tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2014 Salı

TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ (ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ)

1. Türkiye Selçuklu Devleti’nin Kuruluş Dönemi

Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymanşah’tır. Süleymanşah, İznik’i başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti (1077). Bizans’a karşı başarılı olan Süleymanşah’ın hükümdarlığı, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ve Abbasi halifesi tarafından onaylanmıştır.
Anadolu’da ortaya çıkan yeni Türk devleti güçlenerek Bizans İmparatorluğu’nun taht kavgalarına müdahale etti. İmparator Mihael’e karşı Botaniates’i destekleyen Süleymanşah, onun tahta çıkmasını sağladı. Bu durumdan yararlanarak Güney Marmara, Kocaeli Yarımadası, Üsküdar ve Kadıköy’ü ele geçirdi. Böylece Anadolu yakasındaki Bizans toprakları Anadolu Selçuklularının hakimiyeti altına girmiştir.
Bizans, Balkanlardan gelen tehlikelerle uğraştığı için Anadolu Selçuklularıyla anlaşma yapmak zorunda kalmış ve böylece Selçukluların batı sınırları güvence altına alınmıştır. Bu durumdan yararlanarak topraklarını genişletmek isteyen Süleymanşah, doğuya sefere çıktı. Adana, Tarsus, Kozan ve Antakya’yı alan Süleymanşah’ın Haleb’i kuşatması, Anadolu Selçuklularıyla Suriye Selçuklularının arasını açtı. Yapılan savaşı Suriye Selçukluları kazandı ve Süleymanşah bu savaşta öldü (1086). Süleymanşah’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu tahtı 6 yıl boş kalmıştır.
Melikşah, Süleymanşah’ın ölümü üzerine oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan’ı yanına getirterek ölünceye kadar elinde tutmuştur. 1092 yılında Melikşah’ın ölümünden sonra serbest kalan I.Kılıç Arslan Anadolu’ya gelmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına geçerek Fetret Devri’ne son vermiştir (1092). I.Kılıç Arslan tahta geçtikten sonra devleti yeniden düzenlemeye ve Anadolu’da birliği sağlamaya çalışmıştır. I.Kılıç Arslan İzmir’de kurulan Çaka Beyliği ile iyi ilişkiler kurdu. Karadan ve denizden sıkıştırılmaktan korkan Bizans, I.Kılıç Arslan ile Çaka Bey’in arasının açılmasını sağladı ve bunun sunucunda I.Kılıç Arslan kayınpederi Çaka Bey’i öldürttü. Bizans ile anlaşan I.Kılıç Arslan doğuya yönelerek Malatya’yı kuşattı. Ancak bu sırada Haçlı Seferleri başladı. Birinci Haçlı Seferi’ne katılan orduları durduramayan Anadolu Selçuklu Devleti, Batı Anadolu’yu boşaltarak merkezini Konya’ya taşımak zorunda kaldı. I.Kılıç Arslan, Anadolu’da siyasal birliği büyük ölçüde sağladıktan sonra Musul üzerine yürüdü. Burada Büyük Selçuklu ordularıyla yaptığı savaşta öldü ve Anadolu Selçuklu Devleti yeniden buhranlı bir döneme girdi (1107).
I.Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti bir süre başsız kaldı. Sonunda Danişmentlilerin desteğini sağlayan I.Mesut Anadolu Selçuklu tahtına geçti (1116). Sultan Mesut Ankara, Çankırı, Kastamonu, Elbistan, Malatya ve Antep çevresini topraklarına kattı. Büyük Selçuklu Devleti’nin çöküş dönemine girmesi I.Mesut’un işini kolaylaştırmış ve bu dönemde hem Bizans mağlup edilmiş, hem de II.Haçlı Seferi’ne başarıyla karşı konularak Haçlılar Konya yakınlarında yenilgiye uğratılmıştır.
2. Türkiye Selçuklu Devleti’nin Yükseliş Dönemi
1155 yılında II.Kılıç Arslan’ın Anadolu Selçuklu hükümdarı olmasından iki yıl sonra Büyük Selçuklu İmparatorluğu dağıldı. Bu durum Anadolu Selçukluları’nın daha serbest hareket etmesini sağlamıştır. II.Kılıç Arslan tahta geçtikten sonra bir taraftan kardeşleriyle bir taraftan da Musul atabeyi, Kilikya Ermenilerive Bizans İmparatorluğu ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu mücadelelerde başarılı olan II.Kılıç Arslan, 1178’de Danişmentoğulları Beyliği’ne son vererek Sakarya’dan Fırat’a kadar olan Anadolu topraklarını kendisine bağlamıştır.
II.Kılıç Arslan, Haçlı Seferleriyle Batı Anadolu ve Marmara’da sarsılan Türk egemenliğini yeniden kurmak amacıyla, himayesi altındaki Türkmenleri kullanarak Bizans sınırını zorlamıştır. Bizans İmparatoru Manuel, Türklerin güçlenmesinden ve topraklarını genişletmesinden rahatsızlık duymuş ve Türkleri Anadolu’dan atmak amacıyla farklı uluslardan oluşan büyük bir orduyu Anadolu’ya göndermiştir. Türkiye Selçuklularının orduları Denizli yakınlarındaki Kumdanlı mevkiinde Bizans ordularıyla karşılaşmıştır. Miryokefalon Savaşı’nı Türkiye Selçukluları kazanmıştır (1176). Bu savaşın sonucunda;
- Anadolu kesin olarak Türk vatanı haline gelmiş ve Türklerin Anadolu’dan atılamayacağı kanıtlanmıştır.
- Türkler taarruza, Bizans ise savunmaya geçmiştir.
- Haçlı Seferlerinin etkisiyle Bizans İmparatorluğu’na geçen Anadolu’daki üstünlük yeniden Selçuklulara geçmiştir.
- Türkiye Selçukluları siyasal, kültürel ve ekonomik yönlerden hızlı bir gelişme sürecine girmiştir.
II.Kılıç Arslan, Anadolu’da Türk siyasal birliğini önemli ölçüde sağlamıştır. Yaşlılığını ileri süren II.Kılıç Arslan, ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırarak büyük bir hata yapmıştır. Çünkü şehzadeler arasında başlayan taht kavgaları devletin güç kaybetmesine neden olmuştur. Taht kavgalarının devam ettiği sırada III.Haçlı Seferi başlamıştır. İçeride taht kavgaları devam ettiğinden dolayı III.Haçlı Seferi’ne gereken önem verilememiştir.
II.Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra, I.Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı (1192). Ancak, bir süre sonra Rükneddin Süleymanşah tarafından tahttan indirilmiştir (1196). Kısa sürede, içerdeki anlaşmazlıkları çözen Rükneddin Süleymanşah, Bizans’ı ve Çukurova Ermenileri’ni mağlup etti. Ayrıca Erzurum ve çevresi ele geçirilerek Saltukoğulları Beyliği’ne son verilmiş ve Gürcistan’a sefer düzenlenmiştir. Bu sefer sırasında ölen Rükneddin Süleymanşah’ın yerine I.Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci defa Anadolu Selçuklu hükümdarı olmuştur.
