14 Ocak 2014 Salı

OSMANLI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI

1. Osmanlılarda Egemenlik Anlayışı
Osmanlı Devleti’ne kadar kurulan Türk devletlerinde “Ülke hükümdar üyelerinin ortak malı sayılmıştır.” Bu kural hanedan üyeleri arasında sürekli taht kavgalarına ve Türk devletlerinin parçalanmasına neden olmuştur. Osmanlı padişahları bu olumsuzlukları engellemek için merkezi otoritenin kurulmasına önem vermiş, bu amaçla I. Murat döneminde “devlet yönetiminin hükümdar ve oğullarına ait olduğu” kural haline gelmiştir. Fatih döneminde çıkarılan Kanunname-i Al-i Osman ile devletin bütünlüğünü korumak ve “nizam-ı alemi” kurmak için padişahlara kardeşlerini öldürme izni verilmiştir. Bu kanunname ile Osmanlı İmparatorluğu merkeziyetçi ve mutlakiyetçi bir karakter kazanmıştır. Osmanlı devleti 16. yüzyıl başlarında halifeliğin kendine geçmesinden sonra mutlakiyetçi ve teokratik bir imparatorluk haline gelmiştir.
III. Mehmet’in ölümünden sonra Osmanlı tahtına I.Ahmet (1603-1617) geçmiştir. Osmanlı hanedanının devamını sağlamayı düşünen devlet adamları I.Ahmet’in çocuğu olmadan genç yaşta vefat etme olasılığını göz önüne alarak kardeşi Mustafa’nın akıl hastası olduğunu ileri sürmüşler ve saltanat yasasını uygulatmamışlardı. I.Ahmet 27 yaşında vefat etmiş ve çocukları küçük yaşta olduğu için devlet adamları yaşı daha elverişli olan şehzade Mustafa’yı tahta çıkardılar. Bu olaydan sonra tahta çıkma kuralı hanedanın en yaşlı ve en akıllı üyesinin padişah olması (Ekber ve erşed) şeklinde uygulanmıştır. Böylece taht kavgaları önlenmiştir. Ancak şehzadeler tecrübe kazanmaları için sancaklara gönderilmediğinden;
- Şehzadeler yönetim tecrübesi kazanamadan tahta çıktılar.
- Şehzadeler halkı ve ülkeyi yakından tanıma olanaklarını kaybettiler.
Bu gelişmeler sonucunda devlet işlerinde saray kadınları ve ağaları etkili oldu. Yükselme Devri’nin padişahları kadar yönetimle yakından ilgilenmeyen 17. ve 18. yüzyıllardaki padişahlar devlet işlerini sadrazamlara bırakmışlardı.
Devlet adamları arasında çekişme, rüşvet ve adam kayırma gibi yolsuzluklar arttığı için ehil olmayan kişiler önemli makamlara getirilmiştir.
17. yüzyılın sonlarından itibaren Divan-ı Hümayun’un yönetimdeki önemi azalmış ve Divan toplantıları aksamıştır. I.Mahmut ve III.Osman dönemlerinde Divan toplantıları kaldırılarak devlet işleri Bab-ı Ali adı verilen Sadrazam Divanı’nda görüşülmeye başlanmıştır. Bu durum sadrazamların gücünün arttığını göstermektedir.
Padişahlar ve devlet adamları üzerinde etkili olan kapıkulu askerleri; özellikle yeniçeriler devlet adamlarını yönlendirmişlerdir. Disiplinsiz hareket eden, askerlik görevini gereği gibi yerine getirmeyen ve sayıları artan kapıkulu askerleri yenileşme hareketlerini engellemişlerdir.
Padişah yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini kendisinde toplamıştır. Bu nedenle padişahın yetkileri mutlaktır. Padişahlar değişik alanlardaki uygulamalarında İslam hukukuna ve Türk töresine ters düşmemek kaydıyla sınırsız kanun koyma yetkisine sahipti.
2. Merkez Teşkilatı
Osmanlı Devleti’nde bütün teşkilat, padişahın mutlak ve ortak olunmaz egemenliğini gerçekleştirme üzerine kurulmuştu. Bu nedenle; hükümet, eyaletlerin yönetimi, ordu ve ülkenin her tarafındaki bütün birimler padişahın şahsına bağlı olarak teşkilatlandırılmıştır.
Divan-ı Hümayun
Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun Orhan Bey tarafından kurulmuş, daha sonraki dönemlerde geliştirilmiştir. Bugünkü Bakanlar Kurulu’na benzeyen Divan-ı Hümayun’da devletin önemli siyasal, sosyal, ekonomik, hukuksal sorunları görüşülürdü. Divan her milletten ve dinden vatandaşlara açıktı.
Kuruluş Devri’nde Divan padişahın başkanlığında toplanmış ve karar alma organı gibi çalışmıştır. Fatih’ten itibaren Divan üyelerinin fikirlerini rahatça söyleyebilmesi için padişahlar Divan toplantılarına katılmamıştır. Bu uygulamadan sonra Divan’a sadrazamlar başkanlık yapmaya başlamıştır. Böylece;
- Sadrazamlık makamının önemi artmış ve sadrazamlar siyasal yönden güçlenmiştir.
- Divan-ı Hümayun karar organı olmaktan çok danışma kurulu şeklinde çalışmaya başlamıştır.
UYARI:
- Divan-ı Hümayun yargı ve yönetimde en üst kurumdur. Divan-ı Hümayun’a bu görevlerin yüklenmesi, merkezi yönetim anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
- Divan-ı Hümayun bugünkü Bakanlar Kurulu’ndan üyeleri atama yoluyla belirlenmesi ve mahkeme gibi çalışması yönleriyle ayrılır.
Divan-ı Hümayun’da padişaha ait yetkileri kullanmak üzere görevlendirilmiş üç kolun temsilcileri vardı. Padişah adına yönetim, askerlik ve yürütme seyfiye sınıfı; eğitim – öğretim, fetva, hukuksal işler ve yargı ilmiye sınıfı, bürokrasi, diplomasi ve mali işler kalemiye sınıfı tarafından temsil edilmiştir. Divan-ı Hümayun’da veziriazam, vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancı, reisülküttap ve kaptan-ı derya daimi üyelerdir. Şeyhülislam Divan’ın daimi üyesi değildir.
