osmanlı Devleti dokumacılık alanında dünyanın en ileri ülkelerinden birisiydi. İstanbul’daki sanayi kuruluşları, akla gelebilecek her türlü maddeyi üretebiliyordu. Kağıt fabrikaları, İstanbul’un çok yüksek olan kağıt sarfiyatını karşılayamadığı için dışarıdan kağıt alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde sanayi 17.yy.a kadar Avrupa’dan çok ileriydi. Tersaneler, döküm atölyeleri, silah imalathaneleri ve madencilik gibi sanayi dalları devletin elinde bulunuyordu.
Osmanlı Devleti’nde esnaflar, Lonca adı verilen teşkilatlara üyeydi. Her esnaf kendi çalışma alanıyla ilgili bir loncaya üye olarak koruma ve denetim altına girerdi. Osmanlı şehirlerinde ekonomik hayatın temeli durumunda olan loncaların dışında esnaflık ve zanaatkarlık yapmak mümkün değildi. 16.yy.a kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olabilirken daha sonraları loncalar ayrılmıştır. Loncaların başlıca görevleri;
- Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
- Esnaflarla hükümet arasındaki ilişkileri düzenlemek
- Üyelere kredi sağlamak ve zararlarını karşılamak
- Meslek eğitim vermek
idi.
Müslümanlar ile diğer dinlere mensup olan halk arasında ayrım yapılmamıştır. Osmanlı ülkesinde gayrimüslimler diledikleri işlerde çalışırlar, ibadetlerini serbestçe yaparlar, kendi dillerine ve dinlerine göre eğitim görürlerdi. Bütün halk aynı huzur, güven ve varlık ortamını paylaşarak barış içinde beraberce yaşarlardı. Gayrimüslimler askere alınmamış, bunun yerine askerlik yapabilecek erkekler devlete cizye adıyla vergi ödemiştir. Ticaret hayatında sürekli ve istikrarlı bir faaliyet gösteren gayrimüslimler zenginliklerini artırmışlar ve Osmanlı ülkesinde ticari hayata hakim olmuşlardır.
6. Osmanlı Devletinde Hukuk
Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde yazılı bir hukuk olmadığından hukuksal anlaşmazlıklar töre ve geleneklere göre çözümleniyordu. Ayrıca, Türkiye Selçuklularının hukuki uygulamaları da devam ettirilmiştir.
Osmanlı nüfusunun artması ve topraklarının genişlemesi her alanda olduğu gibi hukuk alanında da düzenlemelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde hukuk; şer’i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer’i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
15.yy.da Osmanlı hukuku gelişmeye başlamıştır. İlk Osmanlı Kanunnamesi Fatih tarafından Kanunname-i Ali Osman adıyla düzenlenmiştir. Fatih’ten sonraki padişahlar da kanunnameler yapmışlardır. Bunların en meşhuru Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamesidir. 15. ve 16.yy.larda şeyhülislamların verdiği fetvalar şer’i hukukun gelişmesinde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde mahkemelerde davalara kadılar bakardı. Kadılar;
- Merkezden gönderilen emirlerin reayaya ulaşmasını sağlardı. Bu nedenle fermanlar ve kişi haklarına ait emirler önce mahkemeye gönderilirdi.
- Kadılar davaları çözümler, her türlü sözleşmeyi, nikah akdi, şirket kurulması ve vakıf tesisi gibi işlemleri onaylardı. Günümüzdeki noterlik görevini yapardı.
- Reayanın istekleri ve şikayetlerini Divan’a iletirlerdi. Kadılar olağanüstü durumlarda alınan vergilerin (avarız) toplanmasında önemli rol oynarlardı. Bu vergiler halkın tümünden alındığı için adalet sağlanmalıydı. Bu görevi de kadılar gerçekleştirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Vakıf Sistemi
Vakıf, İslam hukukuna göre bir kişinin kazandığı malından bir kısmını insanların yararına olacak bir iş için süresiz olarak ayırmasıdır. Osmanlı Devleti’nde vakıflar sayesinde;
- Osmanlı Devleti’nde eğitim ve kültür faaliyetleri genellikle vakıflar tarafından yürütülmüştür. Ülkenin her yerinde vakıflarca mektep, medrese, kütüphane ve bunların tamamını içinde bulunduran külliyeler yapılmış ve harcamaları karşılanmıştır.
- Vakıflar sayesinde “bimarhane” veya “darüşşifa” olarak adlandırılan hastaneler ve tıp medreseleri kurularak halkın sağlık sorunlarının giderilmesi sağlanmıştır.
- Yol, kaldırım, köprü, kanal, çeşme, cami v.b. yapılar inşa edilerek ülke bayındır hale getirilmiştir.
- Aşevleri (İmarethane) v.b. kurumlarda yoksulların ihtiyaçları karşılanmıştır.
- Orduya ait kale, donanma, top yapımına yardımcı olan vakıflar da kurulmuştur.
- Fethedilen bölgelerde sosyal kurumlar oluşturularak bu topraklara Türklerin yerleştirilmesi sağlanmıştır.
- Kervansaraylar kurularak ticaret geliştirilmiştir.
7. Eğitim ve Öğretim
Osmanlı devlet anlayışında eğitimin hedefi; hoşgörülü, itaatkar, sorumluluklarını bilen, kanunlara uyan, başkalarına saygılı ve çevresine yararlı kişiler yetiştirmekti.
a. Medrese
Klasik dönemin temel eğitim – öğretim kurumu olan medreselerde hem pozitif bilimler, hem de dini bilimler okutulmuştur.
Osmanlı tarihinde ilk medrese Anadolu Selçukluları örnek alınarak Orhan Bey döneminde İznik’te kurulmuştur (1331). Daha sonraki dönemlerde başta Bursa, Edirne ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde medrese kurulmuştur.
Osmanlı medreseleri Tanzimat’a kadar ülkenin bilim, adalet ve yönetim hayatında etkili olan kişileri yetiştirerek 14. yy.dan 19. yy.a kadar geçen döneme damgasını vurmuştur. Avrupa’da gelişmelere ayak uyduramayan medreselerin 17.yy.dan itibaren önemi azalmış, Tanzimat’tan sonraki dönemde gelişmeyi engelleyen bir kurum haline gelmiştir. Bu nedenle 1924’te medreseler kapanmıştır.
b. Enderun
Devlet memuru, idareci, komutan ve sanatkar yetiştirmek amacıyla kurulan saray okuluna Enderun denilmiştir. İlk defa II.Murat tarafından Edirne sarayında kurulan bu okul, bazı düzenlemeler yapılarak ve ismi değiştirilerek 1910 yılına kadar devam ettirilmiştir.
Enderun mektebi, Osmanlı devlet hayatına çok sayıda sadrazam, vezir, yüksek rütbeli asker, hattat, şair, müzisyen, ressam ve minyatür ustası yetiştirmiştir.
c. Batı Tarzında Açılan Okullar
Osmanlı Devleti’nde 16.yy.ın sonlarından itibaren kurumlarda bozulmalar başlamıştır. 17.yy.da Avrupa’da her alanda ilerlemeler olurken, Osmanlı Devleti’nde eğitim – öğretimde gerilemeler yaşanmıştır. Ancak Osmanlı Devleti 18.yy. başlarında Avrupa’nın üstünlüğünü kabul ederek Avrupa’daki gelişmeleri izlemeye başlamıştır.
Osmanlı ordularının Avrupalı devletler karşısında mağlup olması, toprak kayıplarının artması, Osmanlı Devleti’ni askeri eğitimini Avrupa tarzında düzenlemeler yapmaya zorlamıştır.
Askeri Amaçlı Açılan Okullar
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (1773)
III.Mustafa döneminde açılan bu okulun amacı, deniz subayı ve mühendis yetiştirmekti. Bu okul Cumhuriyet Dönemi’nde Deniz Harp Okulu ismini almıştır.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1793)
I.Mahmut döneminde Hendesehane ismiyle askeri mühendis okulu açılmış (1734), ancak yeniçerilerin karşı çıkması sebebiyle okul bir süre sonra kapanmıştır. III.Selim döneminde açılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da kara subayı yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Bu okul I.Dünya Savaşı’na kadar açık kalmıştır.
Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure (1826)
II.Mahmut döneminde ordunun doktor ihtiyacını karşılamak amacıyla açılmıştır.
Mekteb-i Ulum-i Harbiye (Harp Okulu)
II.Mahmut döneminde Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusuna subay yetiştirmek amacıyla kurulmuştur.
Rüştiyeler (Ortaokul) ve İdadiler (Lise)
Harp Okulu’na öğrenci yetiştirmek amacıyla askeri liseler (1835), askeri liselere öğrenci yetiştirmek için de askeri ortaokullar açılmıştır (1875).
Sivil Öğretim Kurumları
Darülfünun
Osmanlı Devleti’nde 1845’te yüksek okul açılması kararlaştırılmıştır. 1862’de resmen açılması beklenmeden konferans şeklinde derslere başlanmıştır. 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile yeniden açılan okulun öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilmiş ve öğrencileri sınavla alınmıştır.
Darülfünun’da edebiyat, hukuk, matematik ve tabii bilimler dersleri okutulmuştur. 1900’de Darülfünun-u Şahane’ye çevrilen okulda tıp, ilahiyat ve filoloji bölümleri açılmıştır. 1933 yılında okul bugünkü İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür.
Darülmuallimin (Öğretmen Okulu)
Bu okul öğretmen yetiştirmek amacıyla açılmıştır (1848). Kız rüştiyelerinin açılması ile 1870 yılında bayan öğretmen yetiştirmek amacıyla Darülmuallimat okulu açılmıştır.
Darülmaarif
Bugünkü liselerin dengi sayılabilecek ve devlet memuru yetiştirmek amacıyla açılmıştır (1849).
Mekteb-i Mülkiye
Okul, kaymakam ve nahiye müdürü gibi idari personel yetiştirmek amacıyla İstanbul’da açılmıştır (1859).
Islahhane
Mithat Paşa tarafından açılan sanat okulunda terzilik, kunduracılık ve saraçlık gibi sanatların öğretilmesi amaçlanmıştır (1860).
Lisan Mektebi
Okul devlet dairelerine yabancı dil bilen eleman yetiştirmek amacıyla İstanbul’da açılmıştır (1864).
Galatasaray Sultanisi
Osmanlı ülkesinde lise düzeyinde açılan ilk okuldur (1868). Fransa’daki müfredat uygulanan okulda bazı dersler Türkçe, bazı dersler de Fransızca okutulmuştur.
Sanayi Mektebi
1868 yılında açılan okulda değişik sanat dalları öğretilmiş, kızlar için de Kız Sanat Mektebi açılmıştır.
Hukuk Mektebi
1874 yılında hukukçu yetiştirmek amacıyla, Galatasaray Sultanisi içinde bir sınıfta açılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde bu okulların dışında Baytar Mektebi, Orman ve Maden Mektebi, Telgraf Mektebi ve Müze Mektebi gibi meslek ve sanat okulları açılmıştır.
d. Azınlık ve Yabancı Okulları
Azınlık Okulları
Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan uluslara dinsel alanda özgürlük tanıdığı gibi kendi kültürlerini sürdürmelerine ve anlayışları doğrultusunda eğitim yapmalarına izin vermiştir. Bu durumdan faydalanan azınlıklar, kiliseler ve havralar aracılığıyla okullar açmışlardır.
