20 Ocak 2014 Pazartesi

ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI

1. Atatürk Dönemi’nde Türk Dış Politikasının Temel İlkeleri
Atatürk’ün dış politikasının temel ilkeleri;
- Milli sınırlarımız içinde kalmak ve gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak
- Yapıcı ve barışçı davranmak
- Bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, diğer devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerimize karışılmasına fırsat vermemek
- Devletlerarası sorunları hukuka dayalı olarak barışçı yollardan çözümlemek
- Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girmemek
- Milli sınırlarımız içinde herşeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı devam ettirmek
- Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı ve kamuoyunu dikkate almak
- Dış politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak ve dünyadaki gelişmeleri gözönünde tutmak
şeklinde özetlenebilir. Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesiyle iç ve dış politikada barışı benimsediğini ortaya koymuştur.
Atatürk dönemi dış politikasının temel hedefleri;
- Türkiye Cumhuriyeti’ne milli bir nitelik kazandırma
- Tam bağımsızlığı sağlama
- Barışı koruma
- Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş bir devlet haline getirme
şeklinde açıklanabilir.
2. 1923 – 1930 Dönemi
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra 1923 – 1930 yılları arasında Türkiye’nin dış politikası Lozan’da geriye kalan pürüzlerin çözümlenmesi ve alınan kararların uygulanmasına yönelik olmuştur.
Musul Meselesi
Musul bölgesindeki zengin petrol yataklarını kaybetmek istemeyen İngiltere, Irak’ta manda rejimi ilan etti. Lozan Konferansı’nda Türkiye – Irak sınırı görüşülürken Türk Heyeti, “halkın çoğunluğunun Türk olması” nedeniyle, Musul ve Süleymaniye bölgelerinin Türkiye sınırları içerisinde kalması gerektiğini öne sürdü. Irak adına mandater devlet olan İngiltere ise, Musul’un Irak sınırları içinde kalması konusunda direndi. Bunun üzerine Türkiye’nin bölgede bir halk oylaması isteği yine İngiltere tarafından reddedilmiştir.
Musul sorunu konferansın çalışmalarını çıkmaz hale getirince, çözümü dokuz ay içince sonuçlandırılmak üzere Türk – İngiliz ikili görüşmelerine bırakıldı. Buna göre, Türkiye – Irak sınırı, dokuz ay içinde iki devlet arasında barışçı yollarla çözülecek, çözülemezse anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’ne sunulacaktı.
İkili görüşmeler sonunda çözülemeyen Musul meselesi, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Konuyu incelemek amacıyla oluşturulan komisyonun önerisiyle Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a katılması gerektiğini belirtti. Türk kamuoyunca tepkiyle karşılanan bu karara göre, Musul kaybediliyordu. Milletler Cemiyeti’nin bu kararında siyasi sebepler ağır bastı. Çünkü İngiltere, Cemiyetin en güçlü üyesi iken Türkiye, Cemiyete üye bile değildi.
Musul meselesinin tamamen çıkmaza girdiği sırada, Şeyh Sait İsyanı patlak verdi (13 Şubat 1925). Bu isyanın etkisiyle yeni bir askeri harekata girişilemedi.
Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin kararına uyarak İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı yaptı (5 Haziran 1926). Bu antlaşmayla;
a. Musul ve Kerkük Irak’a bırakılmıştır.
b. Irak Hükümeti, Musul’a karşılık elde edilen petrole konulan verginin % 10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye vermeyi kabul etmiştir.
c. Hakkari sınırında Türkiye lehinde düzeltme yapılmıştır.
YORUM:
- Ankara Antlaşması’yla Misak-ı Milli sınırları içindeki önemli bir bölge kaybedilmiştir.
- Bu antlaşmanın en önemli eksikliği Musul Türklerinin korunması konusunda esaslı bir önlem getirmemesidir.
- Bu antlaşma ile Türk – İngiliz ilişkilerindeki gerginlik sona ermiştir.
Nüfus Mübadelesi
Türkiye’de kalan Rumlarla, Yunanistan’da kalan Müslüman Türklerin değişimi konusu Lozan’da görüşülerek bir protokol imzalanmıştı. Böylece Türkiye’de kalan Rumlarla, Yunanistan’da kalan Müslüman Türklerin değiştirilmesi kararlaştırılmış, 30 Ekim 1918’den önce, İstanbul Belediyesi sınırları içinde yerleşmiş (etabli) Rumlarla, Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında bırakılmıştı.