UYARI: II.Mahmut, Divan-ı Hümayun’u kaldırarak yerine bakanlıkları kurmuştur. Bu düzenlemeler sonucunda Sadrazamlık Başvekalete, Reisülküttaplık Hariciye Nazırlığı’na dönüştürülmüştür.
3. Toprak Yönetimi
Osmanlı İmparatorluğu’nda topraklar üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan “Öşri” topraklar Müslümanların elinde bulunur ve 1/10 oranında vergi alınırdı. “Haraci” topraklar, Müslüman olmayan halkın elindeki topraklardı. Osmanlı Devleti, bu topraklardan dolayı gayrimüslim halkın elde ettikleri ürünlerden 1/10 ve 1/5 gibi oranlarda vergi almıştır. Öşri ve Haraci topraklar özel mülkiyeti olan topraklardır. Bu toprakların sahipleri mülklerinin satabilir, vakfedebilir veya miras bırakabilirdi.
Miri topraklar ise devlete aitti. Devlet bu toprakları ekip biçmek koşuluyla halka dağıtırdı. Bu tür toprakları ekip biçenler kiracı durumunda olup toprakları satamazlardı. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakanlardan üretim faaliyetlerini aksattıkları için “çiftbozan akçesi” adıyla vergi alınırdı. Miri araziler yirmibeş kısma ayrılmıştır. Başlıcaları şunlardır:
Dirlik
Asker yetiştirmek ve devlet memurlarının maaşlarını karşılamak amacıyla ayrılan devlet topraklarına dirlik denir. Miri arazilerin önemli bir bölümü olan dirlik arazilerini işleyenler ödemeleri gereken vergileri devletin göstereceği memurlara veya sipahilere verirlerdi. Dirlikler gelirlerine göre; Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üçe ayrılmıştı:
Has: Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan topraklardır. Haslar padişaha, şehzadelere, Divan üyelerine, beylerbeylerine ve sancakbeylerine verilirdi has sahipleri dirliklerinin gelirine göre asker beslerdi.
Zeamet: Yıllık geliri 20.000 ile 100.000 akçe arasında olan dirliklerdir. Zeametler kadılar, hazine ve tımar defterdarları, alaybeyleri ve divan katipleri gibi orta dereceli memurlara verilirdi. Zeamet sahipleri ilk 20.000 akçeden sonra her 5.000 akçe için bir atlı asker beslerdi.
Tımar: Yıllık 1.000 ile 20.000 akçe arasında gelire sahip olan topraklara denirdi. Tımarlar savaşlarda yararlılık gösteren kişilere verilir, tımar beyleri her 3.000 akçe için bir atlı asker beslerlerdi. Dirlik sahiplerinin asker yetiştirmek ve gerektiğinde savaşa gitmek, üretimin sürekliliğini ve artışını sağlamak, bölgeyi yönetmek ve güvenliğini sağlamak, halkı korumak ve vergileri toplamak gibi görevleri bulunuyordu. Tımar sisteminin Osmanlı Devleti’ne faydaları şunlardır:
- Devletin vergi toplama yükü azalmıştır.
- Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan tımarlı sipahiler sürekli savaşa hazır tutulmuştur.
- Üretimin artışı ve devletin iktisadi yönden güçlenmesi sağlanmıştır.
- Ülkede güvenlik sağlanmıştır.
İltizam Sistemi
Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyılda bazı eyaletlerin vergi gelirlerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığında şahıslara satılmasına iltizam sistemi denilmiştir. Bu kişilere de mültezim adı verilmiştir.
16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sınırları çok genişlediğinden hem devletin giderleri artmış, hem de uzak bölgelerde vergilerin toplanmasında sorunlar çıkmıştı. Bu nedenle merkeze uzak eyaletlerde tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Kanuni döneminde başlayan bu uygulamaya göre mültezim, tımar sahibi gibi vergiye konu olan faaliyeti yapan ve bölgeyi yöneten kişiydi. Dirlik sahibinin hakları mültezimlere de verilmiştir. İltizam sisteminin uygulanması sonucunda;
- Devlet eyaletlerin vergi gelirlerini peşin alarak nakit ihtiyacını karşılamış, alınan paralarla yönetici ve askerlerin maaşlarını karşılamıştır.
- Mültezime bırakılan topraklarda asker yetişmemiş, tımarlı sipahilerin önemi azalmıştır.
- Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve gerekli denetimlerin yapılmamasından dolayı fazla vergi alınarak halk zor duruma düşürülmüştür.
18.yüzyılda taşra teşkilatı bozulmuş ve merkezi yönetimle bağları zayıflamıştır. 18.yüzyılda eyalet ve sancaklar “arpalık usulü” denilen bir yolla yüksek dereceli görevlilere verilmiş ve bu kişiler görev yerlerine vekiller tayin etmişlerdir. Zamanla eyalet ve sancakların ileri gelenleri “eşraf ve ayan” denilen kişiler taşra yönetiminde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti, gücünü kaybettikçe ayanlarla işbirliği artmış ve ayanları meşru yöneticiler durumuna getirmiştir. Ayanlar, halk tarafından seçilmiş ve devlet bu kişilere berat vererek vergi ve asker toplamakla görevlendirmiştir. 1720’den sonra devlet başa çıkamadığı bazı ayanları beylerbeyliğine ve sancakbeyliğine tayin etmek zorunda kalmıştır. II.Mahmut’un merkezi otoriteyi güçlendirmesi sonucunda ayanlar, eski önem ve yetkilerini kaybetmişlerdir.
4. Ordu ve Donanma
Kuruluş Devri’nin ilk yıllarında Osmanlı ordusu gönüllü aşiret askerlerinden oluşuyordu. Osmanlı Devleti’nin sınırları genişledikçe orduya olan ihtiyacı artmış, bu nedenle Orhan Bey döneminde Yaya ve Müsellem adıyla ilk düzenli ve sürekli ordu kurulmuştur. Anadolu’da genişleyen Osmanlı Devleti Balkanlara geçtikten sonra yeni arayışlara girmiş ve I.Murat döneminde Yeniçeri Ocağı’nı kurmuştur. Yeniçeri Ocağı’na askerler savaşlarda elde edilen esirlerin 1/5’inden (Pencik sistemi) sağlanmıştır. Ankara Savaşı’ndan sonra Pencik sisteminin uygulanmasında zorluklar çıkmış ve II.Murat döneminde Devşirme sistemi uygulanmaya başlanmıştır.