Rum azınlığa ait en eski ve önemli eğitim kurumları, İstanbul’daki Fener Rum Mektebi ve Heybeliada Papaz Mektebi’dir. Bu okullar, Patrikhane’nin yönetim ve denetiminde eğitim yapmışlardır. 1844 yılında kurulan Papaz Mektebi, Ortodoks mezhebinin ilahiyat okulu durumundaydı. Bu nedenle okulda fen ve kültür derslerine ek olarak ilahiyat dersleri de okutulmuştur. Fener Rum Mektebi, Fatih döneminde sağlanan hoşgörü ile varlığını sürdürmüş, 1856 Paris Konferansı’na kadar metropolitler tarafımdan yönetilmiştir. Daha sonraki dönemlerde okulun yönetimi tamamen Rumlara geçmiştir.
Ermenilere ait ilk okul 18. yy.ın sonlarında İstanbul’da açılmış, burada Ermenice ve dini bilgiler okutulmuştur. 1824 yılında Ermeni Patrikhanesi’nin bir emir yayınlayarak Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı yerlere okul açmasını istemesinden sonra okulların sayısı artmıştır. Bu okullarda İstanbul’da Ermeni Maarif Komisyonu’nun belirlediği bir ders programı uygulanmıştır. Okulların giderleri, Patrikhane’nin önderliğinde Ermeni iş adamları tarafından karşılanmıştır.
Yahudi azınlık eğitim faaliyetlerini uzun süre havrada devam ettirmiştir. Modern anlamda ilk Yahudi okulu 1854 yılında İstanbul’da Musevi Asri Mektebi adıyla açılmıştır. Alyans İsrailit adını taşıyan Yahudi kuruluşu 1875’ten itibaren İstanbul’da ve Yahudilerin yaşadığı yerlerde birçok okul açmıştır.
Azınlık okullarında eğitim–öğretim faaliyetleri papazlar ve hahamlar tarafından yürütülmüştür. Ekonomik yönden iyi durumda olan azınlıklar çocuklarının Avrupa’da öğretim görmesini sağlamışlar, bu nedenle Osmanlı Devleti’nin açtığı öğretmen okullarına rağbet etmemişlerdir. Azınlık okulları Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını hızlandırıcı faaliyetler içerisinde yer almışlar, Rum okulları Türk düşmanlığını körükleyici çalışmalar yapmıştır.
Yabancı Okullar
19. yy.da kapitülasyonlardan yararlanan İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Rusya, İtalya, ABD Osmanlı Devleti’nin değişik bölgelerinde okullar açmışlardır. Yabancı devletlerin Osmanlı topraklarında okullar açmasında; okullar aracılığıyla kendi dil, din ve kültürlerini yayma, belirli bölgelerde etkinliğini artırma, Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıkları kendi amaçları doğrultusunda kullanma ve Osmanlı Devleti üzerinde ekonomik, siyasal ve kültürel etkinliklerini artırma gayretleri etkili olmuştur.
Osmanlı topraklarında ilk yabancı okul, Cizvit rahipleri tarafından Fransa adına açılan Saint Benoit (Sen Benuva) dır (1583). Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak 19. yy.da Osmanlı topraklarında yabancı okul sayısı artmıştır.
Osmanlı ülkesinde azınlık ve yabancı okulların bulunması ve denetimden uzak olması eğitim-öğretimde birliğin sağlanmasını engellemiştir. Bu olumsuzluk Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak çözüme kavuşturulmuştur (1924).
Yabancı okullar politik amaçlar doğrultusunda kurulmuş ve Osmanlı ülkesinde karışıklıkların çıkmasında etkili olmuştur. Bu okulların zararları yanında olumlu yan etkileri de görülmüştür. Bu duruma; Avrupa’daki modern eğitim, teknik ve yöntemlerinin Osmanlı ülkesine getirilmesi ve Dünya’daki yeniliklerin tanınması örnek olarak gösterilebilir.
8. Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji
Osmanlılarda bilim “Nakli bilimler” ve “Akli bilimler” olarak iki gruba ayrılmıştır. Nakli bilimler fıkıh, kelam ve tefsir gibi dini bilimlerdir. Akli bilimler ise matematik, astronomi, mantık, tıp, coğrafya gibi araştırma ve gözleme dayalı bilimlerdir.
Osmanlı Devleti’nde bilimsel çalışmalar Kuruluş Dönemi’nden itibaren ilk medreselerin kurulmasıyla başlamıştır. Ancak 15. yy.ın başlarına kadar Mısır, Suriye, İran ve Orta Asya’daki bilim kuruluşları Anadolu medreselerinden daha ileriydi. Bu nedenle bilim adamları buralara giderek bilgilerini artırmaya çalışırlardı.
Fatih döneminde bilim alanında büyük ilerlemeler oldu. Fatih’le birlikte pozitif bilimlere verilen önem arttı. Doğu ve batının bilim adamları İstanbul’a çağrıldı. Bu dönemde İstanbul İslam dünyasının ve batının en önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Dini bilimlerde Zembilli Ali Efendi, İbn-i Kemal, Ebussuud Efendi; matematikte Ali Kuşçu, Sinan Paşa; tıpta Muhammed Bin Hamza Akşemseddin, Altıncızade; tarihte İdris-i Bitlisi, Lütfi Paşa; coğrafyada Piri Reis, Matrakçı Nasuh Osmanlılar döneminde yetişmiş önemli bilim adamlarıdır.
Osmanlı Devleti bilim ve teknik alanındaki gelişmeleri sanayi alanına yansıtamamıştır. Bu yüzden Avrupa ile arasında sonraki dönemlerde ekonomik farklar oluşmuştur.
9. Dil ve Edebiyat
Osmanlı Devleti’nde resmi dil Türkçe idi. Devlet merkezinde, taşradaki sancaklarda ve kazalarda kayıtlar Türkçe olarak tutulmuştur. Bugünkü arşiv belgeleri de bunu kanıtlamaktadır. 15. yy.dan itibaren Türkçe sözcükler arasında Arapça ve Farsça sözcükler artmıştır. Böylece anlatım zenginliği ortaya çıkmış, ancak halka hitaben yazılan kanunlar ve buyruklar sade bir Türkçe ile kaleme alınmıştır.
Osmanlı klasik döneminde Batı dünyasında Latince ve eski Yunanca hakimdi. Orta Doğu’da bilim ve edebiyat dili ise Arapça ve Farsça idi. Bu nedenle Osmanlı padişahları ve aydınları Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça gibi devirlerinin geçerli dillerini bilirlerdi.
Osmanlı padişahları şairleri ve sanatkarları desteklemişler ve kendileri de bizzat şiirle ilgilenmişlerdir. 15. yy.da en üst düzeye çıkan edebiyat; divan, tasavvuf ve halk edebiyatı olarak üçe ayrılmıştır. Yükselme Devri’nde bütün alanlarda önemli şairler yetişmiştir.
10.Güzel Sanatlar
Mimari
Mimaride ileri giden Osmanlılar. Bu alanda önemli ve seçkin örnekler vermişlerdir. Bu örneklerin başlıcaları saraylar, camiler, külliyeler, köprüler, çeşmeler, sebiller, şadırvanlar, su kemerleri, hamamlar, hanlar ve bedestenlerdir. Osmanlı mimarisi özellikleri bakımından üç döneme ayrılır:
1.Dönem: Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 15.yy.ın ikinci yarısına kadar geçen dönemdeki eserlerde Selçuklular ve Beylikler Dönemi mimari özellikleri görülmektedir. Bu dönemde yapılan mimari eserlerden bazıları; İznik’te Hacı Özbek Camii ve Yeşil Cami, Bursa’da Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Ulu Cami, Hüdavendigar Camii ve Yeşil Cami, Edirne’de Çelebi Mehmet tarafından yaptırılan Ulu Cami, II.Murat tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami’dir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in yaptırdığı Topkapı Sarayı sivil mimarinin en önemli örneklerinden biridir.
2.Dönem: Bu dönem klasik dönem olarak adlandırılmaktadır. Mimari alanda döneme damgasını vuran Mimar Sinan’dır. Mimar Sinan Kanuni döneminde devletin tüm inşaat işlerinden sorumlu mimarbaşı olarak görevlendirilmiştir. Osmanlı ülkesinde 400’den fazla eseri bulunan Mimar Sinan’ın İstanbul’da Şehzadebaşı Camii (çıraklık dönemi), Süleymaniye Camii (kalfalık dönemi) ve Edirne’de Selimiye Camii (ustalık dönemi) mimarbaşı olduktan sonra yaptığı önemli eserlerindendir.
Osmanlı mimarisinde camilerin dışında diğer önemli yapılar hamam, çeşme, sebil, şadırvan, su kemerleri ve bedestenlerdir. Türk mimarlığı 15. yy.a gelindiğinde büyük gelişme göstererek evrensel bir düzeye ulaşmıştır.
3.Dönem: 18. yy.da (Lale Devri’nde) Türk mimarisi kendi üslubundan uzaklaşarak Avrupa mimarisinden etkilenmiştir. Bu dönemde Avrupa mimarisinin Barok ve Rokoko tarzları mimarimize girmiştir. Avrupa mimari tarzının etkisinde yapılan ilk eser Nur-u Osmaniye Camii’dir.
Minyatür Sanatı
Osmanlılarda el yazmalarını süsleyen resimlere minyatür, bu sanat ile uğraşanlara da nakkaş denirdi. İslam dinine göre resim yasaklandığı için Osmanlı Devleti’nde minyatür sanatı gelişmiştir.
Osmanlı minyatür sanatında; İslam ve Osmanlı edebiyatı, devlet adamlarının hayat ve sefer hikayeleri, portreler, dini konular ve bilimsel konular (tıp, astroloji) işlenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde 19. yy.a kadar yaşamış belli başlı nakkaşlar; Nigari, Nakkaş Osman, Nakkaş Hasan Paşa, Kalender ve Levni’dir.
19. yy.da ise Osman Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Okulu) açılmasıyla Batı tarzında resim sanatı gelişmeye başlamıştır. Bu yüzyılda Şeker Ahmet Paşa ve Osman Hamdi Bey gibi önemli ressamlar yetişmiştir.
Osmanlı Devleti’nde mimarinin yanısıra minyatür, musiki, çinicilik, hattatlık, tezhip (süsleme) ve ciltçilik sanatları da büyük gelişme göstermiştir.
KAVRAMLAR
Ağa: Halka ve Yeniçeri Ocağı’na özgü bir unvan olup 19. yy.da daha çok okuyup yazması olmayan redif subaylarına ve komutanlarına verilmiş bir isimdir. Halk arasında ise aile büyüklerinin derebeyi kökenli köy ve kasaba ileri gelenlerinin ve liderlerinin kullandıkları bir unvandır.
Ayan Meclisi: Osmanlı anayasasına göre kurulu meclislerden biri olup, senato karşılığındadır. Bu kurulun üyeleri 40 yaşını geçmiş, yüksek görevlerde bulunmuş kimselerden oluşmaktaydı. Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından atanırdı.
Ahilik: Türkler arasında eskiden beri var olan dayanışma düzeninin; Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sırasında yeni ve daha ileri düzeyde belirmesi sonucunda doğan esnaf teşkilatına Ahilik denilmiştir. Dini ve iktisadi bir karakter taşıyan teşkilat üyeleri arasında sağlam bir dayanışma kurulmuştur.