I.Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci hükümdarlığı sırasında; askeri hareketlerini ekonomik ve ticari çıkarlar doğrultusunda düzenlemiştir. Bu amaca ulaşmak için I.Gıyaseddin Keyhüsrev, Karadeniz ticaret yolunu açmaya çalışmış, diğer taraftan Antalya’yı fethederek Akdeniz’i Türk ticaretine açmıştır. Ticaret merkezi haline getirilen Antalya’da donanma inşa edilmiş ve Venediklilerle ticaret anlaşması yapılmıştır. Antalya’nın fethiyle Türkler, Çaka Bey’den sonra ilk defa önemli bir deniz gücüne sahip olmuştur. I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu davranışları denizcilik faaliyetlerine önem verdiğine, uluslar arası ticareti teşvik ve himaye ettiğine kanıt olarak gösterilebilir.
Türkiye’yi uluslararası ticaret yolunun merkezi durumuna getiren I.Gıyaseddin Keyhüsrev, Alaşehir yakınlarında İznik Rum İmparatorluğu ile yapılan savaşta şehit olmuş ve yerine oğlu I.İzzettin Keykavus geçmiştir (1211).
I.İzzettin Keykavus, Trabzon Rum İmparatoru’na hakimiyetini kabul ettirdi. Sinop’u alarak ticaret merkezi haline getirdi (1214). Selçuklu hakimiyetinden çıkmış olan Antalya’yı geri alarak Akdeniz ve Karadeniz’deki ticaret yollarının güvenliğini sağladı. I.İzzettin Keykavus döneminde Kıbrıs Krallığı ve Venediklilerle ticaret anlaşmaları yapılmış, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Çukurova Ermenileri vergiye bağlanmıştır.
I.İzzettin Keykavus’un ölümünden sonra yerine kardeşi I.Alaeddin Keykubat geçmiştir (1220). I.Alaeddin Keykubat döneminde, Anadolu Selçuklu Devleti en parlak zamanını yaşamıştır. I.Alaeddin Keykubat, Asya’da büyük bir tehlike haline gelen Moğollar’a karşı tedbirler aldı. Bu tedbirler çerçevesinde doğudaki kale ve surlar tamir edilmiş ve komşu devletlerle ittifaklar kurulmuştur.
I.Alaeddin Keykubat, Akdeniz’de önemli ticaret merkezlerinden biri olan Alanya’yı (Alaiye) topraklarına kattı (1223) ve Alanya’da tersane kuruldu. Bu durum Selçukluların denizcilik alanında hızla gelişmesine ortam hazırlamıştır. Selçuklular Akdeniz’den sonra Karadeniz’de de faaliyet gösterdiler. Sinop’ta hazırlanan bir donanma Kastamonu Beyi Hüsameddin Çoban komutasında Kırım’a gönderildi ve Kırım’ın Suğdak Limanı Selçukluların eline geçti. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti, donanmayla deniz aşırı bir seferi gerçekleştirmiş oldu. Sonuçta Karadeniz ticaretinin tam güvenliği sağlanmış ve bölgenin gelirleri Selçuklulara akmaya başlamıştır.
Moğol tehlikesine karşı Cengiz Han ile iyi geçinmek isteyen I.Alaeddin Keykubat, Moğollardan kaçarak Selçuklu sınırlarına gelen Harzemşahlara da iyi davranmıştır. Ancak Celaleddin Harzemşah’ın Selçuklulara ait Ahlat’ı işgal etmesi ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Erzincan yakınlarında yapılan Yassıçemen Savaşı’nı Alaeddin Keykubat kazanmıştır (1230). Bu savaştan sonra Harzemşahlar kesin olarak yıkılmıştır (1231). Harzemşahların yıkılması sonucunda Türkiye Selçuklularıyla Moğollar arasındaki tampon bölge ortadan kalkmıştır. I.Alaeddin Keykubat, Doğu Anadolu’da Moğol saldırılarına karşı direniş noktaları kurmuştur. Eyyubiler üzerine sefere hazırlanan I.Alaeddin Keykubat, zehirlenerek öldürülmüştür (1237).
3. Türkiye Selçuklu Devleti’nin Zayıflaması ve Moğol İstilası
I.Alaeddin Keykubat’ın ölümünden sonra yerine oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Vezir Saadettin’in etkisi altında kalan yeni hükümdar babası kadar yetenekli değildi. Vezir Saadettin kendisine rakip olarak gördüğü ileri gelen komutanları ve devlet adamlarını ortadan kaldırdı.
Baba İshak İsyanı (1240)
13. yüzyılda Asya’daki Moğol İstilası pek çok Türkmen’in Anadolu’ya göç etmesine neden olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gelen Türkmenler yer ve otlak darlığı nedeniyle sıkıntı çekiyordu. Bölge halkının sosyal ve ekonomik sıkıntılarını değerlendiren Baba İshak isimli bir kişi isyan başlattı (1240).
Türkmenlerin desteğini alan Baba İshak isyanı kısa sürede yayıldı. Eski gücünü kaybeden Anadolu Selçukluları bu isyanı bastırmakta zorlanmış, ancak iki yıl sonra isyanı bastırabilmiştir.
Anadolu Selçuklularının Yassıçemen Savaşı’nı kazanmaları Moğolların Anadolu’ya gelişini geciktirmiştir. Ancak Baba İshak isyanının güçlükle bastırılması, Selçukluların zayıfladığını ortaya çıkarmış ve Moğolları Anadolu’yu istila etme konusunda cesaretlendirmiştir.
Kösedağ Savaşı ve Sonuçları
Anadolu Selçuklularının doğu sınırlarına dayanan Moğollar, Baba İshak isyanından sonra Anadolu’yu istilaya karar verdiler. Baycu Noyan komutasındaki Moğol ordusu Erzurum’u işgal ederek Sivas’a kadar ilerledi. Sivas’ın doğusunda yapılan Kösedağ Savaşı’nda Anadolu Selçuklu ordusu mağlup olmuştur.
Kösedağ Savaşı’nın sonucunda;
- Anadolu Moğolların hakimiyetine girmiş ve Türkiye Selçukluları Moğollara bağlı hale gelmiştir.
- Trabzon Rum İmparatorluğu ve Ermeni Krallığı Selçuklu hakimiyetinden çıkmış, Anadolu’nun batı kısımlarında bağımsız Türk beylikleri kurulmuştur. Böylece Anadolu’da kurulan Türk siyasal birliği bozulmuştur.
- Anadolu’da can ve mal güvenliği kalmamış, ticaret faaliyetleri durma noktasına gelmiş ve üretim azalmıştır. Bu durum Anadolu halkının ekonomik hayatını olumsuz yönde etkilemiştir.
- Anadolu’daki önemli bilim, sanat ve ticaret merkezleri tahribata uğramış, kültürel gelişmeler durmuştur.
- Moğolların baskısından kurtulmak isteyen Türkmenler Anadolu’nun batısında yoğunlaşmışlardır. Türk kültürü Anadolu’nun batısında da yayılmıştır.
- Merkezi otoritesini kaybeden Anadolu Selçukluları dağılma ve yıkılma sürecine girmiştir.
4. Türkiye Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı
Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nde sık sık taht kavgaları yaşanmıştır. Moğollar bu taht kavgalarına karışarak kendilerine taraftar olan şehzade ve devlet adamlarını desteklediler. 1256 yılında İran’da İlhanlı Devleti’nin kurulmasından sonra Anadolu’da Moğol baskısı iyice artmış, bir süre sonra Anadolu’yu doğrudan kendilerine bağlayarak idari teşkilatlarını kurmuşlardır (1277). II.Mesut zamanında Anadolu, İlhanlıların eyaleti durumuna geldi (1303). II.Mesut’un 1308 yılında ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti yıkılmış, Anadolu İlhanlıların valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştır. İlhanlılar Anadolu’nun her tarafına egemen olamamışlar, Doğu ve Orta Anadolu’yu 1336 yılına kadar hakimiyetleri altında tutmuşlardır.