Osmanlı ordusu kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere ikiye ayrılır. Kara kuvvetleri kapıkulu ve eyalet askerleri olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
a. Kapıkulu Askerleri
Devşirme yoluyla alınan çocukların Acemioğlanlar Ocağı’nda özel bir eğitimden geçirilmeleri sonucu kapıkulu askerleri ortaya çıkmıştır. Kapıkulu askerleri, İstanbul’da veya sınır boylarındaki kalelerde otururlar, görevleri karşılığında devletten üç ayda bir maaş (ulufe) alırlardı.
Devşirilip Türk ailelerin yanında eğitilenler Acemioğlanlar Ocağı’na veriliyordu. Burada sıkı bir eğitimden geçirilen devşirmeler başta Yeniçeri Ocağı olmak üzere diğer ocaklarda görevlendirilirdi. Ocağın piri ve manevi önderi olarak Hacı Bektaş Veli kabul edilirdi. Yeniçeriler Bektaşi tarikatına bağlı kalmışlardır.
b. Eyalet Askerleri
Eyalet askerleri, Osmanlı Devleti’nde dirlik sisteminin uygulanmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Osmanlı kara ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan eyalet askerlerinin temeli tımar sistemine dayandığı için, tımarlı sipahiler ismi verilmiştir. Sipahi, kendisine verilen toprakları işleterek geçimini sağlar ve buna karşılık asker beslemekle yükümlü olurdu. Atlı olan eyalet askerleri 16. yüzyılda Osmanlı ordusunun en önemli bölümünü oluşturmuştur.
c. Donanma
Türk tarihinde denizcilik faaliyetleri en çok Osmanlı Devleti’nde gelişmiştir. Osmanlılar ilk denizcilik faaliyetlerine Orhan Bey döneminde Karamürsel’de tersane kurarak başlamışlardır (1327). Yine Orhan Bey döneminde Karesioğullarının donanması Osmanlılara katılmış, 1350 yılında Marmara Edincik’te üs kurularak denizcilik faaliyetleri geliştirilmeye çalışılmıştır.
I.Bayezid döneminde Gelibolu’da tersane kurulması, Aydınoğulları ve Menteşeoğulları gibi denizci beyliklerin Osmanlılara katılması denizcilik faaliyetlerini geliştirmiştir. Osmanlı denizciliği, II.Bayezid döneminde ilerlemiş, Kanuni döneminde zirveye çıkmış ve Doğu Akdeniz’in en önemli gücü haline gelmiştir.
Sokollu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra donanmaya önem verilmemiştir. Girit Adası’nın 24 yıllık (1645 – 1669) bir kuşatmadan sonra fethedilebilmesi bu durumun kanıtıdır.
5. Ekonomik ve Sosyal Hayat
Osmanlı ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Bu nedenle Osmanlı iktisat anlayışı, toprağın iyi değerlendirilmesi, boş bırakılmaması ve iyi bir vergilendirme esasına dayanıyordu. Osmanlı sınırlarının genişlemesi ve ticaret yollarına hakim olunması Osmanlı iktisat anlayışına değişiklik getirmiştir. Ticaret faaliyetleri Osmanlı askeri harekatını yönlendirmiştir.
Osmanlı Devleti, siyasal ve askeri alanlarda güçlü olmanın yanında ekonomik alanda da güçlenerek Avrupa uluslarını ekonomik yönden kendine bağlamayı amaçlamıştır. Osmanlı Devleti’nde bütün ekonomik faaliyetler halkın sıkıntıya düşmeden hayatını devam ettirmesi amacına yönelik olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda;
- İhtiyaç oranında üretim yapılmıştır.
- Üretimin ihtiyaçları karşılamaması durumunda dışarıdan satın alma yoluna gidilmiştir.
- Üretim faaliyetlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla tedbirler alınmıştır.
Osmanlı Devleti, 18. yüzyıla kadar kendine yeterli bir ekonomik yapıya sahipti. Ancak, dünya ticaret yollarının uzağında kalması, dış ticaretin yabancıların eline geçmesi ve kapitülasyonların yaygınlaşması Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu olumsuz gelişmeler karşısında devlet, bazı alanlarda himaye ve müdahaleye ihtiyaç duymuştur.
a. Tarım ve Hayvancılık
Osmanlı nüfusunun büyük bölümü köylerde ve mezralarda yaşadığı için ekonomik hayatın temeli tarımsal faaliyetlere dayanıyordu. Osmanlı Devleti’nin tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme hakkı köylüye, toprağın vergisi sipahiye aitti. Köylü toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zorundaydı. Bu yükümlülükler şunlardı:
- Toprağı nedensiz olarak terk edemezdi.
- Toprağı üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak ondan alınarak başkasına verilirdi.
- Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zorundaydı.
UYARI: 18. yüzyılda Sanayi İnkılabı’nın yapılmasından sonra tarım nüfusu şehirlere kaymıştır. Ayrıca pamuk ve tütün gibi sanayi hammaddesi olan ürünlerin tarımı önem kazanmıştır.
Hayvancılık, tarım ekonomisinin önemli unsurlarından biridir. Ekonomik sektör olarak ele alındığında Osmanlı teknolojik seviyesi içinde hayvan; ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağıdır. Osmanlı Devleti’nde ulaşım, taşımacılık ve başta tarım olmak üzere insan gücünün üstünde kuvvet kullanılması gereken bütün üretim dallarında hayvanlardan yararlanılmıştır. Osmanlı Devleti’nde;
- Göçer statüsündeki aşiretlerin hayvan besiciliğini hayat tarzı haline getirmeleri
- Ticaret yolları üzerinde bulunan ülkede taşımacılığın kervanlarla yapılması
hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca adet-i ağnam adıyla alınan vergilerin büyük bir yekün tutması devletin hayvancılığa verdiği önemi artırmıştır.
b. Ticaret
Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında en önemli ticaret merkezi Bursa idi. Bu nedenle Orhan Bey döneminde Bursa’da bir bedesten yapılmıştır. Fatih döneminde, ülke sınırlarının genişlemesi ve doğudan gelen ticaret yollarının Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi ticaretin gelişmesini sağlamıştır. 15. ve 16. yüzyıllarda Türk tüccarları uluslararası alanda görülmeye başlamıştır. Dış ticaretin en fazla olduğu ülkeler başlangıçta Ceneviz, Venedik ve Floransa gibi İtalyan devletleriydi. Daha sonra İspanya, Lehistan, Rusya, Fransa ve İran bu devletlere katılmıştır.