Avarız: Osmanlı Devleti’nde olağanüstü hallerde halka yüklenen mali, ayni ve bedeni vergilere avarız denilmiştir. Devletin giderek zayıflaması sonucunda avarız vergileri sürekli hale gelmiştir.
Azınlık (Ekalliyet): Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar. Örneğin Türkiye Devleti içinde Lozan Antlaşması’na göre Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler azınlık olarak sayılmışlardır.
Cemiyet-i Mahsusa: Özel komisyon. 1876 Anayasası’nı hazırlamıştır. Server Bey’in başkanlığındaki bu komisyon, Said Paşa’nın Türkçe’ye çevirdiği Fransız anayasası ile Mithat Paşa’nın Kanun-u Cedid adlı anayasa tasarısını inceleyerek ilk Kanun-u Esasi’yi ortaya koymuşlardır. Teşkilat değişik alanlarda uzman 28 kişiden oluşmuştur.
Cülus Bahşişi: Osmanlı Devleti’nde tahta çıkan padişah tarafından askerlere, ulemaya ve devlet memurlarına verilen bahşiştir. Fatih döneminde kanun haline gelen bu uygulama, padişahların sık değiştiği ve hazinede para bulunmadığı dönemlerde sorunlara yol açmış; hatta ayaklanmalara neden olmuştur.
Çiftbozan: Osmanlı Devleti’nde ekip biçme ve vergi ödeme karşılığında kendisine verilen toprakları sebepsiz olarak ekmeyen kişilerden alınan bir vergidir. Bu uygulama ile üretim faaliyetlerinin devam ettirilmesi amaçlanmıştır.
Divan-ı Harp: 1870 yılında kabul edilen Askeri Ceza Yasası’nın öngördüğü bir tür mahkeme. Savaş dönemlerinde hizmet verirdi. Savaş esnasında askeri hizmetle ilgili işlenen suçları yargılamakla görevli idi. Olaganüstü yetkilerle donatılmış olan bu mahkemeler beş yargıçtan oluşur ve savunma avukatı bulundurulmazdı.
Ferman: Osmanlı padişahlarının yayınladıkları ve kanun niteliğinde olan emirlerdir.
Fetva: Şeriat hukukunun uygulandığı ülkelerde, uygulamalar konusunda ortaya çıkan aksaklıklar konusunda en büyük dini makam olan şeyhülislam tarafından verilen kesin hükümdür.
Hatt-ı Hümayun: Osmanlı padişahlarının bizzat kaleme aldıkları veya imzaladıkları belge veya emirlere verilen isimdir (Gülhane-i Hatt-ı Hümayun).
Hümanizm: Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Orta Çağ’ın skolastik düşünüşüne karşı 16. yy. Avrupasında doğan ve gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü; insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan doktrin.
İçtihat: Kanunların tam olarak açıklamadığı veya açıklamada yetersiz kaldığı konularda DANIŞTAY veya YARGITAY gibi üst hukuk kurumlarının o konuda kesin bir görüş belirtmesi ve hüküm vermesidir. Bu hükmün daha sonra tüm devlet kurumları ve fertler için kanun gücünde bağlayıcılığı vardır.
Islahat: Herhangi bir kuruluşta, devlet düzeninde eskimiş veya bozulmuş olan yanları düzeltmektir. Osmanlı tarihinde 17. yy.dan başlayarak kurumlarda yapılan düzenlemelere ve 18. yy.dan itibaren Batı örneğine göre girişilen yenileşme ve ilerleme atılımlarına ıslahat denilmiştir.
İhtilal: Bir devletin ekonomik, sosyal ve politik yapısını birdenbire değiştirmek için çıkan zorlayıcı eylem.
İmparatorluk: Bir imparator tarafından yönetilen ve egemenliği altında birçok milleti ve topluluğu bulunduran büyük devletlere verilen isimdir.
İmtiyaz: Bir kişiye, kurula veya devlete verilen ayrıcalık.
İnkılap: Değişme, bir halden başka bir hale dönme, yenilik hareketleri.
Kapitülasyon: Bir devletin kendi vatandaşlarının zararına olarak başka bir devlete tanıdığı ticari, adli, siyasi, mali ayrıcalıklardır.
Liva: Tanzimat’tan sonra vilayet ile kaza arasındaki birim (Mutasarrıflık = Sancak). Liva yöneticilerine mutasarrıf adı verilirdi.
Merkantilizm: Amerika’da altın ve gümüş madenlerinin bulunmasından sonra 16. ve 17. yy.da ortaya atılan ve bir devletin zenginliğinin değerli madenlere sahip olmaktan ileri geldiğini savunarak, bu madenlerin hangi araçlarla elde edileceğini belirten iktisat doktrini.
Meşrutiyet: Bir ülkede meclis ile başta bir hükümdar bulunan idare şekline denir. Meşruti idarelerde halk yönetime katılma olanağı kazanır.
Monarşi: Bir devletin irs yoluyla veya seçimle verilen yetkilerin tek bir kişi tarafından kullanıldığı yönetim (krallık) şeklidir. Monarşilerde devletin başındaki kişi kendisini kimseye karşı sorumlu görmez.
Müsadere: Osmanlı Devleti’nde uygulanan cezalardan biridir. Gözden düşen ve görevden alınan devlet memurlarının veya şer’i mahkemelerin verdikleri kararlar doğrultusunda halktan herhangi birinin mal ve mülklerinin bir kısmına veya tümüne devletin el koyması esasına dayanır.
Oligarşi: Bir sınıfın, zümrenin yönetimi üstlenmesidir. Örneğin asillerin etkili olduğu yönetim tarzı oligarşidir.
Panslavizm: Slav soyundan gelen tüm hakların bağımsızlığını ve tek bir devlet çatısı altında yaşamasını hedefleyen ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde Rusya tarafından uygulamaya sokulan düşünce akımı.
Panislamizm: Tanzimat Devri’nden sonra ortaya çıkan fikir akımlarından biridir. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.
Pantürkizm: Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun İslamcılık ve Osmanlıcılıkla mümkün olamayacağını, kurtuluşun ancak Türk unsuruna dayanmakla mümkün olacağını kabul eden bir fikir akımıdır.
Redif: Yedek asker. Osmanlı ordusunda 4 yıl muvazzaflık iki yıl ihtiyatlık (toplam 6 yıl nizamiye askerliği) ardından 14 yıl devam eden fiili olmayan askerlik yükümlülüğü savaş esnasında silah altına alınırlar ve bunlardan redif tabur ve alayları oluşturulurdu.
Reji: Osmanlı Devleti’nde, tütün işletmesini yöneten yabancı şirket. Bu Fransız şirketi 1925 tarihinde kabul edilen yasa ile TEKEL olarak devlet mülkiyetine geçmiştir.
Softa: 1.Medrese öğrencisi, 2.Bir görüşe, bir insana körü körüne bağlanan kimse, 3.Yaşadığı çağın gerisinde kalmış, geri kafalı kimse.
Şerif: Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali’nin küçük oğlu olan Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere verilen bir unvan.
Şeyhülislam (Müftü): Osmanlı Devleti’nde ilmiye teşkilatının başında bulunan ve günümüzde Diyanet İşleri Başkanı ile Adalet Bakanlarının görevini yapan bir devlet görevlisi. Önemli konularda alınan kararların dine uygun olup olmadığını belirten fetvayı vermekle de görevlidir. Şeyhülislamların devlet yönetiminde verdikleri fetvalarla çok önemli bir etkinlikleri vardı.
Ümmet: Kavim ve ırk ayrımını gözetmeksizin bütün Müslümanların tek bir ideal altında birleştirilmesi anlayışı.
Veliaht: Bir hükümdarın ölümü yada tahttan çekilmesinden sonra tahta geçmeye aday olan kimselere verilen ad.
Zaptiye: Atlı veya yaya görevlilerden oluşan bugünkü anlamda polis ve jandarmanın görevlerini üstlenmiş olan kolluk ve güvenlik kuvvetlerine verilen isim.


19. YÜZYIL ISLAHATLARI

Osmanlı Devleti 19. yüzyılda;
- Merkezi otoriteyi güçlendirmek
- Askeri alanda yenilikler yaparak toprak kaybını önlemek
- Ulusçuluk akımının yaygınlaşmasından sonra azınlıkların imparatorluktan ayrılmalarını engellemek
- Avrupa’daki gelişmeler paralelinde imparatorluğun modernleşmesini demokratikleşmesini sağlamak
- Ekonomik sorunları çözmek
- Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak
gibi amaçlardan dolayı değişik alanlarda yenilikler yapmıştır.
1. II.Mahmut Dönemi Islahatları
Askeri Alanda Yapılan Yenilikler
II.Mahmut’un padişahlığının ilk yıllarında Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa askerlik alanında bazı yenilikler yapmaya çalıştı. Nizam-ı Cedit’in yerine Sekban-ı Cedit ismiyle yeni bir ocak kurdu. Yeniçeri ocağında ıslahat yapılarak askerlere eğitim zorunluluğu getirildi. Ulufe alım satımı yasaklandı. Sekban-ı Cedit’in kısa zamanda güçlenmesi yeniçerileri telaşlandırdı. Ayaklanma çıkaran yeniçeriler, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürdüler. Bu olaydan sonra yeniçerilerin isteğiyle Sekban-ı Cedit Ocağı kaldırılmıştır.
Sekban-ı Cedit’in kaldırılması yeniçerilerin şımarmasına neden oldu. II.Mahmut yeniçerilerdeki yozlaşmadan dolayı askeri başarı kazanılamayacağını düşünerek modern usullerle eğitim yapan “Eşkinci” adıyla yeni bir ocak kurdu. Yeniçeriler “eğitim istemeyiz” diyerek, Avrupa tarzında eğitim yapan bu ocağı kaldırmak amacıyla ayaklandılar. Buna karşılık halk, esnaf, medrese öğrencileri, topçu birlikleri padişahın yanında toplanarak Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdılar (1826). Bu olaydan sonra;
- Padişahın devlet yönetimindeki otoritesi yeniden güçlenmiştir.
- Yeniliklere uygun olan bir kurum ortadan kaldırılmıştır.
- Bektaşilik tarikatı yasaklanmıştır.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla yeni bir askeri örgüt kuruldu. Bu ordu çağdaş nitelikli merkez ordusu olarak kuruldu (Bölük, tabur, alay şeklinde düzenlenmiştir). II.Mahmut döneminde ordunun subay ve hekim ihtiyacını karşılamak için; askeri tıbbiyenin esası olan Tıbhane-i Amire (1827) ve Kara harp Okulu’nun temeli olan Mekteb-i Harbiye (1835) eğitime başlamıştır.
Hükümet ve Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler
Devleti modernleştirmeyi ve Batılılaştırmayı hedefleyen II.Mahmut, devlet ve yönetim işlerinde bazı düzenlemeler yapmıştır. Bu dönemde;
- 18. yüzyıldan itibaren önemini kaybeden Divan örgütü kaldırılarak yerine bugünkü anlamda bakanlıklar (nazırlıklar) kurulmuş, padişah, sadrazam ve şeyhülislamın elinde toplanan yetkiler nazırlar arasında paylaştırılmıştır.
- Devlet memurları dahiliye ve hariciye diye ayrılmıştır. Tımar ve zeamet kaldırılarak devlet memurlarına maaş bağlanmıştır. Bu durum merkezi otoritenin güçlenmesine katkı sağlamıştır.