ANADOLU’NUN TÜRKLEŞMESİ

Tuğrul Bey döneminde, Bizans ile yapılan Pasinler Savaşı kazanılmış (1048) ve Türkler’in Doğu Anadolu’daki etkileri artmıştır. Alp Arslan döneminde 1071 Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasından sonra Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlardır.
Anadolu’nun fethini tamamlamak ve Türkleşmesini sağlamak amacıyla önemli komutanlar Anadolu’ya gönderildi. Bu komutanlar kendilerine hedef gösterilen yerleri fethederek beylikler kurdular. Anadolu’da kurulan ilk Türk beylikleri şunlardır:
Danişmentoğulları Amasya, Niksar ve Sivas çevresinde, Mengücekoğulları Erzincan ve çevresinde, Artukoğulları Hasankeyf, Mardin ve Harput çevresinde faaliyet göstermişlerdir. Anadolu'da kurulan ilk Türk beylikleri,
- Kuruldukları bölgenin Türkleşmesini sağlamışlardır.
- Anadolu’yu imar etmişler, Türk – İslam kültürünü Anadolu’ya taşımışlar ve yaptıkları mimari eserlerle Anadolu’ya Türkiye denmesini sağlamışlardır.
- Başta Bizans olmak üzere Gürcülere, Ermenilere, Rumlara ve Haçlılara karşı mücadele ederek yeni Türk yurdunu korumuşlardır.
- Anadolu’daki küçük yerleşme yerlerini büyük Türk şehirleri haline getirmişlerdir. Bu dönemde Anadolu’daki Türk nüfusu artmış, yer isimleri Türkçe olarak değiştirilmiştir.
Büyük Selçuklu Devleti, Anadolu’ya gönderdiği komutanlara fethettiği toprakların hakimiyetini vermiştir. Bu uygulama Anadolu’da feodal beyliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Malazgirt zaferinden sonra;
- Bizans’ın Anadolu’daki etkinliğini kaybetmesi
- Türkmenlerin gruplar halinde Anadolu’ya göç etmesi
- Anadolu halkının ağır vergiler ve adaletsizlikten dolayı Bizans İmparatorluğu’ndan ve Anadolu’ya gönderilen memurlardan memnun olmaması
- Anadolu’da Türk beyliklerinin kurulması
Anadolu’nun Türkleşmesini hızlandırmıştır.
Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesinin sonuçları şunlardır:
- Türklerin Anadolu’ya hakim olmasını kabullenemeyen Avrupalı uluslar, Türk dünyası üzerine Haçlı seferleri düzenlemişlerdir.
- Ege, Marmara ve Akdeniz’e ulaşan Türkler denizcilik faaliyetlerine başlamışlardır.
- Anadolu’da otorite boşluğu ortadan kalkmıştır.
- Anadolu imar edilmiş, farklı uluslar bir arada yaşamışlar ve kültür etkileşimi olmuştur.