Osmanlı Devleti, ticaret faaliyetlerini teşvik etmiş, vergileri düşük tutmuş, Avrupalı devletlere ticari imtiyazlar vermiş, önemli ticaret şehirlerine kapalı çarşılar, bedestenler ve hanlar yaptırmıştır. Bu çalışmaların yanında devletin doğudan gelen ticaret yollarını ele geçirmesi ülkede ticari canlılığı artırmıştır.
c. Sanayi
Osmanlı Devleti’nde ticaretle birlikte sanayi de gelişmişti. 16.yy.da Osmanlı Devleti dokumacılık alanında dünyanın en ileri ülkelerinden birisiydi. İstanbul’daki sanayi kuruluşları, akla gelebilecek her türlü maddeyi üretebiliyordu. Kağıt fabrikaları, İstanbul’un çok yüksek olan kağıt sarfiyatını karşılayamadığı için dışarıdan kağıt alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde sanayi 17.yy.a kadar Avrupa’dan çok ileriydi. Tersaneler, döküm atölyeleri, silah imalathaneleri ve madencilik gibi sanayi dalları devletin elinde bulunuyordu.
Osmanlı Devleti’nde esnaflar, Lonca adı verilen teşkilatlara üyeydi. Her esnaf kendi çalışma alanıyla ilgili bir loncaya üye olarak koruma ve denetim altına girerdi. Osmanlı şehirlerinde ekonomik hayatın temeli durumunda olan loncaların dışında esnaflık ve zanaatkarlık yapmak mümkün değildi. 16.yy.a kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olabilirken daha sonraları loncalar ayrılmıştır. Loncaların başlıca görevleri;
- Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
- Esnaflarla hükümet arasındaki ilişkileri düzenlemek
- Üyelere kredi sağlamak ve zararlarını karşılamak
- Meslek eğitim vermek
idi.
Müslümanlar ile diğer dinlere mensup olan halk arasında ayrım yapılmamıştır. Osmanlı ülkesinde gayrimüslimler diledikleri işlerde çalışırlar, ibadetlerini serbestçe yaparlar, kendi dillerine ve dinlerine göre eğitim görürlerdi. Bütün halk aynı huzur, güven ve varlık ortamını paylaşarak barış içinde beraberce yaşarlardı. Gayrimüslimler askere alınmamış, bunun yerine askerlik yapabilecek erkekler devlete cizye adıyla vergi ödemiştir. Ticaret hayatında sürekli ve istikrarlı bir faaliyet gösteren gayrimüslimler zenginliklerini artırmışlar ve Osmanlı ülkesinde ticari hayata hakim olmuşlardır.
6. Osmanlı Devletinde Hukuk
Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde yazılı bir hukuk olmadığından hukuksal anlaşmazlıklar töre ve geleneklere göre çözümleniyordu. Ayrıca, Türkiye Selçuklularının hukuki uygulamaları da devam ettirilmiştir.
Osmanlı nüfusunun artması ve topraklarının genişlemesi her alanda olduğu gibi hukuk alanında da düzenlemelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde hukuk; şer’i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer’i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
15.yy.da Osmanlı hukuku gelişmeye başlamıştır. İlk Osmanlı Kanunnamesi Fatih tarafından Kanunname-i Ali Osman adıyla düzenlenmiştir. Fatih’ten sonraki padişahlar da kanunnameler yapmışlardır. Bunların en meşhuru Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamesidir. 15. ve 16.yy.larda şeyhülislamların verdiği fetvalar şer’i hukukun gelişmesinde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde mahkemelerde davalara kadılar bakardı. Kadılar;
- Merkezden gönderilen emirlerin reayaya ulaşmasını sağlardı. Bu nedenle fermanlar ve kişi haklarına ait emirler önce mahkemeye gönderilirdi.
- Kadılar davaları çözümler, her türlü sözleşmeyi, nikah akdi, şirket kurulması ve vakıf tesisi gibi işlemleri onaylardı. Günümüzdeki noterlik görevini yapardı.
- Reayanın istekleri ve şikayetlerini Divan’a iletirlerdi. Kadılar olağanüstü durumlarda alınan vergilerin (avarız) toplanmasında önemli rol oynarlardı. Bu vergiler halkın tümünden alındığı için adalet sağlanmalıydı. Bu görevi de kadılar gerçekleştirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Vakıf Sistemi
Vakıf, İslam hukukuna göre bir kişinin kazandığı malından bir kısmını insanların yararına olacak bir iş için süresiz olarak ayırmasıdır. Osmanlı Devleti’nde vakıflar sayesinde;
- Osmanlı Devleti’nde eğitim ve kültür faaliyetleri genellikle vakıflar tarafından yürütülmüştür. Ülkenin her yerinde vakıflarca mektep, medrese, kütüphane ve bunların tamamını içinde bulunduran külliyeler yapılmış ve harcamaları karşılanmıştır.
- Vakıflar sayesinde “bimarhane” veya “darüşşifa” olarak adlandırılan hastaneler ve tıp medreseleri kurularak halkın sağlık sorunlarının giderilmesi sağlanmıştır.
- Yol, kaldırım, köprü, kanal, çeşme, cami v.b. yapılar inşa edilerek ülke bayındır hale getirilmiştir.
- Aşevleri (İmarethane) v.b. kurumlarda yoksulların ihtiyaçları karşılanmıştır.
- Orduya ait kale, donanma, top yapımına yardımcı olan vakıflar da kurulmuştur.
- Fethedilen bölgelerde sosyal kurumlar oluşturularak bu topraklara Türklerin yerleştirilmesi sağlanmıştır.
- Kervansaraylar kurularak ticaret geliştirilmiştir.
7. Eğitim ve Öğretim
Osmanlı devlet anlayışında eğitimin hedefi; hoşgörülü, itaatkar, sorumluluklarını bilen, kanunlara uyan, başkalarına saygılı ve çevresine yararlı kişiler yetiştirmekti.
a. Medrese
Klasik dönemin temel eğitim – öğretim kurumu olan medreselerde hem pozitif bilimler, hem de dini bilimler okutulmuştur.
Osmanlı tarihinde ilk medrese Anadolu Selçukluları örnek alınarak Orhan Bey döneminde İznik’te kurulmuştur (1331). Daha sonraki dönemlerde başta Bursa, Edirne ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde medrese kurulmuştur.