- Görevden alınan veya ölen devlet adamlarının mal varlığına el koymak demek olan müsadere usulü kaldırılmıştır. II.Mahmut, bu uygulamayla mülkiyet hakkının güvence altına alınmasını amaçlamıştır.
- Osmanlı uyruğundaki herkese tam bir din ve mezhep özgürlüğü tanınmıştır.
- İller merkeze bağlanmış ve ayanlıklar kaldırılmıştır.
- Mahalle ve köylerde muhtarlık sistemi kurulmuştur.
- Posta ve karantina servisleri kurulmuştur.
- Anadolu ve Rumeli’de ilk defa erkek nüfus sayılmıştır (1831). Bu durum sayımın askeri amaçlı olduğunu göstermektedir.
- Kılık – kıyafet alanında değişiklik yapılarak memurların fes giymeleri kabul edilmiş, ancak halk kıyafet konusunda serbest bırakılmıştır.
- Yurtdışı seyahatlerinde pasaport uygulaması getirilmiştir. Bu uygulamayla Osmanlı Devleti yurt dışına çıkışları ve yurda girişleri kontrolü altına almış, böylece diğer devletler karşısında itibarı artmıştır.
Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Yenilikler
II.Mahmut döneminde batılılaşmaya ve kültürel faaliyetlere önem verilmiştir. Medreselerin yanında Avrupa tarzında eğitim kurumları açılmış, bu dönemde İstanbul’da ilköğretim zorunlu hale getirilerek pilot uygulama başlatılmıştır. Ancak, yeterli okul ve öğretmen bulunmadığından dolayı başarılı olunamamıştır. Ayrıca yüksek öğretime öğrenci yetiştirmek için Rüşdiye (ortaokul) ve Mekteb-i Ulum-u Edebiye gibi orta dereceli okullar açıldı. Devlet memuru yetiştirmek için Mekteb-i Maarif-i Adliye kuruldu. Mekteb-i Harbiye (Harp Okulu), Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Fakültesi), Mızıka-i Hümayun (Bando Okulu) gibi yüksek okullar açıldı. II.Mahmut döneminde kurulan Meclis-i Umur-u Nafia (Bayındırlık Meclisi) eğitimin medresenin tekelinden çıkmasını ve yeni okulların açılmasını sağlamıştır.
UYARI: II.Mahmut döneminde Avrupa tarzında sivil okulların açılması Osmanlı ülkesinde kültür çatışmasına neden oldu. Eğitimde doğan bu ikibaşlılık Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla eğitim ve kültür alanlarındaki ikilik ortadan kaldırılmıştır.
- İlk defa bu dönemde Fransa’ya öğrenci gönderilmiş, yabancı dil bilen Müslüman çevirmenler yetiştirilmiştir. Avrupa’ya öğrenci gönderilerek bilimsel ve teknolojik gelişmelerin takip edilmesi amaçlanmıştır.
- Takvim-i Vekayi adıyla ilk resmi gazete çıkarılmıştır. Bu gazeteyle halkın aydınlatılması, devletin bütünlüğü ve devamı yönünde hükümetin politikasının pekiştirilmesi, ıslahatların ve siyasal gelişmelerin anlatılması amaçlanmıştır. Yazı kadrosu devlet memurlarından oluşan gazetenin tirajı 5.000’e ulaşmıştır. Devlet bu gazeteyle halkı yönlendirmiştir.
- II.Mahmut döneminde yabancı dile büyük önem verilmiş, Avrupa’dan ders araç ve gereçleri getirilmiştir.
- Resim sanatına önem verilmiş, padişah kendi resmini yaptırmıştır.
Ekonomi Alanında Yapılan Yenilikler
19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun;
- Sık sık savaşa girmesi ve bu savaşları kaybetmesi
- Orduda geniş çaplı ıslahatlar yapmak için yüklü masraflar yapması ve devletin kaybedilen savaşlardan sonra ağır savaş tazminatı ödemek zorunda kalması
- Geniş toprak kaybına uğraması ve devlet gelirlerinin azalması
- Avrupa’da Sanayi İnkılabı’nın yapılması ve kapitülasyonların genişletilmesi
gibi nedenler ekonomisinin bozulmasında etkili olmuştur.
II.Mahmut kötü gidişi önlemek amacıyla, Maliye Bakanlığı’nı kurarak ekonomi alanında bazı yenilikler yapmıştır. Bu dönemde;
- Vergilendirmede adalet esasları gözönüne alınmış ve bazı vergiler kaldırılmıştır.
- Yerli malların kullanılması teşvik edilmiştir. Osmanlı parasının dışarıya çıkışını önlemek için yabancı kumaştan elbise yapılması yasaklanmıştır.
- Yeni kurulan ordunun elbise ve ayakkabı ihtiyacının karşılanması için Bakırköy’de bez, Eyüp’te iplik, İzmit’te çuha ve Beykoz’da deri fabrikaları kurulmuştur.
- Osmanlı tüccarlarının yabancı tüccarlarla rekabet edebilmesi için gümrük vergilerinde kolaylık sağlanmıştır.
- Ekonomik kalkınmada önemli rol oynayan yol yapımına önem verilmiştir.
Ekonomik çalışmalara en büyük darbeyi 1838 Balta Limanı Antlaşması vurmuştur. Bu ticaret antlaşmasıyla yabancı tüccarlar, Osmanlı ülkesinde çok düşük vergi karşılığında ticaret yapmaya başladılar. Bu antlaşma sonucunda Osmanlı tüccarları yabancı tüccarlarla rekabet edememiş, ithalat ve ihracat arasındaki denge bozulmuştur. Böylece Osmanlı pazarlarını Avrupa malları istila etmiştir. Bu durum çok miktarda Türk parasının ülke dışına çıkmasına ve ekonominin bozulmasına neden olmuştur.
2. Tanzimat Dönemi Yenilikleri
Tanzimat Fermanı
II.Mahmut döneminde büyük ölçüde hazırlığı yapılan Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 yılında Gülhane Parkı’nda Mustafa Reşit Paşa tarafından halka okundu.
Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinde;
- Osmanlı Devleti’nin varlığını kendi kuvvetleriyle koruyamayacağını anlamasından sonra Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak istemesi
- Rusya’nın Hristiyan halka yeni haklar verilmesi için yaptığı baskıların önlenmek istenmesi
- Avrupalı devletlerin azınlıkları bahane ederek Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmalarının önlenmesi
- Osmanlı Devleti’nin kanunlarda bazı düzenlemeler yapmak istemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Tanzimat Fermanı’nın belli başlı hükümleri şunlardır:
1. Müslüman ve Hristiyan bütün halkın ırz, namus, can ve mal güvenliği devletin güvencesi altında olacaktır.
Bu hükümle; din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin halka eşitlik ve devlet güvencesi verilmiştir. Kişilerin yaşama hakları kesin güvence altına alınmıştır.
2. Vergiler herkesin gelirine göre düzenli bir şekilde toplanacaktır.
Bu hükümle; vergilerin toplanmasındaki eşitsizlik ve haksızlıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Gelire göre vergi toplama yoluna gidilmiş, standart vergi oranlarından vazgeçilmiştir.
3. Askerlik işleri düzene konulacak, askere alma ve terhis işleri sağlam esaslara bağlanacaktır.
Bu hükümle;
- Askerlikte ocak usulü kaldırılmış, askerlik vatan görevi haline getirilmiştir.
- Tanzimat Fermanı’ndan sonra askerlik süresi belirlenmiştir.
- Hristiyanların askerlik yapması zorunlu hale getirilmiştir.
4. Mahkemeler herkese açık olacak ve hiç kimse haksız yere idam edilmeyecektir.
Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı ülkesinde Avrupa devletlerinin hukuk kuralları geçerli olmaya başlamıştır.
5. Herkes mal ve mülküne sahip olacak, miras bırakabilecek ve müsadere kaldırılacaktır.
Bu hükümle; şahısların mülkiyet hakkı devlet garantisi altına alınmıştır. Böylece sermaye birikimine ortam hazırlanmıştır.
6. Rüşvet ve iltimas kaldırılacaktır.
Bu hükümle; halkın devlete ve yöneticilere güven duyması sağlanmaya çalışılmıştır.
7. Herkes kanun önünde eşit olacaktır.
Bu hükümle; tüm Osmanlı vatandaşları arasında eşitliğin sağlanması istenmiş, bu durum Osmanlıcılık fikrine esas olmuştur.
UYARI: Padişah Abdülmecit, Tanzimat Fermanı’yla açıklanan hükümlere uyacağına, fermana dayanarak yapılacak bütün yasaları uygulayacağına ve gerekli ıslahatları yapacağına yemin etmiştir. Böylece padişah;
- Yetkilerini kendi rızasıyla kısıtlamıştır.
- Kendi gücü üzerinde kanun gücünü kabul etmiştir.
Islahat Fermanı
Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı ile başlatılan ıslahatları yeterli görmemişler ve Hristiyan halka yeni haklar verilmesini istemişlerdir. Kırım Savaşı devam ederken savaş sonrasında imzalanacak barış şartlarını belirlemek için Avusturya, Fransa ve İngiltere arasında Viyana’da düzenlenen bir toplantıda bu konu da gündeme geldi. Toplantıya katılan devletler Osmanlı ülkesindeki Hristiyan halka verilmesini istedikleri hakları belirlediler. Osmanlı Devleti’ne bu hakların verilmesini barış yapılmasının ön şartı olarak ileri sürdüler. Avrupalı devletler yapılacak barış antlaşmasında Hristiyanlara verilecek bu hakların da yer almasını istiyorlardı. Bu durumun Avrupalı devletlerin içişlerine karışmasına ortam hazırlayacağından çekinen Osmanlı Devleti daha erken davranarak Islahat Fermanı’nı ilan etti (1856). Islahat Fermanı ile ilgili madde Paris Antlaşması’nda yer almıştır.
Islahat Fermanı’nın başlıca maddeleri şunlardır:
a. Din ve mezhep özgürlüğü sağlanacak, okul, kilise ve hastane gibi binalar tamir ve yeniden inşaa edilebilecektir.
Bu hükümle; Hristiyanlara tam bir dini serbestiyet getirilmiş, açılan okullar milli isyanların artmasına neden olmuştur.
b. Resmi yazılarda Hristiyanları küçük düşürücü sözler ve deyimler kullanılmayacaktır.
Bu hükümle; gayrimüslimlerin isyanlarının önlenmesi ve Müslüman – Hristiyan çatışmasının ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.
c. Hristiyan ve Museviler devlet memuru olabilecek, çeşitli okullara girebilecektir.
Bu hükümle; Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki en önemli ayrılık giderilmiştir.
d. İşkence, dayak ve angarya kaldırılacaktır.
e. Vergiler herkesin gelirine göre toplanacak ve iltizam usulü kaldırılacaktır.
f. Askerlik için nakdi bedel kabul edilecektir.
Bu hükümle; Hristiyanlar para ödeyerek askerlik görevinden muaf tutulmuştur.
g. Hristiyanların il meclisine üye olmaları kabul edilecektir.
Islahat Fermanı’ndan sonra Hristiyanların çoğunlukta olduğu yerlerde yerel yönetim Hristiyanların denetimine geçti. Bu durum devletin parçalanmasını hızlandırmıştır.
h. Yapılacak antlaşmalarla yabancı uyruklular vergilerini vermek şartıyla mal ve mülk sahibi olabilecektir.
