21 Şubat 2021 Pazar

WOLFGANG PAULI

1900 yılında Viyana'da doğan Pauli, 1958'de Zürich'te öldü. Avusturya asıllı fakat İsviçreli idi. Münih'te okuduktan sonra 1921 yılında Göttingen'de ve Kopenhag'da asistanlık yaptı. 1928'de Zürich Federal Politeknik okulunda teorik fizik profesörlüğüne tayin edildi. 1940'tan itibaren Princeton'da ders verdi ve 1946 yılında Zürich'e döndü.

Heisenberg ile birlikte manyetik alanların kuvanta teorisini kurdu ve Kopenhag okulunun en ileri, en ünlü temsilcilerinden biri oldu. Pauli ilkesi de denilen ünlü ihraç ilkesini ortaya attı. Sonradan bu ilke, birleşme değerinin yorumuna ve iki cismin aynı anda aynı uzay parçası içinde bulunamayacağı kavramına yol açtı.

1931 yılında Fermi ile nötrinoların varlığını teorik olarak ispatladı. Bu hipotez çok daha sonraları deneysel yoldan ispatlanabildi. W. Pauli 1945 yılında Nobel fizik ödülüne layık görüldü.

Pauli İlkesi, 1924'te ortaya atılan, aynı uzay hücresinde (mesela atom) bulunan spinli taneciklerin gösterdiği bağdaşmazlıklarla ilgili ilkedir. Bu ilkeye göre n herhangi bir tamsayı olmak üzere, spinleri (n + ½) olan özdeş tanecikler aynı enerji seviyesinde bulunamaz. Elektronlar, protonlar, nötronlar Pauli ilkesine uyar.

Bu ilkeden elektronların bir atomun değişik enerji seviyelerindeki dağılışları, enerji seviyeleri arasında mümkün olan geçişler ve taneciklerin uyduğu istatistik hakkında temel sonuçlar çıkarılır. Buna ihraç ilkesi de denir.

WRIGHT KARDEŞLER

Orville Wright ve Wilbur Wright

Wright Kardeşler, ilk motorlu uçağı yapan ünlü kardeşlerdir. Wilbur Wright 1867 yılında doğmuş, 1912 yılında ölmüştür. Kardeşi Orville Wright ise 1871 yılında doğmuş, 1948 yılında ölmüştür.

Ohio, Daytonlu iki bisiklet ustası olan Wilbur ve Orville Wright, 1899'da kuşların nasıl uçtukları hakkında kendilerine ipucu verebilecek her şeyi sistemli bir şekilde incelemeye başladılar. Bilimsel eserlerde ve eski insanların deneyimleri arasında kendi işlerine yarayacak hiçbir şey olmadığını kısa sürede anlayan Wright kardeşler sadece Berlin yakınlarındaki bir tepe üstünden planörle uçuş denemeleri yapan ve bu konuda çok dikkatli notlar tutan Alman mühendisi Otto Lilienthal'in çalışmaları vardı.

Lilienthal kuşların uçmalarını çok yakından incelediği için planörünün bir kuşu andırmasına fazla şaşmamak gerekir. Fakat o içlerinde ünlü ressam Leonardo Da Vinci'nin de olduğu birçoklarını cezbeden tuzağa, yani kuş uçuşunu temsil eden kanat çırpma olayının cazibesine kapılmadı. Lilienthal uçabilecek bir uçağın havayla temas halinde olan sabit bir kanadı olması gerektiğini gösterdi. Kararlı bir uçuşu gerçekleştirebilmek için gerekli kontrol sadece onun söylediği böyle bir kanat tarafından sağlanabilirdi ve bu konuda Wright kardeşler de onunla uyuşuyordu.

Wilbur ve Orville Wright bilimsel öğrenim görmemişler, liseden sonra yüksek bir okula gitmemişlerdi. Fakat uçma alanındaki çalışmalarını ilerletirken kendi bilimsel yönlerini de model uçaklar, uçurtmalar, insan taşıyan planörler ile yaptıkları yüzlerce deney sayesinde bu konuda bilimsel bir eser hazırlayacak kadar ilerlettiler. Hatta hazırladıkları 200'den çok farklı tipteki kanatları denemek için bir rüzgar tüneli dahi yaptılar. Wright kardeşlerin 17 Aralık 1903'te North Carolina'da Orville'in kontrolünde havalanan ilk uçağı aerodinamik ses teorisine bağlı kalınarak yapılmıştı.