Yunanlıların, İstanbul’da daha çok Rum bırakmak istemeleri antlaşmada yer alan “yerleşik (etabli)” deyiminin yorumunda anlaşmazlıklara yol açtı. Anlaşmazlığın çözülmesi amacıyla, Milletler Cemiyeti’ne başvuruldu. Milletler Cemiyeti, meselenin hukuki niteliğinden dolayı Milletlerarası Adalet Divanı’nın görüşünü istedi. Ancak Divan’ın yaptığı yorum da anlaşmazlığı çözümleyemedi.
Bir süre sonra Türk – Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlık silahlı çatışmaya yol açmadan ortam yumuşatılmış ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma yapılmıştır. Bu antlaşma ile, yerleşme tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayılmıştır.
Yabancı Okullar Sorunu
Lozan Antlaşması’na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve Türk okullarının bağlı bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. 1925 – 1926 öğretim yılında hükümet yabancı okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması, dini tören ve derslere ancak okulun mensup olduğu dinden öğrencilerin girmesi, ders kitaplarında Türkiye aleyhine yazıların olmaması gibi şartlar bulunan bir yönetmelik çıkardı. Bu durum Fransa ile anlaşmazlıklara neden oldu. Fransa ve Papalık bu meseleye karışmak istedilerse de, Türk Hükümeti bunu bir iç mesele sayarak görüşmeyi reddetmiştir.
“Türkiye’de bizim okullarımızın sahip olmadıkları ayrıcalığa yabancı okulların sahip olması kabul edilmez.” diyen Atatürk, yabancı okulların Türk kanunlarına uymasını istemiştir. Yönetmeliklere uymayan bazı okullar kapatılmış, fakat yabancı okullar meselesi Fransa ile iyi münasebetlerin kurulmasını geciktirmiştir.
3. 1931 – 1939 Dönemi
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girişi (1932)
Milletler Cemiyeti, uluslar arasında barışı sağlamak amacıyla kurulmasına rağmen, bir süre sonra amacından uzaklaştı. İngiltere önderliğindeki büyük devletlerin egemenliği altına girdi. Dünya barışını sağlamaktan daha çok, büyük devletlerin çıkarını korumaya başladı. Türkiye ise bu şartlarda faaliyette bulunan Milletler Cemiyeti’ne güvenmediği için üye olmayı düşünmemiştir. Musul meselesinin çözümlenmesinde Milletler Cemiyeti’nin İngiltere’nin yanında yer alması güvensizliğin artmasına yol açmıştır.
1930’dan sonra milletler arası işbirliğinin önem kazanması, Milletler Cemiyeti’ne ilgiyi artırmıştır. 1932 Temmuzunda İspanya’nın teklifi ve Yunanistan’ın desteğiyle Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur (18 Temmuz 1932). Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne girdikten iki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilmiştir.
Balkan Antantı (1934)
1933’ten sonra Avrupa’da devletler arası ilişkilerde barışı tehdit eden huzursuzluklar ortaya çıktı. Devletler arası silahlanma rekabetini azaltmak amacıyla düzenlenen konferanslar olumlu bir sonuç vermedi. Bu sırada Faşizm, Bolşeviklik ve Demokrasi sistemleri arasında şiddetli mücadeleler başladı. Özellikle İtalya ve Almanya’nın izlediği politikalar, dünya barışını tehdit edecek noktaya ulaştı.
Türkiye, bir taraftan güvenlik tedbirleri alırken, diğer taraftan barışın korunması için çaba gösteriyordu. Bütün bu gelişmeler sonucunda Balkan Antantı imzalandı. Türkiye, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan’ın katılmasıyla Balkan Antantı oluşturuldu (9 Şubat 1934). Balkan Antantı’nı imzalayan devletler sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devleti ile siyasi antlaşma yapmamayı taahhüt etmişlerdir.