İLK TÜRK - İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

Türk – İslam Devletlerinde Hakimiyet Anlayışı

Türklerin hakimiyet anlayışına göre, Tanrı yeryüzünü yönetme yetkisini (Kut) Türk hükümdarlarına vermiştir. Kut anlayışına göre, ülke toprakları hanedan üyelerinin ortak malı kabul edilmiştir. Bu sistem Türk devletlerinde bazı olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Çünkü bu sistem nedeniyle sık sık taht kavgaları çıkmış ve Türk devletleri kısa sürede parçalanmıştır.
Türkler İslamiyet’e girdikten sonra hakimiyet anlayışında bazı değişiklikler olmuştur. Hükümdarlığın halife tarafından onaylanması geleneği Gazneliler ve Büyük Selçuklularda uygulanmıştır. Ancak bu devletlerin hükümdarları hiçbir zaman hakimiyetlerini Abbasi halifeleriyle paylaşmamışlardır.
Atabeylik Sistemi
İslamiyet’ten önceki Türk devletlerinde uygulanan atabeylik sistemi, İslamiyet’ten sonra kurulan Türk devletlerinde de devam ettirilmiştir. Selçuklu şehzadelerini eğiten, iyi bir yönetici ve komutan olarak yetişmesini sağlayan bilgili, tecrübeli görevlilere “Atabey” denilmiştir. Atabeyler, bir yere yönetici tayin edilen şehzadelerin yanında gönderilerek şehzadelere danışmanlık yaparlardı. Bu sistemle şehzadelerin iyi bir devlet adamı olarak yetişmeleri sağlanmıştır.
Şehzadelerin yanında önemli bir etkinliğe sahip olan atabeyler, merkezi otoritenin zayıfladığı dönemlerde bağımsızlıklarını ilan ederek devletin parçalanmasına neden olmuşlardır. Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflaması üzerine Azerbaycan’da İldenizoğulları, Musul ve Halep’te Zengiler, Şam’da Böriler, İran’da Salgurlular gibi atabeylikler ortaya çıkmıştır.
İkta Sistemi
Büyük Selçuklu Devleti’nde ikta sistemi vezir Nizam’ül Mülk tarafından uygulanmaya konmuştur. Gelirleri hizmet ve mal karşılığı olarak komutanlara, askerlere ve devlet memurlarına verilen topraklara ikta denir. İkta verilen kişilerin görev sürelerinin dolması üzerine iktaları da ellerinden alınırdı. İkta sisteminin uygulanmasıyla,
- Toprak gelirleriyle memurların ve komutanların maaşları karşılanmış, iktalarda savaşa hazır asker yetiştirilmiştir.
- Üretim kontrol altına alınarak arttırılmıştır.
- Taşrada devlet otoritesi sağlanmıştır.
- Göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçmesi sağlanmıştır.
Dil ve Edebiyat
Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra başlayan kültürel etkileşim, Türk – İslam doğmasına yol açmıştır. Orta Asya’da ilk Müslüman – Türk devleti olan Karahanlılar, Orta Asya kültürü ile İslam kültürünün kaynaşmasını başlatmış, bu etkileşim Selçuklular döneminde olgunlaşmıştır.
Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden sonra gelişen edebiyata, İslamiyet etkisinde gelişen Türk edebiyatı denilmektedir. Türk – İslam devletleri edebiyatta Farsça’yı, bilimde Arapça’yı yaygın olarak kullanmışlardır. Bu durum Türkçe’nin Arapça ve Farsça’dan etkilenerek gelişmesinin yavaşlamasına yol açmıştır. Dil alanında etkilenme en çok aydınlarda görülmüş, halk Türkçe konuşmaya devam etmiştir.
Karahanlılar, tamamen Türklerin yaşadığı bir bölgede kurulmuş ve faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Bu nedenle bölgede devlet dili, konuşma dili ve edebiyat dili olarak Hakaniye adı verilen Türkçe kullanılmıştır. Yazıda Uygur alfabesini kullanan Karahanlılar, Türkçe’ye çok önem vermişlerdir. Bu durum Gaznelilerde ve Büyük Selçuklularda devam ettirilememiştir. Karahanlılar döneminde önemli eserler verilmiştir. Bu eserlerin başlıcaları şunlardır:
Kutadgu Bilig
Mutluluk veren bilgi anlamına gelen Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır. Karahanlıların Kaşgar hükümdarı Buğra Han’a sunulan eser Türkçe bir siyasetnamedir. Kutadgu Bilig, Türk devlet anlayışı, kanun ve siyasetleri üzerine görüşler ve hükümdarlara çeşitli öğütler içermektedir.
Divan-ı Lugat-it Türk
Eser, Kaşgarlı Mahmut tarafından Türk dilinin zenginliği ve güzelliğini göstermek ve Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Arapça’nın Türkçe’den üstün olmadığını ileri süren eser, ilk Türkçe ansiklopedik sözlük ve dil bilgisi kitabıdır.
Atabet-ül Hakayık
Edip Ahmet tarafından Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır. Eğitici ve öğretici bir ahlak kitabı niteliğindeki kitapta, bilimin yol gösterici olduğundan ve insanları üstün kılan erdemlerden bahsedilmiştir.
Divan-ı Hikmet
Ahmet Yesevi tarafından kaleme alınmış, Yesevi’nin tasavvufi şiirlerini içermektedir.