Bu uçak iki pervaneliydi. Pilotla birlikte ağırlığı 335 kg.dı. Bu uçuşun beş tane görgü şahidi vardır. Orville birinci denemede 12 saniye uçtu. Ve sadece 37 metre mesafe katetti. O günkü son denemesinde ise, bu süre 59 saniyeye çıkmıştı ve 280 metrelik bir mesafeye uçmuştu. Daha sonra uçaklarını geliştirdiler ve 1904 yılında uçağa havada dönüşler yaptırarak, geri dönmek suretiyle kalktıkları noktaya inmeyi başardılar.

Wright kardeşler, iyi bir uçak tasarımında kanadın ani esen şiddetli rüzgarların zararlı etkisiyle sert havanın aşağı ve yukarı çekici etkisine karşın pilotun düzeltmesiyle kanadın daha uygun bir vaziyet almasını sağlayan bir mekanizma bulunması gerektiğini anladılar. Kuşları gözleyerek sert havalarda uçuş düzeylerini korumak için kanat uçlarını nasıl büktüklerini not aldılar. Kanat bükmeyi planörlerinin kanatlarının uçaklarını bir mekanizma yardımıyla eğerek taklit ettiler. Deneylerinden bunun işe yarayacağını tahmin etmişlerdir. Gerçekten de işe yaramıştır. Kanat eğmenin uçuş aerodinamiğini nasıl etkilediğini doğru bir şekilde tahmin ettiler ve anladılar.

Wright Kardeşler artık uçabilen bir uçak yaratmışlardı ama onu nasıl uçuracaklarını bilmiyorlardı. Bunu onlara gösterebilecek ne bir kitap ne de bir öğretmen vardı. Yavaş yavaş ve metotlu bir şekilde uçakla dönüş yapabileceklerinden çok zaman önce emin olmuşlardı. Daha ilk denemelerinde uçak tam bir daire dönüşünü kolaylıkla tamamlayarak havalandıkları noktanın yanına indi. Uçak dizaynı, diğerleri Wright kardeşlerinin seviyesine gelinceye kadar bir süre olduğu yerde saydı. Pilotun kanadın üzerine yatık bir şekilde durmaktan kurtarıp oturmasını sağlayacak bir yer yapılması gibi zorunlu bir takım şeyler gerekiyordu. Wright kardeşler pilotun oturabildiği bir uçak dizaynı hazırladılar. Ayrıca bir de iniş takımı yaparak kendilerini ilk uçuşlarında yanlarında taşıdıkları tekerlekli kriko ve monoraydan kurtardılar.

BİLİM ADAMLARI

Abdurrahman Es-Sufi

Abdülhamid İbn Türk

Ahmed Cevdet Paşa

Ahmed El-Biruni

Albert Einstein

Alfred Bernard Nobel

Alfred Kastler

Ali Kuşçu

Amadeo Avogadro

Ambroise Pare

Andre Marie Ampere

Anders Celsius

Antonie Henri Becquerel

Antoine Laurent Lavoisier

Archimedes (Arşimet)

Battani

Biruni

Blaise Pascal

Buzcani

Büyük Plinius

Cabir İbn Hayyan

Carl Friedrich Gauss

Charles Darwin

Charles Francis Richter

Chen Ning Yang

Christiaan Huygens

Conrad Gesner

Copernicus (Kopernik)

Ctesibios

Democritos (Demokritos)

Dennis Gabor

Dennis Papin

Diofantos

Donald Arthur Glaser

Enrico Fermi

Eratosthenes

Ernest Rutherford

Euclides (Öklid)