Bu hüküm, yabancı sermayenin ülkede yatırım yapmasına olanak sağlamıştır.
ı. Mahkemeler açık yapılacak, herkes kendi dinine göre yemin edecektir.
j.Patrikhanede yeni meclisler kurulacak, bu meclislerin aldığı kararlar Bab-ı Ali tarafından tasdik edildikten sonra yürürlüğe girecektir.
Bu hüküm, Balkanlarda yeni Hristiyan devletlerin kurulmasına yol açmıştır.
k.Tarım ve ticaret işleri düzenlenecek, herkes şirket ve banka gibi ticari nitelikli kurumlar açabilecektir.
3. Meşrutiyet Dönemi Yenilikleri
I.Meşrutiyetin İlanı ve Kanun-i Esasi
Sultan Abdülaziz’in meşrutiyete karşı çıkması üzerine Şehzade V.Murat ile anlaşan Mithat Paşa ve arkadaşları Abdülaziz’i tahttan indirdiler. V.Murat’ın sağlık durumu padişahlık yapmaya elverişli olmadığından Yeni Osmanlılar bu defa meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II.Abdülhamit’i tahta çıkardılar. II.Abdülhamit Yeni Osmanlılara verdiği sözü yerine getirerek Mithat Paşa’yı sadrazam yaptı. Mithat Paşa başkanlığında bir kurul oluşturularak ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasi hazırlandı.
Osmanlı Devleti 23 Aralık 1876’da I.Meşrutiyeti ilan etti. I.Meşrutiyet’in ilan edilmesinde;
- Yeni Osmanlıların Meşrutiyet’in ilan edilmesi için çalışmaları
- İstanbul Konferansı’nda Osmanlı Devleti aleyhine karar alınmasının önlenmek istenmesi
- İmparatorluk içindeki ulusların isyan etmelerinin önlenmek istenmesi
etkili olmuştur.
Kanun-i Esasi’nin Önemli Maddeleri
1. Saltanat ve hilafet hakkı ve makamı Osmanoğulları soyunun en büyük erkek evladına aittir.
Bu madde Osmanlı Meşrutiyeti’nin monarşik karakter taşıdığını göstermektedir.
2. Devletin dini İslam’dır. Yasalar dini hükümlere aykırı olamaz.
Bu madde Osmanlı anayasasının teokratik ağırlıklı bir yapıya sahip olduğunu gösterir.
3. Yasama görevi Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi’ne verilmiştir.
4. Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecekti. Mebusan Meclisi’nin üyeleri dört yılda bir yapılan seçimle her 50.000 Osmanlı erkeğinin seçeceği milletvekillerinden oluşacaktır.
Osmanlı Devleti’nde parlamenter sisteme geçilmiştir.
5. Yürütme yetkisi; başında padişahın bulunduğu Bakanlar Kurulu’na (Heyet-i Vükela’ya) verilmiştir.
6. Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecektir.
Bu maddeler Mebuslar Meclisi’nin etkinliğini azaltmış ve bir danışma meclisi durumuna düşürmüştür.
7. Bakanlar Kurulu’nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, atar ve gerektiğinde azleder.
8. Mebuslar Meclisi’nin başkanı ve iki yardımcısı meclisin gösterdiği adaylar arasından padişah tarafından seçilir.
9. Meclisi açmak ve kapatmak padişaha aittir.
10.Hükümet meclise karşı değil, padişaha karşı sorumlu olacaktır.
Bu madde, padişahın yetkilerinin milli iradenin üstünde olduğunu göstermektedir.
11.Anayasada kişi özgürlüğü, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, din özgürlüğü, basın özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, vergi eşitliği, yasal eşitlik ve dilekçe hakkı gibi temel haklar yer almıştır.
Osmanlı Devleti’nde kişisel haklar ve özgürlükler genişlemiş ve anayasa güvencesine alınmıştır.
12.Padişah, devlet güvenliğini bozduğu gerekçesiyle polis araştırması yaptırabilecek ve sonunda suçlu görülen kişileri sürgüne gönderebilecektir.
Kanun-i Esasi’nin Önemli Özellikleri
- Osmanlı halkı ilk defa seçme ve seçilme hakkını kullanmıştır.
- Padişahın Ayan Meclisi üyelerini kendisinin seçmesi ulus egemenliği ilkesine ters düşmektedir.
- Bu anayasa, Prusya ve Belçika anayasaları incelenerek bir heyet tarafından düzenlenmiştir.
- Osmanlı – Rus Savaşı sırasında II.Abdülhamit, Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak meclisi tatil etmiştir (14 Şubat 1878). Bu kararın alınmasında meclisin etnik yapısının çalışmaları aksatması da etkili olmuştur.
II.Meşrutiyet’in İlanı
II.Abdülhamit’in Mebuslar Meclisi’ni kapatması ve anayasayı yürürlükten kaldırması meşrutiyet yanlılarını yeniden harekete geçirdi. Meşrutiyet yanlıları 1889 yılında İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ni kurarak örgütlendiler. Cemiyet daha sonra adını İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değişmiştir. Cemiyet üyeleri faaliyetlerini genişleterek yurt içinde ve dışında cemiyetin şubelerini açtılar.
Rus çarı ve İngiltere kralının Reval’de biraraya gelerek Boğazlar sorununu görüşmeleri ve Makedonya’da ıslahat yapılmasını istemeleri İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni telaşlandırdı. Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını engellemek isteyen İttihatçı subaylardan Enver Bey Selanik’te, Resneli Ahmet Niyazi Bey Manastır’da kendilerine bağlı birliklerle ayaklandılar. Rumeli’de Meşrutiyet isteğiyle gösterilerin artması sonucunda II.Abdülhamit meşrutiyetin yürürlüğe girdiğini ilan etmek zorunda kaldı (23 Temmuz 1908).
Bir süre sonra meşrutiyete karşı olanlar ayaklandılar (13 Nisan 1909). Bu isyan Rumi takvime göre 31 Mart’ta çıktığından 31 Mart İsyanı olarak adlandırılmıştır. İsyanın çıkmasında Avrupalı devletlerin askerler arasında yaptığı propagandaların yanısıra halkın dini duygularının istismar edilmesinin de etkisi olmuştur. İsyan kısa sürede büyüyünce İttihat ve Terakki Cemiyeti Mahmut Şevket Paşa komutasında Hareket Ordusu adı verilen bir kuvveti Selanik’ten İstanbul’a gönderdi. Ordunun kurmay başkanı Mustafa Kemal’di. Hareket ordusu isyanı kısa sürede bastırdı. İsyandan sorumlu olduğu gerekçesiyle II.Abdülhamit tahttan indirilerek V.Mehmet Reşat padişah ilan edilmiştir.
II.Meşrutiyet Dönemi’nde Kanun-i Esasi’de Yapılan Önemli Değişiklikler
a. Padişah Mebuslar Meclisi’nde anayasaya bağlılık yemini edecektir.
Kanun üstünlüğü ilkesi pekiştirilmiştir.
b. Padişah Bakanlar Kurulu’nun yalnızca başkanını seçmekle yükümlüdür.
c. Bakanlar Kurulu Mebuslar Meclisi’ne karşı sorumludur.
Padişahın yürütmeyle ilgili yetkileri kısıtlanmış, millet iradesi yürütme organı üzerinde denetim hakkı elde etmiştir.
d. Mebuslar Meclisi başkanını kendisi seçer.
e. Ekonomi, ticaret ve barış antlaşmaları, Mebuslar Meclisi’nin onayından sonra yürürlüğe girer.
f. Mebuslar Meclisi ve Ayan Meclisi padişahtan izin almadan yasa önerme hakkına sahiptir.
g. Padişah, veto ettiği bir yasa tasarısı değişmeden yeniden mecliste kabul edilirse bu tasarıyı onaylamak zorundadır.
e, f ve g maddeleri padişahın yasama yetkisinin kısıtlandığını göstermektedir.
h. Padişahın meclisi feshetme yetkisi oldukça zorlaştırılmıştır.


OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DAĞILMASI ve DAĞILMAYI ÖNLEME ÇABALARI

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DAĞILMASI
1. Panslavizm Hareketleri
Slav asıllı toplulukları (Rus, Sırp, Leh, Çek, Hırvat, Slovak, Bulgar, Ukrayn, Sloven, v.s.) siyasal ve kültürel bakımdan birleştirmek isteyen harekete Panslavizm denilir. 19. yüzyılın ilk yarısında Doğu Avrupa’da başlayan bu hareket küçük slav toplulukları güçlendirmeyi amaçlıyordu. Rusya, 1856 Paris Antlaşması’nda amaçlarının engellenmesiyle Panslavizm politikasına yeni bir boyut kazandırmış ve zamanla bu politikasını bütün Slavları Rusya’nın liderliği altında birleştirme şekline dönüştürmüştür.
Rusya Panslavizm politikasıyla; Osmanlı Devleti’ni içişlerine karışarak parçalamayı, Balkanlar üzerinden sıcak denizlere ulaşmayı amaçlamıştır.
1870 yılında İtalya’nın birliğini kurarak Avusturya ile, 1871 yılında Almanya’nın Fransa ile savaşa başlaması, Avrupa’nın siyasal dengesini bozmuştur. Rusya, Avrupa’daki gelişmelerden yararlanmak amacıyla Paris Antlaşması’nın “Karadeniz’in tarafsızlığı” maddesini tanımadığını açıklamış, Rusya’nın bu açıklamasından sonra İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Avusturya ve İtalya’nın katılımıyla 1871 yılında bir konferans düzenlenerek;
- Paris Antlaşması’ndaki Karadeniz’in tarafsızlığını içeren madde kaldırılmıştır.
- Boğazların savaş gemilerine kapalılığı ve Karadeniz’in bütün devletlerin ticaretine açılması kabul edilmiştir.
2. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı
İstanbul Konferansı’ndan sonra Rusya, konferans kararlarının uygulanmaya konulması için girişimlerde bulundu. Avrupa devletleriyle işbirliği yapan Rusya bir yandan da savaş hazırlıklarını sürdürüyordu. İngiltere, çıkabilecek yeni bir savaşı önlemek için Londra’da bir konferans daha toplanmasını sağladı. Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’ne verilmek üzere Londra’da bir protokol imzaladılar. Bu protokole göre Osmanlı Devleti’nden;
- Osmanlı topraklarından Bosna – Hersek ve Bulgaristan’da ıslahat yapılması ve yapılacak ıslahatların İstanbul’daki elçiler tarafından kontrol edilmesi
- Türk ordularının bu yörelerden çekilmesi
- Osmanlı ordusunun bir kısmının terhis edilmesi
istenmiştir.
Avrupa devletleri yukarıdaki kararlarla, bahsedilen yörelerin yönetimde özerklik kazanmasına ortam hazırlamaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti, katılmadığı konferansta alınan kararları kabul etmedi. Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı ve bir süre sonra Romanya da Rusya’nın yanında yer aldı. Bu gelişmeden sonra Balkanlarda isyanlar yeniden başladı.
Ruslar Osmanlı orduları karşısında büyük başarılar kazanmışlar ve Edirne’yi alarak İstanbul yakınlarındaki Çatalca’ya kadar ilerlemişlerdir.