Gazneliler farklı milletleri ve kültürleri içinde bulunduruyordu. Gaznelilerde bilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak Farsça kullanılmıştır. Medreselerde Arapça kullanılmasına rağmen, halk, ordu ve sarayda yaşayanlar Türkçe konuşmayı sürdürmüştür.
Büyük Selçuklularda da resmi dil ve edebiyat dili Farsça idi. Eğitim ve bilimsel çalışmalarda Arapça kullanılmıştır. Ancak halk ve ordu Türkçe’yi kullanmıştır.
Bilim
Türkler hem yetiştirdikleri bilim adamları hem de açtıkları bilim, kültür ve eğitim kurumlarıyla insanlık alemine büyük hizmetler yapmışlardır.
Karahanlılardan itibaren Türk – İslam hükümdarları bilim adamlarını, sanatkarları, edebiyatçıları desteklemişler ve çalışmalarına uygun ortamlar oluşturmuşlardır. Medreseler kuran Türk hükümdarları vakıflar kurarak medreselerin bütün ihtiyaçlarının karşılanmasına önem vermişlerdir. Türk – İslam devletlerinin birçok yerde medrese kurmalarında;
- Batınilerin yıkıcı programlarını etkisiz hale getirme
- Devletin din adamı ihtiyacını karşılama
- Yoksul ve yetenekli öğrencileri topluma kazandırma
- Sınırların genişlemesine paralel olarak ortaya çıkan memur ihtiyaçlarını karşılama
gibi amaçlar etkili olmuştur.
Türk – İslam dünyasının en tanınmış eğitim – öğretim kurumu Nizamiye Medreseleridir. Bu medresede eğitim – öğretim faaliyetleri sistemli bir programa bağlanmıştı. Nizamiye medresesine din ilimleri yanında edebiyat, dil, felsefe ve matematik dersleri de okutulmuştur. Bu özelliğinden dolayı Nizamiye Medresesi dünyanın ilk üniversitesi sayılmıştır.
Türk – İslam devletlerinin kurduğu medreselerde yetenekli öğrenciler okutularak devlet kademelerinde yönetici yapılmış, topluma faydalı bireyler haline getirilmiştir. Türk dünyasındaki çalışmalar sonucunda Farabi, İbn-i Sina, Biruni, Zemahşeri, Abdullah Barani, Ömer Hayyam, Muhammed Gazzali, İbn-i Türk Celi gibi birçok bilim adamı yetişmiştir. Bazı bilim adamlarının eserleri Latince’ye çevrilerek Avrupa’da yıllarca okutulmuştur. Türk dünyasında yetişen bazı bilim adamları hakkında kısaca bilgi verelim:
Harezmi (780 – 850)
Harezmi, Harezm’de doğduğundan genellikle bu yerin adıyla anılmıştır. Büyük bir matematikçi olan Harezmi, astronomi ve coğrafya alanında da zamanının otoriteleri arasında yer almıştır. Bağdat’ta Beytü’l Hikme’de yöneticilik yapan Harezmi, cebirle ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Cebiri sistemleştirerek matematiğin önemli bir dalı haline getirmiştir. Bu konu ilgili en ünlü eseri Kitabü’l Cebr ve’l-Mukabele’dir.
Farabi (870 – 950)
Farabi Türkistan’ın Farab şehrinde doğmuştur. Aristo başta olmak üzere eski Yunan filozoflarının düşüncelerinin İslam dünyasında yayılmasını sağlamış, Aristo mantığını ve metafiziğini en iyi açıklayan bilim adamı olmuştur. Felsefe, matematik, astronomi, siyaset, tıp, mantık ve müzik alanlarında 160 eser yazmıştır. Eserleri Batı dillerine çevrilerek yüzyıllarca üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Farabi İhsaü’l-Ulum (İlimlerin Tasnifi) adlı kitabı ile ilimleri ilk defa sınıflandıran kişi olmuştur. Yazdığı Medinetü’l Fazıla (Erdemli Kent) adlı diğer bir eserinde devlet başkanında bulunması gereken özellikleri anlatmıştır. Müzik ile ilgili yazdığı Kitabü’l Musıki’l-Kebir adlı eseri ile de ünlüdür.
Biruni (973 – 1051)
Harezm’de doğmuş, Gazneli Mahmut’un desteğini almış Büyük Türk bilginidir. Farabi gibi çeşitli bilim dallarıyla ilgilenmiş, geometri, coğrafya, matematik, astronomi, tarih, felsefe ve fizik gibi konularda birçok eser vermiştir. Fizik alanında yaptığı çalışmalar sonucunda 16 maddenin özgül ağırlığını gerçeğine yakın olarak tespit etmiştir.
Biruni, bilimlerin ilerlemelerinin önündeki en büyük engelin “serbest düşüncenin olmayışı” olduğunu söyler. Enlem ve boylam dairelerini de tespit eden Biruni, Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşünün 1 yılda gerçekleştiğinden söz etmiştir. Asarü’l-Bakiye’sinde Asyalı milletler hakkında bilgi vermiş ve astronomiden bahsetmiştir. Hint tarihinde Hindistan hakkında bilgiler vermiştir.
İbn-i Sina (980 – 1037)
Maveraünnehir’de doğmuş ve felsefi konularda Farabi’nin etkisinde kalmıştır. İbn-i Sina tıp, matematik, fizik, mantık, astronımi, ahlak, felsefe, botanik, zooloji konularında birçok eser vermiştir. Küçük yaşta hafız olan İbn-i Sina, doktor ve bilim adamı olmasının yanı sıra siyaset adamı ve seyyah olarak da faaliyetlerde bulunmuştur. İbn-i Sina’nın Kanun fi’t-Tıp adlı eseri Avrupa’da asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur.