Farabi

Ferdinand Porsche

Francis Bacon

Galileo Galilei

Harezmi

Henri Poincare

Hezarfen Ahmet Çelebi

Ivan Pavlov

İbn-i Sina

James Clerk Maxwell

James Watt

Jean - Baptiste De Lamarck

Jean Piaget

Johann Gregor Mendel

Johannes Kepler

John Dalton

Karl Pearson

Knidoslu Eudoxos

Ktesibios

Leonardo Da Vinci

Louis Pasteur

Marie Curie

Max Planck

Michael Faraday

Niccolo Tartaglia

Niels Bohr

Ömer Hayyam

Robert Bosch

Robert Boyle

Robert Fulton

Robert Koch

Samuel Finley Breese Morse

Sir Isaac Newton

Takiyüddin

Thomas Alva Edison

Werner Heisenberg

Wilhelm Conrad Röntgen

William Harvey

Wolfgang Pauli

Wright Kardeşler


6 Nisan 2016 Çarşamba

DİKKAT! REKLAMLAR BEBEĞİNİZİ YORAR…

Birçok ebeveynden duyarız, “Bebeğim televizyonda en çok reklamları izlemeyi seviyor” diye. Reklamlar çıkınca, bebek anında ekrana kilitlenir ve hipnotize olmuş gibi gözlerini televizyondan alamaz. Peki, bebekler reklamlara karşı neden bu kadar duyarlıdırlar?
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Dr. Klinik Psikolog Ayşe Bombacı anlattı…
HIZLI, SESLİ, RENKLİ…
Bilindiği gibi, reklamların amacı 2-3 dakika gibi kısa bir zaman zarfında izleyicinin dikkatini çekerek, onun hafızasında kalıcı bir etki bırakmaktır. Dikkat uyandırabilmek için de öncelikle reklamlar sırasında ekrandaki sesin seviyesi otomatik olarak artar. Yüksek sese ilaveten, kullanılan görseller de son derece hareketli, müzikli ve ilgi çekicidir. Bunun yanı sıra reklamlarda, bir kaç saniye içinde ekran resmi değişir. Dolayısıyla reklamlar, normal yayın akışına göre daha hızlı, daha sesli ve daha renkli olması gibi bir araya gelen birçok faktörün etkisiyle algıda seçicilik yaratır. Bu durum bebekler için de geçerlidir. Dış dünyadan gelen uyaranlara büyük bir merakla tepki veren bir bebek, reklamlara bu sebeplerden ötürü aşırı duyarlıdır. 
UYKUYA GEÇİŞTE ZORLUK YAŞATIR
Reklamlardan gelen uyaranların çeşitliliğini ve hızını düşündüğümüzde, bunun gelişmekte olan bir bebeğin beyni için fazla olduğunu, onu yorabileceğini söyleyebiliriz. Çünkü bir bebeğin, etkileşim içinde kaldığı uyaranları zihninde işlemleyebilmesi, yani hazmedebilmesi için daha çok zamana ve mola vermeye ihtiyacı vardır. Yüz yüze kurulan bir anne-bebek iletişiminden duygusal ve sosyal gelişim anlamında oldukça faydalanan bebekler, yetişkinler gibi uzun süre göz teması sağlayamazlar. Çünkü göz kontağı kurmak pozitif bir yaşantı olsa da, bir yandan da bebeklerin heyecan seviyesini yükseltir. Bu yüzden bebekler iletişim sırasında ara sıra gözlerini kaçırarak kendilerini regüle etmeye çalışırlar. Göz kontağı kurarken bile yorulan bir bebek zihni söz konusuyken, televizyondaki reklamların yaratabileceği etkileri iyi tartmak gerekir. Uyaranların çeşitliliği, hızı ve sesi, gelişmekte olan bir bebeğin regülasyon sistemini zorlayabilir. Reklamlar sonrası yükselen heyecan seviyesiyle birlikte uykuya geçişte zorluklar yaşanabilir. Çünkü bebekler de fazla uyarana maruz kaldıklarında stres olurlar! Bazı bilimsel çalışmalar aşırı TV tüketiminin çocukların dil gelişimini ve sosyal becerilerini olumsuz etkilediğini de göstermiştir.