İstanbul’un Rusların eline geçmesinden çekinen Osmanlı Devleti barış istedi. Barış görüşmeleri Ayastefanos’ta (Yeşilköy) yapıldı (Mart 1878). Rusya’nın çok güçlenmesi menfaatlerine ters düşen İngiltere’yi harekete geçirdi. Avusturya, Balkanlara yayılmayı amaçladığından antlaşmaya tepki gösterdi. Almanya da bu devletlere katılınca Ayastefanos Antlaşması uygulanmamış, yerine Berlin Antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşmaya göre;
1. Bulgaristan üçe ayrılmıştır:
- Asıl Bulgaristan, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir prenslik olacaktır.
- Doğu Rumeli’ye muhtariyet verilecektir.
- Makedonya, ıslahat yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktır.
2. Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olacaktır.
3. Kars, Ardahan ve Batum Rusya’ya, Doğu Beyazıt Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktır.
4. Girit’te Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahat yapılacaktır.
5. Bosna – Hersek, Osmanlı Devleti’nin topraklarından sayılacak, fakat geçici olarak yönetimi Avusturya’ya bırakılacaktır.
BERLİN KONGRESİ’NDEN SONRAKİ GELİŞMELER
1. Ermeni Sorunu
Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşayan Ermeniler, Türk hoşgörüsüyle varlıklarını devam ettirmişler, bakanlık ve elçilik gibi önemli görevlere getirilmişlerdir. Büyük şehirlerde yaşayan Ermeniler ticaret, sanayi ve bankerlik gibi işlerle uğraşmışlardır.
19. yüzyılda ulusçuluk akımlarının yayılmasından sonra Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermeniler, Rusya ve İngiltere tarafından kışkırtılarak Osmanlı yönetimine karşı isyan etmeleri sağlanmıştır. Rusya ve İngiltere Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti’nin kurulmasını farklı amaçlarla desteklemişlerdir.
Ermeni sorunu ilk defa 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında çıkmış ve Berlin Kongresi’nde uluslararası politika konusu haline gelmiştir. Savaşın sonucunda Berlin Antlaşması’nda Ermenilerin oturduğu yerlerde ıslahat yapılmasına ilişkin hükümler, Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmalarına ortam hazırlamıştır.
Ermeniler, Berlin Antlaşması’ndan sonra Rusya ve İngiltere’nin yardımıyla örgütlendiler. Ermenilerin en önemli ihtilalci komiteleri, İsviçre’de kurulan Hınçak (1887) ve Tiflis’te kurulan Taşnak (1890) komiteleridir. Daha sonra birleşen bu komiteler;
- Terör hareketlerine başlayarak Erzurum, Van, Bitlis ve İstanbul’da ayaklanmalar çıkarmıştır.
- Osmanlı padişahı II.Abdülhamit’e suikast düzenlemişler ve hükümete karşı ayaklanmışlardır.
- I.Dünya Savaşı sırasında Türk halkına saldırılarını artırmışlardır.
2. Düyun-u Umumiye İdaresi’nin Kurulması
1850 yılında Osmanlı Devleti’nin iç kaynakları tükenme noktasına gelmişti. Bu durum yabancı devletlerden borç para alınmasını gündeme getirmiş ve Kırım Savaşı da dış borçlanmayı hızlandırmıştır. Böylece Osmanlı Devleti, ilk defa İngiltere ve Fransa’dan borç alarak dış borçlanma sürecini başlatmıştır (1854). Sürekli savaşlar ve ekonomik bunalımlardan dolayı dış borçlanma süreci 1854 – 1877 yılları arasında artarak devam etmiştir. Borç veren ülkeler, borcun faizini peşin olarak kesiyorlardı. Bu nedenle alınan borç paranın ancak yarıdan biraz fazlası net gelir olarak hazineye giriyordu. 1875 yılında devlet bütçe açıkları nedeniyle yeni borçlanmaya gidemeyeceğini ve borçların taksitlerinin yarısını ödeyebileceğini ilan etti. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nın ağır mali yük getirmesi üzerine Osmanlı Devleti, Muharrem Kararnamesi ile, borçlarını ve faizlerini nasıl ödeyeceğini alacaklı devletlerin temsilcileriyle anlaşarak belirledi (20 Aralık 1881). Aynı tarihte borçların ödenmesi için Düyun- u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Yabancı devletlerin üyelerinden oluşan Düyun-u Umumiye; tütün, ispirto, pul, tuz ve orman gibi sağlam gelir kaynaklarına el koydu. Düyun- u Umumiye İdaresi bu vergilerden elde edilen geliri alacaklı devletlerin hesabına aktarmıştır.
Düyun- u Umumiye’nin kurulmasıyla Osmanlı Devleti ekonomik yönden Avrupalı devletlerin denetimine girmiştir. Ekonomik bağımlılık dışa karşı siyasal yönden güçlü olunmasını engellemiştir. Dış borçlar sorunu Lozan Antlaşması’yla çözümlenmiştir.
3. Kıbrıs’ın Kaybedilmesi
İngiltere, Berlin Kongresi’nin toplanması ve kongrede Osmanlı Devleti’nin yanında yer alma karşılığında Kıbrıs’ın kendisine üs olarak verilmesi talebinde bulundu. Kıbrıs’ı üs yapmakla Rusların Akdeniz’e inmesini engellemeyi, Doğu Akdeniz ve Süveyş kanalını kontrol etmeyi amaçlıyordu. Yapılan antlaşma ile Kıbrıs üs olarak İngiltere’ye bırakıldı (4 Haziran 1878).
Kıbrıs geçici olarak verildiği halde İngiltere, Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’na girmesi üzerine adayı topraklarına kattığını açıklamıştır.
DAĞILMAYI ÖNLEME ÇABALARI
19. yüzyılda;
- Ulusçuluk isyanlarının yaygınlaşması
- Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin topraklarına sahip olmak istemeleri
- Büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışarak azınlıkları kışkırtmaları
- Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve topraklarını kendi gücüyle koruyamayacak duruma gelmesi
gibi etkenler Osmanlı Devleti’nin siyasal varlığını devam ettirmesini tehlikeye düşürmüştür. Osmanlı Devleti’nin dağılmasını önlemek ve siyasal varlığını sürdürmek amacıyla bazı düşünce akımları ortaya çıkmıştır.
1. Osmanlıcılık
Osmanlıcılık fikri Tanzimat Dönemi’nin sonlarına doğru ilk defa Genç Osmanlılar adı verilen aydınlar tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıcılık fikrini savunan Genç Osmanlılar, devletin sınırları içerisinde yaşayan bireylerin dil, ırk ve din bakımından hiçbir ayrım gözetmeksizin aynı haklara sahip oldukları kabul edilirse, Osmanlı toplumu içinde bir kaynaşma ve dayanışma sağlanacağı düşüncesindeydiler.
Genç Osmanlılar, Osmanlı ülkesinde yaşayanların bu fikir etrafında birleştirilerek ulusçuluk isyanlarının çıkmasını ve devletin dağılmasını önlemeyi amaçlamışlardır. Bu amaca ulaşabilmek için I.Meşrutiyet ilan edilerek azınlıklar yönetime ortak edilmiştir. Ancak; azınlıkların ısrarla bağımsız olmak istemeleri ve ulusçuluk akımının yaygınlaşması, Avrupalı devletlerin azınlıkları kışkırtmaları ve korumaları, Balkanlarda isyanların çıkması ve Anadolu’da Ermeni olayları Osmanlıcılık düşüncesinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Berlin Antlaşması’yla Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız devletler kurmaları bu durumun birer kanıtıdır.
2. İslamcılık
19. yüzyılda Hristiyan ulusların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmaları üzerine devletin sosyal ve siyasal bütünlüğünü korumak amacıyla İslamcılık fikri ileri sürülmüştür. Bu görüş I.Meşrutiyet döneminin sonlarına doğru güçlenmiştir. İslamcılık düşüncesiyle; imparatorluk içindeki Müslüman unsurlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak ve imparatorluk dışındaki Müslümanları halifelik kurumunun dini gücü etrafında birleştirerek beraber hareket ettirmek amaçlanmıştır.
II.Abdülhamit, “İslamcılık” düşüncesini, resmi bir politika olarak benimsemiştir. II.Abdülhamit, İngiltere ve Rusya’nın egemenliği altında yaşayan Müslümanları bu devletlere karşı kullanmaya çalışmış, fakat bu düşünce devleti dağılmaktan kurtaramamıştır. I.Dünya Savaşı’nda Arapların İngilizlerle birlikte hareket ederek Türk askerlerine saldırmaları, İslamcılık görüşünün Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumada başarılı olamadığını göstermiştir.
3. Türk Birliği (Turancılık)
Türkçülük akımı, bir kültür hareketi olarak başlamış, ancak daha sonra siyasal bir karakter kazanmıştır. Turancılık düşüncesinin amacı, Türkleri bir ülkede, bir yönetim ve bayrak altında toplamaktı. Bu görüşü savunanlara göre; Turancılık devlete milli bir karakter kazandıracak ve bütünlüğünü koruyarak her alanda güçlenmesini sağlayacaktı. Ancak, Osmanlı Devleti’nin niteliğinde, yönetim sisteminde ve hanedanın haklarında bir değişme olmayacaktı.
Turancılık, İttihat ve Terakki Partisi’nin programında yer almış, devlet yönetimine yansıtılmıştır. Türk birliği (Turancılık) düşüncesi Türkiye, Rusya, İran, Afganistan ve Çin’deki Türkçe konuşan Türklerin biraraya gelerek “Turan Devleti” kurma amacını taşıyordu. Bu düşüncenin önünde tek engel Rusya görülüyordu. Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’nda yenilmesi, Turancılık hareketini zayıflatmış ve Türkiye Türklüğü önem kazanmıştır.
4. Türkçülük
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşları’nın olumsuz sonuçları nedeniyle kendisini yıkan ögelerden birinin milliyet ve millet kavramı olduğunu anlamıştı. Osmanlıcılık ve İslamcılık anlayışının terkedilmesiyle ülkede, Türkçülük akımı ön plana çıkarıldı. Bu akımın öncülerinden Ziya Gökalp, çalışmalarıyla Türkçülük akımına toplumsal bir içerik kazandırmıştır. Meşrutiyet dönemi Türkçülük düşüncesinin temsilcileri yaptıkları çalışmalarla, Cumhuriyet dönemi Türkçülüğünü hazırlamışlardır.
5. Batıcılık
Batıcılık, II.Meşrutiyet döneminde bir düşünce akımı haline geldi. Bu görüş, devletin Batılılaşmasıyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahatlar yapılması gerektiğini savunmuştur. Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Süleyman Nazif’in yaptığı Batıcılar; tek kadınla evliliği, kadın özgürlüğünü, medeni kanunun kabulünü, laik mahkemelerin kurulmasını, Latin harflerinin kabulünü, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, modern giysiler giyilmesini istiyorlardı. Türkçülerin “Turan” ideallerine karşılık, Batıcılar “İrfan” idealini savunmuşlardır.
6. Adem-i Merkeziyetçilik
Bu akıma göre, merkezi hükümetin yetkilerinin azaltılması ve imparatorluk içindeki çeşitli unsurların yönetime katılmasının artırılması ileri sürülüyordu. Bu akımın savunucusu Prens Sabahattin’di. Bu akım ile liberal bir ekonomi önerilmiştir.


19. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

19. YÜZYILDAKİ SİYASAL GELİŞMELER
19. yüzyıl başında Osmanlı ordusunun Rusya’ya karşı Tuna boylarına gönderilmesi üzerine, Boğaz’ı korumakla görevli askerler Kabakçı Mustafa önderliğinde ayaklanarak III.Selim’i tahttan indirmişler ve yerine IV.Mustafa’yı tahta çıkarmışlardır (1807). Bu olaydan sonra III.Selim dönemindeki yenilik hareketleri durmuştur. III.Selim taraftarı olan Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa askerleriyle İstanbul’a gelerek IV.Mustafa’nın yerine II.Mahmut’u tahta çıkarmıştır (1808).
1. Sened-i İttifak (1808)
Bu senet II.Mahmut ile ayanlar arasında imzalanmıştır. Ayanlarla II.Mahmut arasında Sened-i İttifak’ın yapılmasında Alemdar Mustafa Paşa önemli rol oynadı. Bu senette şunlar yer almıştır:
a. Ayanlar padişahın emirlerini yerine getirecektir.
- Bu belge Osmanlı Devleti’nin, ayanları tanıyarak hukukileştirdiğini göstermektedir.
- Bu belge Osmanlı Devleti’nin ayanlara söz geçiremeyecek kadar zayıfladığını göstermektedir.
b. Sadrazamın kanun ve ittifaka uygun olarak vereceği emirlere uyulacak, uygun olmayanlara karşı konulacaktır.
c. Ayanlar, devletin eyaletlerden asker almasına karşı gelmeyecektir.
d. Her yerde hazine gelirlerinin devletin koyduğu kanun ve hükümlere göre toplanması sağlanacaktır.
Bu hükümle;
- Devlet vergi adaletini sağlamaya çalışmıştır.
- Kanunlara aykırı olarak toplanan vergilere karşı çıkılmıştır.
e. Ayanlar devlet adamları gibi anlaşmaya uyacaklar, uymayanlara karşı birlikte hareket edilecektir.
f. Padişah aşırı vergi koymayacak, eşit ve adaletli vergi alacaktır.
g. İstanbul’daki yeniçeri ve diğer ocaklarda isyan çıktığında ayanlar emir beklemeksizin İstanbul’a gelerek isyan eden ocağı ortadan kaldıracaktır.
2. Milliyetçilik Hareketleri
Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, Fransız İhtilali’nin getirdiği ulusçuluk akımından en fazla etkilenen devletlerden biridir. 18. ve 19. yüzyıllarda Rusya başta olmak üzere İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti içinde yaşayan ulusları kışkırtmışlardır. Bu kışkırtmalar sonucunda Balkanlarda Sırplar ve Rumlar ayaklanmıştır.
Sırp İsyanı
Osmanlı İmparatorluğu’na karşı milliyetçilik isyanı ilk defa Sırplar tarafından başlatılmıştır.
Sırpların isyan etmesinde;
- Rusya başta olmak üzere bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmaları
- Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması
- Toprak düzeninin bozulması
- Savaş alanı haline gelen Sırbistan topraklarının sık sık el değiştirmesi
- Sırbistan’da görev yapan memurların ve yeniçerilerin halka karşı sorumsuz davranışları
- Milliyetçilik düşüncesinin Sırplar arasında yayılması
gibi nedenler etkili olmuştur.
1804 yılında Sırplar Kara Yorgi başkanlığında ayaklandılar. 1806’da Osmanlı – Rus savaşının başlaması, Sırp isyanının bastırılmasını geciktirmiştir. Çünkü bu savaş sırasında Ruslar Sırpları desteklemiştir. 1806 – 1812 Osmanlı – Rus savaşları sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması’yla Osmanlı Devleti Sırplara bazı ayrıcalıklar vermiştir (1812). Bu ayrıcalıklarla yetinmeyen Sırplar, bağımsızlık yolunu açacak imtiyazlar isteyerek ayaklandılar. Osmanlı Devleti, Napolyon tehlikesinden kurtulan Rusların olaya karışmasını engellemek için Sırplara yeni haklar tanımıştır (1815). Yunan isyanının başlamasından sonra yeniden ayaklanan Sırplar Edirne Antlaşması’yla özerk bir devlet haline gelmiştir (1829). Böylece, içişlerinde serbest hale gelen Sırplar, Rusların Osmanlı Devleti’ne baskıları sonucunda Berlin Antlaşması’yla bağımsız olmuşlardır(1878).
Yunan İsyanı
Osmanlı İmparatorluğu’nda diğer uluslardan daha fazla imtiyaza sahip olan Rumların ayaklanmasında;
- Milliyetçilik akımının Rumlar arasında yaygınlaşması
- Rusya, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa devletlerinin Rumları isyana kışkırtmaları
- Yunanlıların eski Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak istemeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
Rum isyanının yaygınlaşmasında ve başarıya ulaşmasında;
- Ticaret faaliyeti yapan Rumların zenginleşmeleri
- Rumların okullar ve cemiyetler kurarak yapacakları isyan hareketlerine ortam hazırlamaları (Bu cemiyetlerden en önemlisi Etnik-i Eterya’dır).
- Rumların Divan-ı Hümayun elçilik tercümanlığı gibi devletin önemli memurluklarında görev almaları
- Rumların Avrupalı devletler tarafından desteklenmesi
- Osmanlı Devleti’nin Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın isyan etmesi ve devletin isyanı bastırmak için uğraşması gibi gelişmeler etkili olmuştur.
UYARI: Avrupalı devletlerin Rumlarla yakından ilgilenmesinde, Rumları eski Yunan uygarlığını meydana getirenlerin torunları olarak görmeleri ve aynı dinden olmaları etkili olmuştur. Avrupalıların Yunanlıları desteklemeleri, 19. yüzyıl Avrupa diplomasisinde din unsurunun etkili olduğunu göstermektedir.
Rumlar; Rusların desteğini almak ve Balkan uluslarını isyanlarına ortak etmek amacıyla ilk isyanı Eflak’ta başlattılar (1820). Başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimlerden sonra, Rumlar Mora’da isyan başlattılar (1821). İngiltere. Rusya ve Fransa Yunanistan’ın özerkliğini Osmanlı Devleti’ne zorla kabul ettirmek amacıyla harekete geçtiler. Avrupa’nın üç büyük devleti birleşerek Navarin Limanı’nda Osmanlı ve Mısır donanmalarını yaktılar (1827). Navarin Faciası sonucunda;
- Yunan isyanı yeniden başlamıştır.
- Doğu Akdeniz’de Ruslara karşı deniz gücü kalmamıştır.
- Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır.
- Avrupalı devletlerin Yunan isyanına destek vermeleri sonucunda isyan uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Din unsuru diplomaside belirgin bir şekilde görülmüştür.
3. Osmanlı – Rus Savaşı (1828 – 1829)
Osmanlı Devleti, ordusunun önemli bir bölümünü oluşturan Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdı (1826). Yeni bir kara ordusu kurulamadığı için Osmanlı Devleti’nin kara kuvvetleri zayıfladı. 1827 yılında İngiltere, Rusya ve Fransa’dan oluşan ittifak Navarin Limanı’nda Osmanlı donanmasını yaktı. Bu durum Osmanlı deniz gücünü ortadan kaldırdı.
Rusya, Osmanlı Devleti’nin kara ve deniz gücünden yoksun hale gelmesinden yararlanarak;
- Tarihi emellerine ulaşmak ve açık denizlere çıkmak
- Yunanistan’ın bağımsız olmasını sağlamak
gibi amaçlarla Osmanlı Devleti’ne savaş açtı (1828).
Ruslar Rumeli’de ilerleyerek Edirne’yi, Doğu Anadolu’da ise Erzurum’u ele geçirdiler. Avrupa devletlerinden destek alamayan Osmanlı Devleti zor durumda kalmış ve Edirne Antlaşması’nı imzalayarak savaşa son vermiştir (1829). Osmanlı Devleti açısından önemli sonuçlar doğuran Edirne Antlaşması’yla;
- Milliyetçilik isyanları başarıya ulaşmış ve Yunanistan’ın bağımsız olması imparatorluk içindeki diğer uluslara örnek olmuştur.
- Osmanlı Devleti geniş toprak kaybına uğramıştır.
- Devlet ekonomik sıkıntı içerisine girmiş ve yapılacak ıslahatlar aksamıştır.

4. Mısır Sorunu
Yunan isyanının bastırılmasında etkili olan Mehmet Ali Paşa’ya Girit valiliği verildi. Ancak, Yunan isyanı sırasında Mora Osmanlı Devleti’nin elinden çıktığı için Mehmet Ali Paşa’ya verilemedi. Mehmet Ali Paşa II.Mahmut’tan Mora’ya karşılık Suriye valiliğini istedi. Bu isteğin kabul edilmemesi üzerine Mehmet Ali Paşa Suriye’ye güçlü bir ordu gönderdi (1831). İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri üzerlerine gönderilen Osmanlı ordularını mağlup ederek Kütahya’ya kadar ilerlediler (1833). Bu gelişmeler sonucunda zor durumda kalan II.Mahmut, İngiltere ve Fransa’dan yardım istedi. Avrupa devletleri bu olaya ilgi göstermeyince padişah, Osmanlı Devleti’nin düşmanı Rusya’dan yardım istedi. Rusya’nın gönderdiği bir filo İstanbul Boğazı’nı geçerek Büyükdere önlerine geldi.
Bu gelişme İngiltere ve Fransa’yı endişelendirmiş ve iki tarafın arasını bulmak için harekete geçirmiştir. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini istemediklerinden dolayı padişah II.Mahmut ile anlaşması için Mehmet Ali Paşa’ya baskı yaptılar. Sonuçta; Mısır sorunu iç sorun olmaktan çıkmış, Avrupa sorunu haline gelmiştir.
Avrupalı devletlerin baskılarına dayanamayan Mehmet Ali Paşa Osmanlı Devleti ile Kütahya Antlaşması’nı imzalamıştır (1833). Böylece, Kütahya Antlaşması’yla Mısır sorunu geçici olarak çözümlenmiştir.
Kütahya Antlaşması’ndan sonra, Rus donanmasının İstanbul’dan ayrılması gerekiyordu. II.Mahmut; Mısır valisinin yeniden çıkarabileceği bir isyan konusunda İngiltere ve Fransa’ya güvenmediği için Rusya’ya yaklaştı. Sonuçta Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 8 yıl sürecek Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmıştır (1833). Hünkar İskelesi Antlaşması’yla;
- Rusya, Karadeniz’de güvenliğini sağlamıştır.
- Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa’nın herhangi bir saldırısına karşı Rusya’nın desteğini sağlamıştır.
- İngiltere bu antlaşmaya tepki göstermiş ve Boğazlar sorunu ortaya çıkmıştır.
- Osmanlı Devleti, Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını son kez tek başına kullanmıştır.
- Osmanlı Devleti, Rusya’nın himayesi altına girmiştir.
Balta Limanı Antlaşması (1838)
Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere’nin Mısır’daki menfaatlerini kullanarak desteğini sağlamaya çalıştı. İngiltere ise Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumdan ve Bab-ı Ali’nin yakınlaşmasından faydalanarak yeni bir ticaret antlaşmasının yapılmasını istedi. Türk – İngiliz Ticaret (Balta Limanı) Antlaşması’yla;
- Yabancı mallar Osmanlı pazarlarına egemen olmuştur.