İbn-i Sina kalp ve beyin üzerinde çalışmış; küçük ve büyük kan dolaşımını keşfetmiş ve bu konulardaki hastalıkların tedavisi için ilaçlar yapmış, ruh hastalıklarını sevgi, şefkat ve müzikle tedavi etme yöntemlerini geliştirmiştir.
Gazali (1058 – 1111)
Büyük Selçuklular döneminde yetişen ilim adamı ve kelamcılardan olup Nizamiye Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Gazali, siyasi ve bölücü dini akımlarla mücadele etmiştir. En ünlü eseri İhyaü’l Ulumid-din’dir.
Ömer Hayyam (... – 1123)
Selçuklular döneminin en ünlü bilgin ve şairlerindendir. Sultan Melikşah zamanında matematik, tıp ve astronomi alanlarında çalışmalar yaptı. Muhammed Beyhaki ile cebir geometri konularında eserler yazdılar. Ömer Hayyam, zamanın bilim adamlarından oluşan bir heyet ile Celali takvimini düzenlemiştir.
Sanat
Türk – İslam devletlerinin sanatsal kaynakları Orta Asya’da kurulan Türk devletlerine dayanmaktadır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonraki dönemde Arap ve Fars sanatından aldıkları örnekleri kendi anlayışlarıyla devam ettirmişlerdir.
Türkler hat, tezhip, taş işçiliği, minyatür, seramik, kuyumculuk gibi birçok alanda sanat eserleri ortaya koymuşlardır. Bu sanatsal terimlerin kısa tanımlarını yapmakta fayda görüyoruz:
Tezhip: El yazması kitap ve levhaların altın tozu ve boya kullanılarak çiçek ve nakışlarla süslenmesi.
Hat: Arap harflerinin çeşitli şekillerde (kufi, talik, rika, sülüs) yazılması. Hat camii, türbe ve saray gibi mimari eserlerde kullanılmıştır.
Fresko: Yaş alçı üzerine yapılan resimlerin bina süslemelerinde kullanılması sanatıdır.
Figür: Resim ve heykel sanatlarında insan ve hayvan biçimi.
Minyatür: Kitap sayfalarına yapılan bir resim türü olan minyatürde cismin esas rengi, ışık ve gölge düşürülmeden verilir ve derinlik düşünülmez. Figürlerde kişinin önemine göre büyüklük ve küçüklük vardır. Bu tür Türk – İslam sanatında en çok kullanılan resim türüdür. Uygurlar tarafından geliştirilmiş bir sanat dalı olan minyatürcülük, tüccarlar vasıtasıyla İran’a gelmiş ve kitaplarla Avrupa’ya yayılmıştır. Bağdat’ta ilk İslami minyatür okulu Selçuklular döneminde kurulmuştur.
Heykeltraşlık: Değişik maddelerden yontularak heykel yapılmasıdır. Türklerde İslamiyet’ten önce görülen heykeltraşlık, İslamiyet’ten sonra terk edilmiştir.
Müzik: Türklerde müzik bir sanat dalı olmasının yanında egemenlik işareti idi. Bu duruma hükümdarların kapılarında beş vakit nevbet çalınması, halifenin hükümdarlara gönderdiği egemenlik işaretleri içerisinde davul bulunması örnek olarak gösterilebilir. Türklerde müzik anlayışı, Uygur, Oğuz müzikleri ve ele geçirilen ülkelerden alınan esintilerle gelişmiştir.
Mimari: Türklere ait ilk önemli mimari eserler, Uygurların yerleşik yaşama geçmelerinden sonra ortaya konulmuştur. Halkın büyük bölümü göçebe olan Hunlar ve Göktürkler dönemlerine ait mimari eserlere fazla rastlanmamıştır. Türk – İslam devletleri döneminde mimariye önem verilmiş ve birçok güzel eser ortaya çıkmıştır. Türk – İslam devletlerinde gelişen mimari tarzlar camiler, saraylar, hastaneler, çarşılar, han, hamam, kervansaray, su kemerleri, türbeler, oymacılık, kakmacılık gibi alanlarda görülmüştür.
İslamiyet’i ilk kabul eden Türk devleti olan Karahanlılar döneminde Türk – İslam mimarisinin temelleri atılmıştır. Bu dönemde yapılan cami, mescit, türbe, medrese, han, hamam, kervansaray ve hastane örneklerine günümüzde sıkça rastlanmaktadır. Türk – İslam mimarisinin karakteristik örneklerinden biri haline gelen kubbe, şeklinin Türk çadırlarından almıştır. Arap Ata Türbesi Karahanlılardan kalan en eski mimari eserdir. Gazneliler Devleti’nin başkenti olan Gazne şehri, Sultan Mahmut ve Mesut dönemlerinde kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir. Şehirde birçok mimari eser yapan Gaznelilerden Zafer Kuleleri, Leşker-i Bazar Ulu Camii gibi önemli eserler kalmıştır. Hindistan’daki Gazneli eserlerinde Hint, İran ve Türk sanatı kaynaşmış, ancak Türk üslubu açık bir şekilde eserlerde görülmektedir.
Büyük Selçuklular Dönemi’nde de mimari alanda gelişmeler devam etmiş, mimariye yeni unsurlar eklenmiştir. Binalar Türk çinileriyle kaplanmış, oymacılık, kakmacılık ve taş işlemeciliği ilerlemiştir. Büyük Selçukluların mimariye getirdikleri yeni unsurlar, üst üste çift kubbe, Türk üçgeni tarzı kubbeye geçiş, silindirik ve yivli minareler, dikdörtgen ve beş köşeli mihrap şeklinde sıralanabilir.
Büyük Selçuklulardan Mescid-i Cuma, Sultan Sencer Türbesi, Haydariye Mescidi, Tuğrul Bey, İmam Gazali Türbeleri gibi önemli mimari eserler kalmıştır.