ARZU AKYOL - AKŞAM

REKLAMLARIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ

Günümüz dünyasında medya, kişilerin zihinsel ve duygusal süreçlerini etkileyen faktörler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Özellikle elektronik medya kanalları (tv, radyo, internet) aracılığıyla her gün karşımıza çıkan reklamlar özellikle çocukları hem psikolojik hem davranışsal olarak ciddi şekilde etkilemektedir. Sekiz yaş ve altı çocuklar, televizyon reklamlarını eleştirel bir gözle değerlendirme becerisine sahip değildir. Küçük çocuklar reklamlarda verilen abartılı ve taraflı mesajları doğru ve güvenilir olarak görüp sunulan bilgilere kolayca inanma eğilimindedir. Bu durum çocukların reklamlardan etkilenerek materyalistik değerlere odaklanması, sağlıksız beslenme alışkanlıkları edinmesi, belirli ürünlerle ilgili yersiz istekler geliştirip ebeveynle çatışma yaşaması gibi gelişimsel açıdan ciddi sakıncalar doğurur.

Çocukların inanma eğilimi dolayısıyla, çocuk reklamlarının tercih oluşturma ve satın alma davranışına dönüşme gücü yetişkin reklamlarına göre oldukça yüksektir. Çocuklar bir kez bile görmüş olsalar reklamların içeriğini hatırlayabilir ve o ürünü tercih eder hale gelebilirler. Ayrıca, tekrarlanan reklamlar çocuğun ürünle ilgili isteğini arttırıp güçlenmesine neden olmaktadır. Özellikle çocukların özdeşleşmek istediği bir süper kahraman, çizgi film ya da oyun karakteri üzerinden yapılan reklamlar çocukları yönlendirme konusunda oldukça etkilidir. Çoğu reklamda karşılaştığınız özendirici içerikler ve dürüst olmayan bilgiler çocuk zihninde ürünle ilgili gerçekdışı ve yanlış imajların oluşması için yeterlidir. Örneğin, bir çocuk reklamını seyrettiği çok şekerli ya da yağlı atıştırmalıkları yemesi gereken, kendisi için uygun ürünler olarak zihnine yerleştirebilir ya da yaşına uygun olmadığı halde reklamda gördüğü oyuncağı kararlı şekilde arzulayabilir. Ebeveynlerin reklamlar tarafından teşvik edilen yanlış algıları kırabilmesi ve çocuğu doğru olana yönlendirmesi oldukça zor olabilmektedir.

Bu sorunun çözümü için ebeveynlerin çocuklara erken yaşlardan itibaren medya okuryazarlığı becerisi kazandırabilmesi gerekir. Çocukların televizyonda izledikleriyle ilgili eleştirel bir bakış açısı geliştirebilmek için yardıma ihtiyacı vardır. Reklamların çocuğunuz üzerindeki olumsuz etkisini en aza indirgemek için baştan itibaren reklamlar üzerine şöyle konuşmalar yapabilirsiniz: ‘Bu çikolatanın sana gerçekten güç vereceğini nereden bilebiliriz ki? Sabah kahvaltıda yediğin bal ve peynir seni çok daha iyi besler. Sence bu reklamı yapan kişiler senin ne düşünmeni istiyorlar?’. Farkındalık yaratan ve sorgulama becerisi geliştiren bu türden ebeveyn yaklaşımları, çocuğun reklamlarda sunulanın aksine gerçekle uyumlu bir bakış açısı kazanması ve doğru davranış alışkanlıklarını edinmesi için en etkili yöntemdir.

Sinem Olcay
Uzman Psikolog (Aile ve Çocuk Gelişimi)

BİR BAŞKA OTİZM HİKAYESİ

Kerem’in Atipik Otizm’den Kurtuluş Macerası

Blogumda yayınlamak istediğim en özel hikayelerden biri Sevgili Selin ve oğlu Kerem’in hikayesi.. Özel bir bankada iyi bir kariyeri olan sevgili arkadaşım Selin, oğlu 2 yaşındayken Atipik Otizm teşhisi ile karşılaştı ve hatırı sayılır bir mücadeleye başladı. Bu mücadeleye başlarken çalıştığı kurumdan ücretsiz izne ayrıldı. Her zaman bu konuda takdir ettim Selin’i… Erken teşhis, eğitim, ilgi, sevgi ve farkındalık ile bir çok şeyin aşılabileceğini bize gösteren bu hikayeyi soluksuz okuyacağınıza inanıyor ve sözü sevgili Selin’e bırakıyorum.