Türkiye, Balkan Antantı ile batı sınırlarında önemli bir işbirliği gerçekleştirmiş oldu. Bu antanta Bulgaristan katılmadı. Çünkü Bulgaristan Neuilly Antlaşması’ndan memnun olmadığı gibi, Balkanlara yayılmayı da hedefliyordu.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
Lozan Konferansı’nda alınan karara göre, “Boğazlardan geçiş serbest olacak, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının her iki kıyısıyla Marmara Denizi’ndeki adalar askerden arındırılacaktı. Bu bölgelerin kontrolü ve güvenliği de Milletler Cemiyeti’nin garantisi altında olacaktı.”
Dünyadaki gelişmeler, Türkiye’nin “Boğazlar” konusunu yeniden gündeme getirmesine neden oldu. Bu dönemde; Japonya’nın Mançurya’ya saldırması karşısında Milletler Cemiyeti hiçbir şey yapmadı. İtalya Habeşistan’ı işgal ettiği gibi, Almanya da Versailles Anlaşması’na aykırı olarak Ren bölgesini silahlandırdı. Lozan Antlaşması’nda Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olan Japonya, Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı. Bu gelişmeler, Boğazların statüsünün değişmesini zorunlu hale getirmiştir.
Türkiye’nin ilgili devletlere başvurarak Boğazların statüsünün değiştirilmesini istemesi üzerine, İsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde bir konferans toplandı. Bu konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan ve Yugoslavya iştirak etti. Konferans sonunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı (20 Temmuz 1936). İtalya da iki yıl sonra bu sözleşmeyi tanımıştır.
Montrö Sözleşmesi’ne göre;
1. Lozan Antlaşması’nda kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türk Devleti’ne devredilmiştir.
2. Lozan Antlaşması ile Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde, Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecektir.
3. Ticaret gemilerinin her iki yönde Boğazlardan geçişi serbest bırakılmıştır.
4. Savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılmıştır.
5. Türkiye savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazların istediği gibi açıp kapatabilecektir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile;
- Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmıştır.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır.
- Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurması ile Doğu Akdeniz’de ve milletler arası dengede önemi artmıştır.
Sadabat Paktı (1937)
Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran’daki Sadabat Sarayı’nda dörtlü bir pakt oluşturuldu (8 Temmuz 1937). Bu pakt, İtalya’nın Doğu ülkelerini hedef alan istila politikasından kaynaklanmıştır. Orta Doğu’ya yayılmaya çalışan İtalya’ya karşı, ortak bir savunma sistemi kurmakla yayılmacı politikalara tepki gösterilmiştir.
Sadabat Paktı’na göre dört devlet, “Dostluk ilişkilerini devam ettirecekler, Milletler Cemiyeti’ne bağlı olacaklar ve birbirlerine saldırıda bulunmayacaklardı.” Paktın imzalanmasından sonra İngiltere ve ABD de bu gelişmeden memnuniyet duyduklarını belirtmişlerdir.
Hatay’ın Anavatana Katılması
Milli Mücadele yıllarında 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara Antlaşması yapılmıştı. Buna göre; İskenderun sancağı, Suriye sınırları içinde kalmıştı. İskenderun özel bir idareye sahip olacak, Türk parası resmi para olarak kullanılacaktı. Halka milli kültürlerini koruma konusunda her türlü kolaylık sağlanacaktı.
Suriye’ye mandater devlet olarak yerleşen Fransa, 1936’da Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık verdi. Fransa, İskenderun sancağı üzerindeki yetkilerini Suriye’ye devrederek buradaki Türklerin durumunu gözönüne almadı.
Türkiye, bu gelişmeler üzerine Fransa’ya bir nota vererek İskenderun’un bağımsızlığını tanımasını istedi. Fransa bu teklifi reddetti. Milletler Cemiyeti ise, aldığı kararla, İskenderun’un içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Suriye’ye bağımlı olmasını kabul etti. “Hatay” sancağının toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa’nın garantisi altında olacaktı. Bu anlaşma da uyuşmazlığı sona erdiremedi.
Bu dönemde uluslararası ilişkiler giderek gerginleşmeye başladı. Hitlerin Avusturya’yı ilhakından sonra, Avrupa’da güçler dengesi bozulmaya başladı. Fransa Hatay konusundaki tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı. Yapılan seçimler sonunda bağımsız bir devlet olarak Hatay Cumhuriyeti kuruldu (2 Eylül 1938). Hatay Cumhuriyeti ile Türkiye arasında ilişkiler geliştirildi.