İLK TÜRK – İSLAM DEVLETLERİ

1. Karahanlılar (840 – 1212)

Karahanlılar Devleti, Uygurların dağılmasından sonra Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri tarafından Doğu ve Batı Türkistan’da kurulmuştur (840). Karahanlı hükümdarlarından Satuk Buğra Han’ın etkisiyle Karahanlılar arasında İslamiyet’in yayılması hızlanmış ve Karahanlılar Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devleti olmuştur.
Karahanlılar en parlak dönemlerini Yusuf Kadir Han döneminde yaşamışlardır. Bu hükümdarın ölümünden sonra duraklama sürecine giren Karahanlılar Devleti, taht kavgalarından dolayı Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmışlardır (1042). Doğu Karahanlılar 1211 yılında Karahitaylar, Batı Karahanlılar ise, 1212 yılında Harzemşahlar tarafından yıkılmıştır.
2. Gazneliler (963 – 1187)
Gazneliler Devleti, Afganistan’daki Gazne şehrinde Samanoğullarının Herat valisi Alp Tigin tarafından kurulmuştur (963). Gazneliler en parlak dönemlerini Sultan Mahmut zamanında yaşamıştır. Sultan Mahmut döneminde Hindistan’a 17 sefer düzenleyerek Kuzey Hindistan’a hakim olmuşlar ve İslamiyet’i yaymışlardır. Gazneli Mahmut Abbasi halifesini Şii Büveyhoğullarının baskısından kurtarmış, bu davranışında dolayı Abbasi halifesi kendisine “Sultan” ünvanını vermiştir. Türk hükümdarlarından sultan ünvanını ilk kez Gazneli Mahmut kullanmıştır.
Sultan Mahmut ölünce yerine oğlu Mesut tahta geçti. Mesut babası kadar güçlü bir şahsiyet değildi. Bu dönemde Gazneliler ile Selçuklular arasında Dandanakan Savaşı yapıldı (1040). İki Türk – İslam devletinin birbiriyle yaptığı Dandanakan Savaşı’nı kaybeden Gazneliler dağılma sürecine girmişler ve eski güçlerini kaybetmişlerdir. Gazneliler, Afganlı bir kavim olan Gurlular tarafından yıkılmıştır (1187). Gaznelilerin bir çok ulusu (Türkler, İranlılar, Hindular, Gurlular) bünyesinde bulundurmaları parçalanmaları ve yıkılmalarında önemli rol oynamıştır.
3. Büyük Selçuklular (1040 – 1157)
Büyük Selçuklu Devleti, Selçuk Bey’in torunları Tuğrul ve Çağrı Beyler tarafından kurulmuş ve devlet Selçuk Bey’in ismiyle anılmıştır.
Dandanakan Savaşı, Selçukluların tarihinde dönüm noktası olmuş, savaşın kazanılmasından sonra devletin bağımsızlığı ilan edilmiştir. Tuğrul Bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin hükümdarlığını, kardeşi Çağrı Bey ise askeri işlerini üstlendi. Tuğrul Bey döneminde Selçuklu sınırları hızla genişledi; İran, Azerbaycan ve Irak ele geçirilmiş, Anadolu üzerine seferler başlatılmıştır. Tuğrul Bey döneminde Bizans ve Ermeni kuvvetleri ile Türkler arasında yapılan Pasinler Savaşı’nı Selçuklular kazanmıştır (1048). Bu savaştan sonra Bizans ve Ermenilerle Büyük Selçuklular arasında ilk ilişkiler başlamış ve Bizans, Selçukluları resmen tanımıştır.
Büyük Selçukluların genişlemeye başladığı dönemde Abbasi halifeliği eski gücünü kaybetmişti. Tavaif-i Mülk devletlerinden Şii Büveyhoğulları Abbasi halifesini esir edince, Tuğrul Bey Bağdat Seferi’ne çıkarak halifeyi esaretten kurtarmıştır (1055). Bu gelişme üzerine halife Tuğrul Bey’i, “Doğunun ve Batının hükümdarı” ilan etmiştir. Bağdat Seferi’nden sonra Büyük Selçuklu Devleti İslam dünyasının siyasal liderliğini üstlenmiş, Abbasi halifesi ise dini liderliğini devam ettirmiş ve halife Selçukluların himayesine girmiştir.
1063 yılında Tuğrul Bey’in vefatından sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin başına taht kavgalarını kazanan Alp Arslan geçmiştir. Alp Arslan döneminde Batı yönündeki seferlere devam edilmiştir. Azerbaycan, Gürcistan ve Anadolu’ya seferler düzenlenerek Ani ve Kars kaleleri ele geçirilmiştir.
Alp Arslan döneminin en önemli gelişmesi Bizans ile yapılan Bizans ile yapılan Malazgirt Savaşı’dır. Türklerin Anadolu üzerine düzenlediği seferlerin artması sonucunda Bizans, Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. İki ordu arasında Muş yakınlarında yapılan Malazgirt Savaşı’nı Büyük Selçuklular kazanmıştır (1071). Malazgirt Savaşı’nın sonucunda;
- Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başlamış ve Anadolu Türk yurdu haline gelmiştir.
- İslam dünyası üzerindeki Bizans baskısı sona ermiştir.
- Türklerin batı yönünde ilerlemesi ve Bizans’ın kışkırtmaları sonucunda Türk – İslam dünyası üzerine Haçlı Seferleri başlamıştır.
- Anadolu’nun fethini hızlandırmak ve Türkleşmesini sağlamak için ilk beylikler kurulmuştur.
Alp Arslan Malazgirt zaferinden sonra Batı Karahanlılar üzerine sefer düzenlediği sırada bir kale komutanı tarafından şehit edilmiştir (1072).
Büyük Selçuklu Devleti Melikşah döneminde en geniş sınırlarına ulaşmış ve en parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemde;
- Kafkasya’nın fethi tamamlanmış, Batı sınırı Akdeniz ve Marmara Deniz’ine, Doğu sınırı Seyhun Irmağı’na, Kuzey sınırı Kafkas Dağları’na, güney sınırı Mısır ve Basra Körfezi’ne kadar genişletilmiştir.
- Siyasal amaçlarla ortaya çıkan Batınilik faaliyetleriyle mücadele edilmiştir.
- Batınilik faaliyetlerinin amacı, Selçukluları içeriden çöküntüye uğratmaktı. Türk – İslam büyüklerine karşı suikastler düzenleyen Batınilere karşı başlatılan mücadele Melikşah’ın ölümü üzerine sonuçlandırılamamıştır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Parçalanması
Melikşah’ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti’nde taht kavgaları başlamış ve devlet birliğini koruyamamıştır. Suriye, Anadolu, Kirman, Irak ve Horasan Selçukluları merkezden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Dağılma döneminde Büyük Selçuklu tahtına Berkyaruk, Mehmet Tapar ve Sencer geçmiştir. Sencer, Karahitaylarla yaptığı Katvan Savaşı’nda yenilmiştir (1147). Bu savaş Büyük Selçukluların yıkılışını hızlandırmış, 1157 yılında Sencer’in ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti tamamen parçalanmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasında;
- Hükümdar ailesi arasında taht kavgaları çıkması ve Selçuklu prenslerinin ayaklanmaları
- Devlete küstürülen Oğuzların ayaklanması
- Şii Fatımilerin ve Batınilerin zararlı faaliyetleri
- Abbasilerin eski siyasal güçlerine ulaşabilmek için izledikleri politikalar
- Merkezi otoritenin zayıflamasından yararlanan atabeylerin ayaklanarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
Büyük Selçukluların Tarihteki Rolleri
- Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmişler ve Türkmen kitlelerini Anadolu’ya yerleştirmişlerdir.
- Abbasi halifeliğini Şii tehlikesinden korumuşlardır.
- İslam dünyasını Haçlı Seferlerine karşı korumuşlardır.