Merhaba,

Öncelikle öykümü paylaşma şansını bana verdiği için sevgili Evrim’e çok teşekkür ederim. Adım Selin; Kerem adında, nedeni bilinemeyen fatal taşikardi nedeniyle 38+1’de acil sezaryen ile doğan ve ilk iki haftasını yoğun bakımda geçiren 32 aylık bir oğlum var.

Doğum şeklinin ve yoğun bakımda kalmasının yarattığı travma ve sağlık durumunun nezaketi nedeniyle ilk aylarımızda mekanik denebilecek kadar düzenli bir hayatı oldu Kerem’in. Kesinlikle uyku ve yemek saatlerini değiştirmedik, asla uyku saatlerinde bir yere gitmedik, doktorun dediklerinden kesinlikle dışarı çıkmadık. Ve hayatımızın hatasını yapıp; yemek sorunu nedeniyle TV karşısında yedirme alışkanlığı edindik.
Bu aylarda Kerem’i tek kelime ile tarif etmemizi isteseler, ortak kelimemiz “cool” olurdu sanırım. Az gülen, etrafa dikkatli dikkatli bakan bir bebekti. “tel sarar”, “parmak oyunları” gibi taklitlerle hiç ilgisi olmadı, bunları öğretmeyi asla başaramadım. Ne kadar önemli olduklarını bilmediğim için de çok üstünde durmadım, “bu da onun huyu” diyerek boş verdim. Motor gelişimi ve sağlık durumu iyi olduğu için de henüz endişelenmek aklımın ucuna bile gelmedi.

16 aylık olduğunda henüz (anlamlı ya da anlamsız) hiçbir kelimemiz olmadığı gibi; insanları ayırma, yabancılama, taklit, komut alma, bakımını üstlenen kişilere bağlılık (ben çalıştığım için annem bakıyordu) gibi davranışların hiç birisi de yoktu. Biraz sosyalleşir umuduyla, kendi ay civarı çocukların olduğu bir kreşe verdik. İlk zamanlar annemden ayrılmak istemedi, çok ağladı. Epey bir süre annem de sınıfta Kerem ile birlikte bekledi. Daha sonra Kerem sınıfına alıştı ama sosyalleşme konusunda pek bir ilerleme olamadı. Bu durum kafamı kurcalamaya başlamış olsa da çocuk doktorumuzun “sen kendin git psikoloğa, bu çocuğun bir şeyi yok” cevabı ve benim de çok geç konuşmuş olmam gerçeği ile rahatlamıştım.

Bu arada Kerem’in kreşinde yeni çalışmaya başlayan Pedagog Hanım, Kerem’in göz temasının az olduğunu söylemeye başlamıştı. Biz evde böyle bir sorun yaşamadığımız için ve bunun ne demek olduğunu kavrayamadığımız için çok üstünde durmadık ama Kerem’i daha yakından izlemeye başladık. Bu arada iki pedagog ile görüştük. Kerem ile birkaç görüşme yapıp gelişimini test ettiler. Sonuçta net bir cevap alamadık, onlarla terapiye devam etmek için bir neden de bulamadık. Bize “amaca yönelik oyun oynayın” dediler, biz de oyun konusunda daha dikkatli davranmaya başladık.

Bu arada Kerem 2 yaşına gelmişti. Hala hiç kelimesi yoktu, parmakla işaret etme yoktu, taklit yoktu, bağlılık yoktu. Hiç unutmuyorum o tarihi; 1 Şubat 2014 Cumartesi. Eşim internette “yetersiz göz teması, komutlara cevap vermeme, konuşmama” diye arattı. Daha önce benim de okumuş olduğum, ancak konduramadığım sayfaları bir de o okuyunca yaşadığımız şoku, acıyı, korkuyu kelimelerle tarif edebilmem imkansız. Dipsiz bir kuyuya düştük, kalbimizi bir el sıktı, sıktı, sıktı…

Bu arada Kerem’i bir pedagog daha ve onun önerisiyle bir konuşma terapisti gördü. Ortak söyledikleri, çok ağır bir durum olmadığı ve özel eğitim ile aşabileceğimizdi. Bu yorumlar bizi biraz olsun rahatlatsa da, korkuyu içimizden atmamız imkansızdı.