23 Haziran 1939’da Fransa ile Türkiye arasındaki bir antlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kabul edildi. Böylece Atatürk’ün ölümünden sonra Hatay meselesi de Misak-ı Milli doğrultusunda Türkiye’nin lehine çözümlenmiştir.
4. İkinci Dünya Savaşı
Nedenleri
- I.Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan devletlere ekonomik, siyasal, askeri ve hukuki alanlarda ağır şartlar kabul ettirildi. Bu durum Almanya’da hoşnutsuzluğa ve dolayısıyla İkinci Dünya Savaşı’na neden oldu.
- I.Dünya Savaşı’ndan sonra sınırların çizilmesinde milliyetçilik ilkesine dikkat edilmedi. Bu nedenle etnik çalışmalar ve sınır sorunları ortaya çıktı. Bu durum devletler arası ilişkilerin bozulmasında etkili olmuştur.
- İtalya I.Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasına rağmen amaçlarına ulaşamadı. İtilaf Devletleri tarafından ikinci sınıf devlet gibi davranılması İtalya’yı saldırgan bir devlet haline getirdi. Yönetimi ele geçiren Mussolini’nin İtalya’yı büyük devlet yapmak istemesi II.Dünya Savaşı’nın nedenlerinden biri oldu.
- I.Dünya Savaşı’nın devletler arasındaki dengeleri altüst etmesi savaştan sonra huzursuzluğu artırdı. Dünya barışını korumak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti’nin İngiltere’nin güdümünden çıkamaması bu örgüte karşı güvensizliğe neden oldu. Dolayısıyla devletler kendi çıkarlarını korumaya kalkınca devletler arası ilişkiler bozulmuştur.
Türkiye’nin Savaştaki Tutumu
II.Dünya Savaşı başlamadan Türkiye gerekli hazırlıkları yapmıştı. Savaş başladığında tarafsız kalan Türkiye her an savaşa girecekmiş gibi hazırlık yaparken savaşın dışında kalabilmek için de dikkatli bir politika izledi. Her iki taraf da Türkiye’yi yanlarına çekmek için baskı yapıyorlardı. Almanya’nın Balkanları işgal ederek Türkiye sınırlarına dayanması Türkiye’de ciddi tedirginlik meydana getirdi. Alman tehdidine karşı sınıra yığınak yapan Türk ordusu teyakkuza geçirilirken siyasi çözüm arayışları hızlandı. Ankara’da yapılan Türk – Alman görüşmeleri neticesinde bir saldırmazlık anlaşması imzalandı. Antlaşma ile Almanya Türkiye’ye saldırmama garantisi verdi. Türkiye de tarafsız kalacağı taahhüdünde bulundu. Saldırmazlık anlaşmasına rağmen Türkiye üzerindeki baskılar devam etti. 1945 yılına kadar devam eden baskılar sonucunda 23 Şubat 1945’te Türkiye; Japonya ile Almanya’ya savaş ilan etti. Bu tarihte savaşın sonucu belliydi. Ayrıca savaş sonrası için hesaplar yapılıyordu. Demokratik Avrupa devletleri ile birlikte hareket etme düşüncesi Türkiye’nin savaşa girmesinde etkili olmuştur.
II.Dünya Savaşı’nın Sonuçları
- Demokrasi – diktatörlük mücadelesi olarak görülen savaşı demokrasiyi savunan devletler kazandılar.
- Almanya ve İtalya’nın yenilmesi ile ırkçı akımlar etkisini kaybetti.
- Sömürgecilik dönemi sona ermeye başladı ve savaştan sonra sömürge altındaki yerlerden pek çoğu bağımsızlıklarını kazandılar (Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir, Tunus, Libya v.b.)
- Rusya, komünist rejimini Doğu ve Orta Avrupa ile Çin’e taşıdı.
- Rusya ve ABD dünyanın en büyük iki devleti haline geldi.
- Milletler Cemiyeti’nin yerine, Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu.
- Almanya, Doğu ve Batı Almanya olmak üzere ikiye bölündü.
- Almanya ve İtalya’nın işgal ettiği Balkan ve Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya’nın denetiminde yeniden kuruldular.
- Filistin topraklarında 1948 yılında İsrail Devleti kuruldu.
- Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkiler gelişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...