Osmanlı medreseleri Tanzimat’a kadar ülkenin bilim, adalet ve yönetim hayatında etkili olan kişileri yetiştirerek 14. yy.dan 19. yy.a kadar geçen döneme damgasını vurmuştur. Avrupa’da gelişmelere ayak uyduramayan medreselerin 17.yy.dan itibaren önemi azalmış, Tanzimat’tan sonraki dönemde gelişmeyi engelleyen bir kurum haline gelmiştir. Bu nedenle 1924’te medreseler kapanmıştır.
b. Enderun
Devlet memuru, idareci, komutan ve sanatkar yetiştirmek amacıyla kurulan saray okuluna Enderun denilmiştir. İlk defa II.Murat tarafından Edirne sarayında kurulan bu okul, bazı düzenlemeler yapılarak ve ismi değiştirilerek 1910 yılına kadar devam ettirilmiştir.
Enderun mektebi, Osmanlı devlet hayatına çok sayıda sadrazam, vezir, yüksek rütbeli asker, hattat, şair, müzisyen, ressam ve minyatür ustası yetiştirmiştir.
c. Batı Tarzında Açılan Okullar
Osmanlı Devleti’nde 16.yy.ın sonlarından itibaren kurumlarda bozulmalar başlamıştır. 17.yy.da Avrupa’da her alanda ilerlemeler olurken, Osmanlı Devleti’nde eğitim – öğretimde gerilemeler yaşanmıştır. Ancak Osmanlı Devleti 18.yy. başlarında Avrupa’nın üstünlüğünü kabul ederek Avrupa’daki gelişmeleri izlemeye başlamıştır.
Osmanlı ordularının Avrupalı devletler karşısında mağlup olması, toprak kayıplarının artması, Osmanlı Devleti’ni askeri eğitimini Avrupa tarzında düzenlemeler yapmaya zorlamıştır.
Askeri Amaçlı Açılan Okullar
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (1773)
III.Mustafa döneminde açılan bu okulun amacı, deniz subayı ve mühendis yetiştirmekti. Bu okul Cumhuriyet Dönemi’nde Deniz Harp Okulu ismini almıştır.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun (1793)
I.Mahmut döneminde Hendesehane ismiyle askeri mühendis okulu açılmış (1734), ancak yeniçerilerin karşı çıkması sebebiyle okul bir süre sonra kapanmıştır. III.Selim döneminde açılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da kara subayı yetiştirilmesi amaçlanmıştır. Bu okul I.Dünya Savaşı’na kadar açık kalmıştır.
Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Mamure (1826)
II.Mahmut döneminde ordunun doktor ihtiyacını karşılamak amacıyla açılmıştır.
Mekteb-i Ulum-i Harbiye (Harp Okulu)
II.Mahmut döneminde Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusuna subay yetiştirmek amacıyla kurulmuştur.
Rüştiyeler (Ortaokul) ve İdadiler (Lise)
Harp Okulu’na öğrenci yetiştirmek amacıyla askeri liseler (1835), askeri liselere öğrenci yetiştirmek için de askeri ortaokullar açılmıştır (1875).
Sivil Öğretim Kurumları
Darülfünun
Osmanlı Devleti’nde 1845’te yüksek okul açılması kararlaştırılmıştır. 1862’de resmen açılması beklenmeden konferans şeklinde derslere başlanmıştır. 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile yeniden açılan okulun öğrenim süresi 3 yıl olarak kabul edilmiş ve öğrencileri sınavla alınmıştır.
Darülfünun’da edebiyat, hukuk, matematik ve tabii bilimler dersleri okutulmuştur. 1900’de Darülfünun-u Şahane’ye çevrilen okulda tıp, ilahiyat ve filoloji bölümleri açılmıştır. 1933 yılında okul bugünkü İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür.
Darülmuallimin (Öğretmen Okulu)
Bu okul öğretmen yetiştirmek amacıyla açılmıştır (1848). Kız rüştiyelerinin açılması ile 1870 yılında bayan öğretmen yetiştirmek amacıyla Darülmuallimat okulu açılmıştır.
Darülmaarif
Bugünkü liselerin dengi sayılabilecek ve devlet memuru yetiştirmek amacıyla açılmıştır (1849).
Mekteb-i Mülkiye
Okul, kaymakam ve nahiye müdürü gibi idari personel yetiştirmek amacıyla İstanbul’da açılmıştır (1859).
Islahhane
Mithat Paşa tarafından açılan sanat okulunda terzilik, kunduracılık ve saraçlık gibi sanatların öğretilmesi amaçlanmıştır (1860).
Lisan Mektebi
Okul devlet dairelerine yabancı dil bilen eleman yetiştirmek amacıyla İstanbul’da açılmıştır (1864).
Galatasaray Sultanisi
Osmanlı ülkesinde lise düzeyinde açılan ilk okuldur (1868). Fransa’daki müfredat uygulanan okulda bazı dersler Türkçe, bazı dersler de Fransızca okutulmuştur.
Sanayi Mektebi
1868 yılında açılan okulda değişik sanat dalları öğretilmiş, kızlar için de Kız Sanat Mektebi açılmıştır.
Hukuk Mektebi
1874 yılında hukukçu yetiştirmek amacıyla, Galatasaray Sultanisi içinde bir sınıfta açılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde bu okulların dışında Baytar Mektebi, Orman ve Maden Mektebi, Telgraf Mektebi ve Müze Mektebi gibi meslek ve sanat okulları açılmıştır.
d. Azınlık ve Yabancı Okulları
Azınlık Okulları
Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan uluslara dinsel alanda özgürlük tanıdığı gibi kendi kültürlerini sürdürmelerine ve anlayışları doğrultusunda eğitim yapmalarına izin vermiştir. Bu durumdan faydalanan azınlıklar, kiliseler ve havralar aracılığıyla okullar açmışlardır.
Rum azınlığa ait en eski ve önemli eğitim kurumları, İstanbul’daki Fener Rum Mektebi ve Heybeliada Papaz Mektebi’dir. Bu okullar, Patrikhane’nin yönetim ve denetiminde eğitim yapmışlardır. 1844 yılında kurulan Papaz Mektebi, Ortodoks mezhebinin ilahiyat okulu durumundaydı. Bu nedenle okulda fen ve kültür derslerine ek olarak ilahiyat dersleri de okutulmuştur. Fener Rum Mektebi, Fatih döneminde sağlanan hoşgörü ile varlığını sürdürmüş, 1856 Paris Konferansı’na kadar metropolitler tarafımdan yönetilmiştir. Daha sonraki dönemlerde okulun yönetimi tamamen Rumlara geçmiştir.