Eşimin aklına üniversiteden arkadaşı olan ve özel eğitimci olan terapistimiz gelmeseydi, hikayemiz nasıl ilerlerdi bilmiyorum. Ama iyi ki geldi, iyi ki onu aradık, iyi ki Kerem ile tanıştı ve iyi ki oğlumuzu ona teslim ettik. 

Ondan sonraki hafta ağlamak dışında bir şey yapmadık desem yalan olmayacak. Terapistimiz, Kerem’i bir hafta sonra görebildi. Gelişimini ve davranışlarını inceledikten sonra “Ne olduğunu şu anda söyleyemem, YGB-BTA (başka türlü adlandırılamayan yaygın gelişimsel bozukluk – atipik otizm) olduğunu düşündüren belirtiler var. Ama teşhis koyma yetkim yok, bir psikiyatriste yönlenmeniz gerek. Zaten teşhis çok önemli değil. Yapacağımız şey şu: eksik olduğu alanlarda çalışmaya başlayacağız, gelişim hızı da durumumuzu belirleyen bir parametre olacak. Önce iletişimi öğretmeye çalışacağız. Üç aylık hedefler belirleyeceğiz ve o hedeflere çalışacağız“ dedi.

Bu arada ben işyerimden 6 aylık ücretsiz izin aldım. Çünkü Kerem’in durumu belirsizken ben çalışamazdım ve evde yapılacak çalışmalar bu kadar önemliyken başka birine emanet edemezdim. Bunu yapabilecek koşullarım olduğu için Allah’a çok şükür. Ve hiç sorun etmeden bana bu izni veren işyerime de sonsuz müteşekkirim.

Kerem ve terapistimiz; çalışmakta olduğu özel eğitim merkezinde haftada 4 saat çalışmaya başladılar. Her gün bir defterle gidiyorduk, Kerem’in yaptıklarını ve yapamadıklarını, bizim evde yapmamızı istediği çalışmaları terapistimiz deftere yazıyor, ben de evde olanları, yaptığımız çalışmaları ve varsa soru(n)larımı yazıyordum. İtiraf etmeliyim, bu yazma konusunda hiç başarılı olamadım. Hem çalıştırmak hem de not almak yapamadığım bir şey oldu. Ama çok sıkı çalıştık. Kerem’i hiç boş bırakmamak ve sürekli iletişimde olmak başta çok çok zordu. Çünkü iletişim diye bir şey bilmiyor ve ihtiyaç hissetmiyordu. 
Hiç unutmuyorum, terapinin üçüncü haftası yapboz yaparken yanındaydım ve sorularla olaya dahil olmaya çalışıyordum. Sırtını bana yasladı ve kolunu koluma doladı. Bu bana gösterdiği ilk fiziksel sevgi gösterisiydi. O an ne hissettim? Aklıma tek bir kelime geliyor: cennet.

İlk hedeflerimizden biri parmakla göstermekti. Kerem o dönem elini sabunlamayı çok seviyordu. Farklı dokulara dokunması için bu bizim de teşvik ettiğimiz bir şeydi. Suyu açtım ve Kerem’e “ne istiyorsun?” dedim. Kerem adet edindiği üzere benim elimi sabuna götürmeye çalıştıkça onun elini alıp sabunu gösterterek model oldum. Bunu kaç kere yaptım bilmiyorum ama birkaç gün boyunca bunu tekrarladık. Sonunda oldu! Parmağıyla sabunu gösterdi! Çok önemli bir aşamayı böylece geçmiş olduk.Daha sonra anlamlı kelimeler başladı. Sonra birkaç tane daha, birkaç daha ve hatta cümleler… Bunun yanında taklitler, jestler, mimikler, itirazlar, ufak şımarıklıklar, yalandan ağlamalar geldi. Bir mucizeye tanklık ediyordum. Terapistimiz sihirli anahtarlarla kapıları birer birer açıyor, normalde çocukların gözlemleyerek öğrendiği becerileri tek tek öğretiyordu.