- Osmanlı Devleti ekonomik yönden giderek dışa bağımlı hale gelmiştir.
- Osmanlı ülkesinde uygulanan iç gümrük vergisi yabancılardan kaldırılmıştır. Bunun sonucunda yerli tüccarların yabancı tüccarlarla rekabet etmesi zorlaşmış ve ülkede yabancı tüccarların etkisi artmıştır. Bazı yerli tüccarlar ticaret hayatından çekilmiştir.
- Osmanlı ülkesinde ticaret gelirlerinin büyük bir bölümü yabancıların eline geçmiştir.
- Osmanlı Devleti verdiği imtiyazlarla Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere’nin desteğini sağlamıştır.
25 Kasım 1838’de, İngiliz antlaşmasının şartlarıyla Fransa ile Osmanlı Devleti arasında 10 maddelik bir ticaret antlaşması imzalanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti Mehmet Ali Paşa lehine siyaset izleyen Fransa’yı da yanına çekmeye çalışmıştır.
Mısır Sorununun Çözümlenmesi ve 1840 Londra Konferansı
1839 yılında Mehmet Ali Paşa, bağımsızlığını ilan ederek yeniden Osmanlı topraklarına saldırdı. Osmanlı ordusu Nizip Savaşı’nda yenildi. Bu olay başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerini yeniden harekete geçirdi. Avrupalı devletler Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasını önlemek amacıyla konunun bir konferansta görüşülmesini önerdiler. Bu nedenle Londra’da İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın katıldığı bir konferans düzenlendi (1840). Fransa, Doğu Akdeniz’deki siyasal ve ekonomik çıkarlarından dolayı Mehmet Ali Paşa’yı desteklemiş ve Londra’daki konferansa katılmamıştır.
Londra Sözleşmesi’ne göre;
- Mısır valileri rütbe ve kıdem konusunda Osmanlı vezirleriyle eşit haklara sahip olacaktı.
- Mehmet Ali Paşa ve onun soyundan gelen kişiler Mısır’ı yönetecek, Mısır valileri Mehmet Ali Paşa sülalesinden kişiler arasından padişah tarafından seçilecektir.
- Mısır’da vergiler padişah adına toplanacak ve ¼’ü İstanbul’a gönderilecektir.
- Suriye ve Adana valilikleri Osmanlı Devleti’ne geri verilecektir.
- Tanzimat Fermanı’nın esasları ve Osmanlı Devleti’nin imzaladığı antlaşmalar Mısır’da da geçerli olacaktır.
- Osmanlı Devleti’nde kabul edilen kanunlar Mısır’da da geçerli olacaktır.
- Belirtilen şartlara uyulmadığı takdirde Mısır’a verilen imtiyazlar hükümsüz sayılacaktır.
Bu sözleşme ile;
- Mısır özerk bir eyalet haline gelmiştir.
- Mısır sorunu çözümlenmiştir.
- Mısır isyanı Osmanlı Devleti’nin bir valisine söz geçiremeyecek kadar zayıfladığını ortaya koymuştur. İstanbul ve Anadolu’nun güvenliği Avrupalı devletler tarafından sağlanmıştır.
5. Boğazlar Sorununun Çözülmesi
Mısır sorununun çözümlenmesinden sonra Avrupalı devletler Boğazlar sorununu ele aldılar. Boğazlar sorunun görüşmek üzere İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı Devleti temsilcileri Londra’da toplandılar. Yapılan çalışmalar sonucunda Londra Boğazlar Sözleşmesi imzalandı (1841). Londra’da Boğazların Osmanlı egemenliğinde kalması ve bütün savaş gemilerine kapalı tutulması kabul edilmiştir.
- Boğazlar uluslararası bir statü kazanmıştır.
- Rusya, Hünkar İskelesi Antlaşması ile elde ettiği imkanları kaybetmiştir. Ancak, Karadeniz’deki güvenliğini devam ettirmiştir.
- İngiltere ve Fransa bu antlaşmadan karlı çıkmıştır.
- Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona ermiştir.
6. Büyük Devletlerin Osmanlı Politikaları
İngiltere’nin Osmanlı Politikası
Büyük bir sömürge imparatorluğu kuran İngiltere, 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı toprak bütünlüğünü savunmuştur. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumasında;
- Sömürgelerine giden en kısa yolların, zayıflamış olan Osmanlı Devleti’nin topraklarından geçmesi ve yolların serbestçe kullanılması
- Sömürgelerine giden yolların güvenliğinin sağlanması
- Osmanlı Devleti’nin hammadde ve pazar olanaklarından yararlanması
- Rusya ve Fransa gibi devletlerin Osmanlı Devleti’ne hakim olmasını engellemek istemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
İngiltere, 1878’den sonra Osmanlı toprak bütünlüğünü korumaktan vazgeçmiştir. Bunda Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya yaklaşması, İngiltere’nin Osmanlı ülkesindeki stratejik önemi olan yerlere hakim olma düşüncesi ve Osmanlı Devleti’nin iyice zayıflaması gibi nedenler etkili olmuştur.
Fransa’nın Osmanlı Politikası
Kanuni döneminde başlayan dostluk, Fransa’nın Mısır’ı işgaliyle bozulmuştur (1798). Fransa daha sonraları Osmanlı topraklarını ele geçirmek için Cezayir ve Tunus’u topraklarına katmıştır. Fransa I.Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’da işgal faaliyetlerine katılmıştır.
Rusya’nın Osmanlı Politikası
Çar I.Petro ile belirlenen Rusya’nın Osmanlı politikasının amacı İstanbul’u ve Boğazları ele geçirerek sıcak denizlere ulaşmaktı. Bu amaçla Rusya, Osmanlı Devleti’yle sürekli savaşlar yaptı. Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Ortodoksların koruyuculuğunu üstlenen Rusya, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma olanağı elde etti. Balkan milletlerini Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttı ve destekledi. Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması ile Rusya’nın emelleri bir süre engellendi. Ancak, Rusya Panislavizm propagandası ile bütün Balkanları harekete geçirmeye çalıştı. Ermenileri isyana teşvik etti. I.Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Fakat Bolşevik İhtilali’nden dolayı Anadolu’nun işgalinde yer alamamıştır.
Almanya’nın Osmanlı Politikası
Almanya, İngiltere’nin sömürgelerine giden yolları ele geçirmek ve İngiltere’nin pazarlarına sahip olmak istiyordu. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’yle yakınlaştı. İngiltere 1878’den sonra Osmanlı toprak bütünlüğünden vazgeçtiğinden Osmanlı Devleti Almanya’ya yakınlık duydu. Almanya bu sayede çeşitli siyasi ve ekonomik çıkarlar elde etti. Örneğin, Bağdat demiryolu yapımını Almanlar gerçekleştirdi. Osmanlı Devleti’nde Alman uzmanlar görev yapmıştır.
 
7. Kırım Savaşı
Kırım Savaşı’nın Nedenleri
- Rusya’nın tarihi emellerini gerçekleştirerek sıcak denizlere ulaşmak istemesi
- İngiltere’nin Osmanlı toprak bütünlüğünü savunması üzerine Rusya’nın kutsal yerler sorununu gündeme getirmesi
- Rusya’nın Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında iyi ilişkiler kurulmasını ve yapılan yeniliklerle güçlenmesini istememesi
- İstanbul’a gelen Rus elçisinin protokol kurallarına uymaması ve devlet adamlarına baskı yapması üzerine Osmanlı Devleti’nin elçiyi ülkesine göndermesi
- Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne Ortodoks kilisesinin kutsal yerlerle ilgili isteklerini onaylattıktan sonra, Osmanlı sınırları içindeki bütün Ortodoksların Rusya tarafından himaye edilmesini istemesi
gibi istekler ve davranışlar Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve egemenlik haklarına aykırı olduğundan kabul edilmemiş, bu durum Rusya ile Osmanlı Devleti’nin ilişkilerinin kesilmesine neden olmuştur.
Rusya’nın Sinop’ta Osmanlı donanmasını yakması üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti ile bir ittifak antlaşması imzalayarak Rusya’ya savaş ilan ettiler (1854). Müttefikler Kırım’da Sivastopol’u ele geçirince Rus çarı barış istemek zorunda kaldı. Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Piyemonte, Avusturya ve Prusya’nın katıldığı Paris Barış Konferansı toplandı. Yapılan görüşmeler sonucunda Paris Antlaşması imzalandı (1856).
Paris Antlaşması ve Önemi
1. Osmanlı Devleti Avrupa devleti sayılacak, devletler genel hukukundan yararlanacak ve toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerin garantisi altında olacaktır.
Bu maddeyle;
- Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerin garantisi altına girmekle, kendini koruyamayacak kadar zayıf bir devlet olduğunu kabul etmiştir.
- İngiltere ve Fransa, çıkarlarının tehlikeye girmesine seyirci kalmayacaklarını göstermişlerdir.
- Osmanlı Devleti, Rusya’ya karşı oluşturulan Avrupa devletler topluluğuna kabul edilmiştir.
- Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerinin koruması altına girmesi, devlet adamlarının Tanzimat’la başlayan ıslahat sürecini rahatlıkla devam ettirmesini sağlamıştır.
2. Karadeniz tarafsız hale getirilecek, sadece ticaret gemilerine açık olacak; Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz’de savaş gemisi bulunduramayacak ve tersane kuramayacaklardır.
Bu maddeyle;
- Osmanlı Devleti savaşı galip bitirmesine rağmen, yenik bir devlet durumuna düşürülmüştür.
- Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri bir süre için engellenmiştir.
- İngiltere ve Fransa, Akdeniz’deki güvenliklerini korumuşlardır.
3. İki taraf savaşta aldıkları yerleri geri verecektir.
4. Boğazlar konusunda 1841 tarihli Londra Boğazlar Antlaşması geçerli olacaktır.
Bu maddeyle; Boğazlar üzerinde uluslararası statü devam etmiştir.
5. Eflak ve Boğdan’ın sahip oldukları haklar ve ayrıcalıklar genişletilecek, bu beyliklerin ve Sırbistan’ın hakları antlaşmayı imzalayan devletlerin ortak garantisi altında bulunacaktır
Bu maddeyle;
- Avrupalı büyük devletler Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmışlardır.
- Büyük devletler Balkan uluslarının bağımsızlığına ortam hazırlamışlardır.
- Rusya’nın Balkanlara sarkarak etkinlik kazanması engellenmiştir.
6. Avrupa devletleri Islahat Fermanı’nı memnunlukla karşılamışlar ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmamayı kabul etmişlerdir.
Bu maddeyle;
- Islahat Fermanı’nın antlaşmada yer alması Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmalarına zemin hazırlanmıştır.
- Islahat Fermanı Avrupalı devletlerin baskısıyla hazırlanmıştır.
Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması sonucunda;
- Rusya, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma şeklindeki imtiyazlarını kaybetmiştir.
- Osmanlı Devleti ilk defa bu savaş sırasında dışarıdan borç para almıştır.
- Rusya, Ortodokslar için Küçük Kaynarca’da elde ettiği söz söyleme hakkını kaybetmiştir.
- Osmanlı Devleti yeni teknolojik gelişmelerle (telgraf, demiryolu...) tanışmıştır.
Osmanlı Devleti’ne Paris Antlaşması’yla verilen garantiler kağıt üzerinde kalmış, sağlanması öngörülen barış ve güven ortamı kısa sürmüştür.


YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...