Ermenilere ait ilk okul 18. yy.ın sonlarında İstanbul’da açılmış, burada Ermenice ve dini bilgiler okutulmuştur. 1824 yılında Ermeni Patrikhanesi’nin bir emir yayınlayarak Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı yerlere okul açmasını istemesinden sonra okulların sayısı artmıştır. Bu okullarda İstanbul’da Ermeni Maarif Komisyonu’nun belirlediği bir ders programı uygulanmıştır. Okulların giderleri, Patrikhane’nin önderliğinde Ermeni iş adamları tarafından karşılanmıştır.
Yahudi azınlık eğitim faaliyetlerini uzun süre havrada devam ettirmiştir. Modern anlamda ilk Yahudi okulu 1854 yılında İstanbul’da Musevi Asri Mektebi adıyla açılmıştır. Alyans İsrailit adını taşıyan Yahudi kuruluşu 1875’ten itibaren İstanbul’da ve Yahudilerin yaşadığı yerlerde birçok okul açmıştır.
Azınlık okullarında eğitim–öğretim faaliyetleri papazlar ve hahamlar tarafından yürütülmüştür. Ekonomik yönden iyi durumda olan azınlıklar çocuklarının Avrupa’da öğretim görmesini sağlamışlar, bu nedenle Osmanlı Devleti’nin açtığı öğretmen okullarına rağbet etmemişlerdir. Azınlık okulları Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını hızlandırıcı faaliyetler içerisinde yer almışlar, Rum okulları Türk düşmanlığını körükleyici çalışmalar yapmıştır.
Yabancı Okullar
19. yy.da kapitülasyonlardan yararlanan İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Rusya, İtalya, ABD Osmanlı Devleti’nin değişik bölgelerinde okullar açmışlardır. Yabancı devletlerin Osmanlı topraklarında okullar açmasında; okullar aracılığıyla kendi dil, din ve kültürlerini yayma, belirli bölgelerde etkinliğini artırma, Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıkları kendi amaçları doğrultusunda kullanma ve Osmanlı Devleti üzerinde ekonomik, siyasal ve kültürel etkinliklerini artırma gayretleri etkili olmuştur.
Osmanlı topraklarında ilk yabancı okul, Cizvit rahipleri tarafından Fransa adına açılan Saint Benoit (Sen Benuva) dır (1583). Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak 19. yy.da Osmanlı topraklarında yabancı okul sayısı artmıştır.
Osmanlı ülkesinde azınlık ve yabancı okulların bulunması ve denetimden uzak olması eğitim-öğretimde birliğin sağlanmasını engellemiştir. Bu olumsuzluk Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılarak çözüme kavuşturulmuştur (1924).
Yabancı okullar politik amaçlar doğrultusunda kurulmuş ve Osmanlı ülkesinde karışıklıkların çıkmasında etkili olmuştur. Bu okulların zararları yanında olumlu yan etkileri de görülmüştür. Bu duruma; Avrupa’daki modern eğitim, teknik ve yöntemlerinin Osmanlı ülkesine getirilmesi ve Dünya’daki yeniliklerin tanınması örnek olarak gösterilebilir.
8. Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji
Osmanlılarda bilim “Nakli bilimler” ve “Akli bilimler” olarak iki gruba ayrılmıştır. Nakli bilimler fıkıh, kelam ve tefsir gibi dini bilimlerdir. Akli bilimler ise matematik, astronomi, mantık, tıp, coğrafya gibi araştırma ve gözleme dayalı bilimlerdir.
Osmanlı Devleti’nde bilimsel çalışmalar Kuruluş Dönemi’nden itibaren ilk medreselerin kurulmasıyla başlamıştır. Ancak 15. yy.ın başlarına kadar Mısır, Suriye, İran ve Orta Asya’daki bilim kuruluşları Anadolu medreselerinden daha ileriydi. Bu nedenle bilim adamları buralara giderek bilgilerini artırmaya çalışırlardı.
Fatih döneminde bilim alanında büyük ilerlemeler oldu. Fatih’le birlikte pozitif bilimlere verilen önem arttı. Doğu ve batının bilim adamları İstanbul’a çağrıldı. Bu dönemde İstanbul İslam dünyasının ve batının en önemli bilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Dini bilimlerde Zembilli Ali Efendi, İbn-i Kemal, Ebussuud Efendi; matematikte Ali Kuşçu, Sinan Paşa; tıpta Muhammed Bin Hamza Akşemseddin, Altıncızade; tarihte İdris-i Bitlisi, Lütfi Paşa; coğrafyada Piri Reis, Matrakçı Nasuh Osmanlılar döneminde yetişmiş önemli bilim adamlarıdır.
Osmanlı Devleti bilim ve teknik alanındaki gelişmeleri sanayi alanına yansıtamamıştır. Bu yüzden Avrupa ile arasında sonraki dönemlerde ekonomik farklar oluşmuştur.
9. Dil ve Edebiyat
Osmanlı Devleti’nde resmi dil Türkçe idi. Devlet merkezinde, taşradaki sancaklarda ve kazalarda kayıtlar Türkçe olarak tutulmuştur. Bugünkü arşiv belgeleri de bunu kanıtlamaktadır. 15. yy.dan itibaren Türkçe sözcükler arasında Arapça ve Farsça sözcükler artmıştır. Böylece anlatım zenginliği ortaya çıkmış, ancak halka hitaben yazılan kanunlar ve buyruklar sade bir Türkçe ile kaleme alınmıştır.
Osmanlı klasik döneminde Batı dünyasında Latince ve eski Yunanca hakimdi. Orta Doğu’da bilim ve edebiyat dili ise Arapça ve Farsça idi. Bu nedenle Osmanlı padişahları ve aydınları Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça gibi devirlerinin geçerli dillerini bilirlerdi.
Osmanlı padişahları şairleri ve sanatkarları desteklemişler ve kendileri de bizzat şiirle ilgilenmişlerdir. 15. yy.da en üst düzeye çıkan edebiyat; divan, tasavvuf ve halk edebiyatı olarak üçe ayrılmıştır. Yükselme Devri’nde bütün alanlarda önemli şairler yetişmiştir.