Bu arada psikiyatrist randevumuzu almıştık ama yoğunluğundan ötürü 3 ay sonrasında gidebildik. Yani bizi psikiyatrist gördüğünde Kerem üç aydır özel eğitim alıyordu. (9 Mayıs) Söylediği şuydu: “Bu çocuğun genetik bir yatkınlığı varmış ama zekası ve doğru müdahaleniz ile bu durumu aşmışsınız. Şu anda yaşının çok az gerisinde, kabul edilebilir sınırlarda. Özel eğitime devam edin, üç ay sonra tekrar görüşelim.”
 Bundan sonrası çok daha kolay geçti. Artık aramızda anne-çocuk bağı kurulmuştu. İşaret ve hatta kelimelerle anlaşıyor, birlikte vakit geçiriyor, şakalaşıyor ve bol bol sarılıyorduk. Tabii ev ödevlerimizi yapmayı ihmal etmiyorduk.

Şu anki durumumuzda özel eğitime haftada iki saat olarak devam ediyoruz. Temmuzdan itibaren yarım gün kreşe de başladık. Aldığımız bildirimler çok iyi. Kerem tüm aktivitelere katılıyor, arkadaşlarıyla yaşının gerektirdiği kadar iletişim kuruyor, “okula” keyifle gidip geliyor.

Kerem şu anda neredeyse tamamen yaşıtlarını yakalamış durumda. Sadece konuşmada biraz geri, ama zamanla kapanabilecek bir fark var. Sadece içine kapanmaya meyilli bir yapısı ve sembollere sıra dışı bir merakı var. Ancak bunlar yeni şeyler öğrenmesine engel olmadığı için bizi korkutmuyor artık.
Geçtiğimiz hafta ikinci psikiyatr kontrolümüz vardı. Doktorumuz artık tamamen normale döndüğümüzü, sadece konuşma üzerinde biraz çalışmamız gerektiğini müjdeledi bize…

Hikayemiz otizm ile nerede ne kadar kesişiyordu hala bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şu ki biz kötü bir rüya gördük ve çok şükür ki o rüyadan uyanabildik. İstiyorum ki benzer sorunları yaşayanlar kötü hikayeler kadar böyle iyi biten hikayeler de olduğunu bilsinler, umutsuzluğa kapılmasınlar. Bir aksaklık gördüklerinde derhal bir uzmana başvursunlar. “Daha bekleyelim” diyenleri dinlemesinler, zaman çok ama çok değerli. Teşhis konmasını beklemeden özel eğitim yoluna gitsinler. Ve lütfen, LÜTFEN iki yaşına kadar TV izletmesinler. TV iletişimi engelleyen bir unsur ve özellikle genetik yatkınlığı olan çocuklarda otistik belirtilere neden olabiliyor.

 Her ne kadar iki kişinin öyküsünü anlatmış gibi olsam da bizi sarıp sarmalayan, benim yükümü elinden geldiğince alan, bana güç veren babamızı da unutmamalıyım. Birçok babanın yaptığını duyduğum şeyi yapmadı o: “yok bir şey” demedi, gerçeklerle yüzleşmekten kaçmadı.
Beni arayıp soran, “ihtiyaç var mı?” diyen, duasını esirgemeyen, öyküsünü paylaşan arkadaşlarım da bu süreçte bana çok güç verdiler. Tek tek isim sayamamamı bu dünyadaki en büyük zenginliğim olarak görüyorum.

Ayrıca, şüphelendiğimiz dönemde bu bloğun sahibesi sevgili Evrim’i aramıştım. O dönem oğlu Kaan çok önemli bir beyin ameliyatı geçiriyor olmasına rağmen beni teselli etmiş, kendi fizik tedavi tecrübelerinden örnekler vermişti. Kendimi ne zaman güçsüz hissetsem, o konuşmayı hatırladım. 

Özel eğitim merkezinde tanıdığım sevgili anneler, babalar, anneanneler… Bana öyküleriyle destek oldular, önerilerde bulundular, dertlerimi dinlediler.

Ve tabii ki sevgili terapistimiz bir mucize yaşattı. Ona ne kadar çok borçluyuz. Ona ne kadar güveniyoruz. Onunla bu yola girmiş olduğumuz için ne kadar şanslıyız.
Çok teşekkür ediyorum hepinize.

Alıntı: http://www.prematureanneleri.com/

Selin Güneş
Kerem’in Annesi
http://araflisehrazad.com (Burada da otizmle ilgili pek çok yazı bulabilirsiniz.)

OTİZM VE BUZ PATENİ

Otizmli bireyler, alışkanlıklarından vazgeçemezler, çevrelerinde herhangi bir değişiklik olduğunda anında farkederler. Alışkanlıklardan vazgeçemezler derken birşeyi öğrenip bir daha onu bırakmazlar olarak düşünmemek gerekiyor. Mesela otizmli birey sürekli olarak evde duran, dışarı çıkmayan bir birey olarak karşımıza çıksın. Bu bireyin dışarı çıkarıp  gezmesini sağlamazsak bu duruma alışır ve sürekli olarak bu şekilde davranmak ister. Ancak eğer sürekli olarak dışarı çıkarılır, birlikte birşeyler yapılırsa çocuk her zaman dışarı çıkmak ister. Çünkü artık bu duruma alışmıştır ve devamlı olarak yapmak ister. İşte bireylerin bu alışkanlık durumlarından farklı şekillerde yararlanmak mümkündür. Özellikle spor alanında kullanmak yararlı olmaktadır. Zira sürekli olarak herhangi bir spor dalıyla ilgili eğitim alan birey, bunu bir alışkanlık haline getirir ve eğitimi devam etmeden duramaz. Yani otizmli bireyler öğrendiklerini yaparlar ve onların yaşam standartlarını yükseltmek için de spor alışkanlığı kazandırmak gerekir. Bugün otizm ve buz pateni üzerine birşeyler yazmak istiyorum. Bakalım buz pateninin otizmli bireylere sağladığı faydalar nelermiş?

Otizm ve Buz Pateni

Buz pateni, her yaştan bireylerin yapabileceği ve vücudumuz için çok büyük yararları olan bir spor türüdür. Son yıllarda özellikle kadınların başvurduğu bir spor türü olsa da otizmli bireyler tarafından da sıklıkla tercih edilmektedir. Zira buz pateninin gerçekten de yadsınamayacak kadar yararı vardır. Dilerseniz hemen buz pateninin faydalarını incelemeye geçelim.

Buz Pateninin Faydaları

    Düzenli olarak yapılan buz pateni antremanlarının kardiyovasküler sistemi geliştirdiği düşünülmektedir. Özellikle kalp, damar ve dolaşım sistemine yararlı olabileceği söylenmektedir.
    Normalden farklı bir yapıya sahip olduğu için vücudun ve zihnin farklı şekilde çalışmasını sağlar.
    Düzenli olarak yapılacak buz pateni antremanları, stresin en büyük düşmanlarından biridir.
    Özellikle kilo sorunu olan bireylere çok fayda sağladığı düşünülmektedir. Zira buz pateni esnasında çok fazla kalori harcanır.
    Dayanıklılık sorunları olanların başvurması gereken spor dallarından biridir. Çünkü düzenli olarak yapıldığında bireylerin fiziksel dayanıklılığını üst seviyelere çıkarır. Bunun sonucunda da bireyler daha zinde, daha enerjik, daha dirençli ve hareketli bir görüntü çizerler.
    Otizmli bireylerde genellikle zayıf olan denge koordinasyonunu geliştirmek için oldukça önemli bir spordur. Gelişen denge ile beraber, otizmli bireylerde öz bakım becerilerinde gelişmeler görülür. Örneğin; eşofmanını giyip, çıkartırken tek ayak üstünde dengede durabildiği için giyme ve çıkarmada eskisi kadar zorlanmaz.

    Atagün BALTACIOĞLU
    Spor Eğitmeni & Yaşam Koçu

YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...