10.Güzel Sanatlar
Mimari
Mimaride ileri giden Osmanlılar. Bu alanda önemli ve seçkin örnekler vermişlerdir. Bu örneklerin başlıcaları saraylar, camiler, külliyeler, köprüler, çeşmeler, sebiller, şadırvanlar, su kemerleri, hamamlar, hanlar ve bedestenlerdir. Osmanlı mimarisi özellikleri bakımından üç döneme ayrılır:
1.Dönem: Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 15.yy.ın ikinci yarısına kadar geçen dönemdeki eserlerde Selçuklular ve Beylikler Dönemi mimari özellikleri görülmektedir. Bu dönemde yapılan mimari eserlerden bazıları; İznik’te Hacı Özbek Camii ve Yeşil Cami, Bursa’da Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Ulu Cami, Hüdavendigar Camii ve Yeşil Cami, Edirne’de Çelebi Mehmet tarafından yaptırılan Ulu Cami, II.Murat tarafından yaptırılan Üç Şerefeli Cami’dir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in yaptırdığı Topkapı Sarayı sivil mimarinin en önemli örneklerinden biridir.
2.Dönem: Bu dönem klasik dönem olarak adlandırılmaktadır. Mimari alanda döneme damgasını vuran Mimar Sinan’dır. Mimar Sinan Kanuni döneminde devletin tüm inşaat işlerinden sorumlu mimarbaşı olarak görevlendirilmiştir. Osmanlı ülkesinde 400’den fazla eseri bulunan Mimar Sinan’ın İstanbul’da Şehzadebaşı Camii (çıraklık dönemi), Süleymaniye Camii (kalfalık dönemi) ve Edirne’de Selimiye Camii (ustalık dönemi) mimarbaşı olduktan sonra yaptığı önemli eserlerindendir.
Osmanlı mimarisinde camilerin dışında diğer önemli yapılar hamam, çeşme, sebil, şadırvan, su kemerleri ve bedestenlerdir. Türk mimarlığı 15. yy.a gelindiğinde büyük gelişme göstererek evrensel bir düzeye ulaşmıştır.
3.Dönem: 18. yy.da (Lale Devri’nde) Türk mimarisi kendi üslubundan uzaklaşarak Avrupa mimarisinden etkilenmiştir. Bu dönemde Avrupa mimarisinin Barok ve Rokoko tarzları mimarimize girmiştir. Avrupa mimari tarzının etkisinde yapılan ilk eser Nur-u Osmaniye Camii’dir.
Minyatür Sanatı
Osmanlılarda el yazmalarını süsleyen resimlere minyatür, bu sanat ile uğraşanlara da nakkaş denirdi. İslam dinine göre resim yasaklandığı için Osmanlı Devleti’nde minyatür sanatı gelişmiştir.
Osmanlı minyatür sanatında; İslam ve Osmanlı edebiyatı, devlet adamlarının hayat ve sefer hikayeleri, portreler, dini konular ve bilimsel konular (tıp, astroloji) işlenmiştir.
Osmanlı Devleti’nde 19. yy.a kadar yaşamış belli başlı nakkaşlar; Nigari, Nakkaş Osman, Nakkaş Hasan Paşa, Kalender ve Levni’dir.
19. yy.da ise Osman Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (Güzel Sanatlar Okulu) açılmasıyla Batı tarzında resim sanatı gelişmeye başlamıştır. Bu yüzyılda Şeker Ahmet Paşa ve Osman Hamdi Bey gibi önemli ressamlar yetişmiştir.
Osmanlı Devleti’nde mimarinin yanısıra minyatür, musiki, çinicilik, hattatlık, tezhip (süsleme) ve ciltçilik sanatları da büyük gelişme göstermiştir.
KAVRAMLAR
Ağa: Halka ve Yeniçeri Ocağı’na özgü bir unvan olup 19. yy.da daha çok okuyup yazması olmayan redif subaylarına ve komutanlarına verilmiş bir isimdir. Halk arasında ise aile büyüklerinin derebeyi kökenli köy ve kasaba ileri gelenlerinin ve liderlerinin kullandıkları bir unvandır.
Ayan Meclisi: Osmanlı anayasasına göre kurulu meclislerden biri olup, senato karşılığındadır. Bu kurulun üyeleri 40 yaşını geçmiş, yüksek görevlerde bulunmuş kimselerden oluşmaktaydı. Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından atanırdı.
Ahilik: Türkler arasında eskiden beri var olan dayanışma düzeninin; Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sırasında yeni ve daha ileri düzeyde belirmesi sonucunda doğan esnaf teşkilatına Ahilik denilmiştir. Dini ve iktisadi bir karakter taşıyan teşkilat üyeleri arasında sağlam bir dayanışma kurulmuştur.
Avarız: Osmanlı Devleti’nde olağanüstü hallerde halka yüklenen mali, ayni ve bedeni vergilere avarız denilmiştir. Devletin giderek zayıflaması sonucunda avarız vergileri sürekli hale gelmiştir.
Azınlık (Ekalliyet): Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar. Örneğin Türkiye Devleti içinde Lozan Antlaşması’na göre Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler azınlık olarak sayılmışlardır.
Cemiyet-i Mahsusa: Özel komisyon. 1876 Anayasası’nı hazırlamıştır. Server Bey’in başkanlığındaki bu komisyon, Said Paşa’nın Türkçe’ye çevirdiği Fransız anayasası ile Mithat Paşa’nın Kanun-u Cedid adlı anayasa tasarısını inceleyerek ilk Kanun-u Esasi’yi ortaya koymuşlardır. Teşkilat değişik alanlarda uzman 28 kişiden oluşmuştur.
Cülus Bahşişi: Osmanlı Devleti’nde tahta çıkan padişah tarafından askerlere, ulemaya ve devlet memurlarına verilen bahşiştir. Fatih döneminde kanun haline gelen bu uygulama, padişahların sık değiştiği ve hazinede para bulunmadığı dönemlerde sorunlara yol açmış; hatta ayaklanmalara neden olmuştur.
Çiftbozan: Osmanlı Devleti’nde ekip biçme ve vergi ödeme karşılığında kendisine verilen toprakları sebepsiz olarak ekmeyen kişilerden alınan bir vergidir. Bu uygulama ile üretim faaliyetlerinin devam ettirilmesi amaçlanmıştır.
Divan-ı Harp: 1870 yılında kabul edilen Askeri Ceza Yasası’nın öngördüğü bir tür mahkeme. Savaş dönemlerinde hizmet verirdi. Savaş esnasında askeri hizmetle ilgili işlenen suçları yargılamakla görevli idi. Olaganüstü yetkilerle donatılmış olan bu mahkemeler beş yargıçtan oluşur ve savunma avukatı bulundurulmazdı.
Ferman: Osmanlı padişahlarının yayınladıkları ve kanun niteliğinde olan emirlerdir.
Fetva: Şeriat hukukunun uygulandığı ülkelerde, uygulamalar konusunda ortaya çıkan aksaklıklar konusunda en büyük dini makam olan şeyhülislam tarafından verilen kesin hükümdür.
Hatt-ı Hümayun: Osmanlı padişahlarının bizzat kaleme aldıkları veya imzaladıkları belge veya emirlere verilen isimdir (Gülhane-i Hatt-ı Hümayun).
Hümanizm: Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Orta Çağ’ın skolastik düşünüşüne karşı 16. yy. Avrupasında doğan ve gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü; insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan doktrin.
İçtihat: Kanunların tam olarak açıklamadığı veya açıklamada yetersiz kaldığı konularda DANIŞTAY veya YARGITAY gibi üst hukuk kurumlarının o konuda kesin bir görüş belirtmesi ve hüküm vermesidir. Bu hükmün daha sonra tüm devlet kurumları ve fertler için kanun gücünde bağlayıcılığı vardır.
Islahat: Herhangi bir kuruluşta, devlet düzeninde eskimiş veya bozulmuş olan yanları düzeltmektir. Osmanlı tarihinde 17. yy.dan başlayarak kurumlarda yapılan düzenlemelere ve 18. yy.dan itibaren Batı örneğine göre girişilen yenileşme ve ilerleme atılımlarına ıslahat denilmiştir.
İhtilal: Bir devletin ekonomik, sosyal ve politik yapısını birdenbire değiştirmek için çıkan zorlayıcı eylem.
İmparatorluk: Bir imparator tarafından yönetilen ve egemenliği altında birçok milleti ve topluluğu bulunduran büyük devletlere verilen isimdir.
İmtiyaz: Bir kişiye, kurula veya devlete verilen ayrıcalık.
İnkılap: Değişme, bir halden başka bir hale dönme, yenilik hareketleri.
Kapitülasyon: Bir devletin kendi vatandaşlarının zararına olarak başka bir devlete tanıdığı ticari, adli, siyasi, mali ayrıcalıklardır.
Liva: Tanzimat’tan sonra vilayet ile kaza arasındaki birim (Mutasarrıflık = Sancak). Liva yöneticilerine mutasarrıf adı verilirdi.
Merkantilizm: Amerika’da altın ve gümüş madenlerinin bulunmasından sonra 16. ve 17. yy.da ortaya atılan ve bir devletin zenginliğinin değerli madenlere sahip olmaktan ileri geldiğini savunarak, bu madenlerin hangi araçlarla elde edileceğini belirten iktisat doktrini.
Meşrutiyet: Bir ülkede meclis ile başta bir hükümdar bulunan idare şekline denir. Meşruti idarelerde halk yönetime katılma olanağı kazanır.
Monarşi: Bir devletin irs yoluyla veya seçimle verilen yetkilerin tek bir kişi tarafından kullanıldığı yönetim (krallık) şeklidir. Monarşilerde devletin başındaki kişi kendisini kimseye karşı sorumlu görmez.
Müsadere: Osmanlı Devleti’nde uygulanan cezalardan biridir. Gözden düşen ve görevden alınan devlet memurlarının veya şer’i mahkemelerin verdikleri kararlar doğrultusunda halktan herhangi birinin mal ve mülklerinin bir kısmına veya tümüne devletin el koyması esasına dayanır.
Oligarşi: Bir sınıfın, zümrenin yönetimi üstlenmesidir. Örneğin asillerin etkili olduğu yönetim tarzı oligarşidir.
Panslavizm: Slav soyundan gelen tüm hakların bağımsızlığını ve tek bir devlet çatısı altında yaşamasını hedefleyen ve Osmanlı Devleti’nin son döneminde Rusya tarafından uygulamaya sokulan düşünce akımı.
Panislamizm: Tanzimat Devri’nden sonra ortaya çıkan fikir akımlarından biridir. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini sağlamaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.
Pantürkizm: Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunun İslamcılık ve Osmanlıcılıkla mümkün olamayacağını, kurtuluşun ancak Türk unsuruna dayanmakla mümkün olacağını kabul eden bir fikir akımıdır.
Redif: Yedek asker. Osmanlı ordusunda 4 yıl muvazzaflık iki yıl ihtiyatlık (toplam 6 yıl nizamiye askerliği) ardından 14 yıl devam eden fiili olmayan askerlik yükümlülüğü savaş esnasında silah altına alınırlar ve bunlardan redif tabur ve alayları oluşturulurdu.
Reji: Osmanlı Devleti’nde, tütün işletmesini yöneten yabancı şirket. Bu Fransız şirketi 1925 tarihinde kabul edilen yasa ile TEKEL olarak devlet mülkiyetine geçmiştir.
Softa: 1.Medrese öğrencisi, 2.Bir görüşe, bir insana körü körüne bağlanan kimse, 3.Yaşadığı çağın gerisinde kalmış, geri kafalı kimse.
Şerif: Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali’nin küçük oğlu olan Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere verilen bir unvan.
Şeyhülislam (Müftü): Osmanlı Devleti’nde ilmiye teşkilatının başında bulunan ve günümüzde Diyanet İşleri Başkanı ile Adalet Bakanlarının görevini yapan bir devlet görevlisi. Önemli konularda alınan kararların dine uygun olup olmadığını belirten fetvayı vermekle de görevlidir. Şeyhülislamların devlet yönetiminde verdikleri fetvalarla çok önemli bir etkinlikleri vardı.
Ümmet: Kavim ve ırk ayrımını gözetmeksizin bütün Müslümanların tek bir ideal altında birleştirilmesi anlayışı.
Veliaht: Bir hükümdarın ölümü yada tahttan çekilmesinden sonra tahta geçmeye aday olan kimselere verilen ad.
Zaptiye: Atlı veya yaya görevlilerden oluşan bugünkü anlamda polis ve jandarmanın görevlerini üstlenmiş olan kolluk ve güvenlik kuvvetlerine verilen isim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...