TÜRK İSLAM TARİHİ

1. Türklerle Müslüman Araplar Arasında İlişkilerin Başlaması

Hz. Ömer döneminde Müslüman Arapların İran’a hakim olması Türklerle Müslümanları komşu haline getirdi. Hz. Osman döneminde Horasan ve Harezm’i ele geçiren Müslüman Araplar, Ceyhun nehrine ulaşmış ve Türklerle ilk savaşlar başlamıştır. Emeviler döneminde Müslüman Araplar bütün Maveraünnehir’e hakim oldular (715). Bu gelişmelerin ardından Türklerle Müslümanlar arasında şiddetli savaşlar oldu. Türgişler Devleti’nin dağılması üzerine Müslümanlarla mücadele edecek Türk Devleti kalmadı. Türklerle Müslümanlar arasındaki savaşlar ve Emevilerin sert tutumu Türklerin kitleler halinde İslamiyet’e girişini engellemiştir.
Emevilerin yıkılmasından sonra kurulan Abbasiler döneminde, Müslüman Araplar ile Türkler arasında yakınlaşma başlamıştır. İki ulus arasında Çin’e karşı ittifak yapılması Türklerin kitleler halinde Müslüman olmasına ortam hazırlamıştır. Arap milliyetçiliği politikası izlemeyen Abbasilerin Türklere ordularında ve idari mekanizmalarında görev vermesi toplumlar arasında kaynaşmayı güçlendirmiştir.
2. Türklerin İslamiyet’e Girmeleri
Talas Savaş’ından sonra Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boyları oldular. 10. yüzyıl başlarında Oğuzlar ve İtil (Volga) Bulgarları Müslümanlığı kabul etmiştir. Türklerin Müslüman olmalarında;
- Müslümanlarla ticari ilişkilerin gelişmesi
- Türkler arasında tek Tanrı inancının yaygın olması
- Türklerdeki cihan hakimiyeti anlayışının İslamiyet’teki fetih anlayışına benzemesi
- İslam dini ile eski Türk inançları arasında benzerlik bulunması (ahiret, cennet, cehennem, kurban kesme...)
etkili olmuştur.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra;
- İslamiyet’i daha geniş bir alana yaymışlardır(Pakistan, Afganistan, Bangladeş ve Hindistan’ın bir kısmı ile Balkanlar).
- İslam dünyasındaki ayrılıkları önemli ölçüde ortadan kaldırarak Abbasi halifesini korumuşlardır.
- Haçlı seferlerine karşı koyarak İslam dünyasını korumuşlardır.
- Büyük fikir, sanat ve bilim adamları (Farabi, İbni Sina, Mimar Sinan, Ali Kuşçu, Akşemsettin) yetiştirerek ölümsüz eserler meydana getirmişler ve uygarlığın ilerlemesine katkıda bulunmuşlardır.

İSLAMİYET ÖNCESİ İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

Devlet Yönetimi

Türklerde siyasal teşkilatlanmanın en üst basamağını “İl” denilen devlet oluşturuyordu. İl belli toprağı, halkı, hukuk düzeni olan siyasal bir topluluktu. İl dağıldığında, onu oluşturan alt birlikler (aile, sülale, boy, budun) aynen özelliklerini korurlardı. Bu nedenle yıkılan bir Türk devletinin yerine yenisinin kurulması kolaylaşmıştır. Eski Türklerdeki bu sosyal teşkilat, Türklerin tarih sahnesinden silinememesinde önemli rol oynamıştır. Devletin başında bulunan hükümdarlar, devleti yönetmenin kutsal bir görev olduğuna ve bu görevin kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanıyorlardı. Hükümdarlar ülkeyi törelere, gelenek ve göreneklere göre yönetirlerdi. Hükümdarların görevleri dağınık boyları toplamak, halkın ihtiyaçlarını gidermek, toplumda adalet ve eşitliği, halkın huzur ve güvenini sağlamaktı.
Devlet işlerinin yürütülmesinde Hatun ve Kurultay hükümdarlara yardım etmişlerdir. Türklerde iktidarı ve hükümdarı kontrol eden, savaş, barış gibi devleti ilgilendiren önemli konuları görüşen ve kurultay adı verilen bir meclis bulunuyordu. Türkçe “danışma meclisi “ anlamına gelen kurultaya; boy beyleri, ileri gelen devlet memurları, din adamları ve toplumsal hayatta önemli yerlere gelen kadınlar katılıyordu.
Devletin siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlarının Kurultay’da görüşülmesi ve karara bağlanması Türk devletlerinin demokratik yönünü göstermektedir.
Eski Türklerde devleti yönetme görevinin hükümdara Tanrı tarafından verildiği inancı halkın hakana mutlak bağlılığını sağlamıştır. Türklerde hükümdara Tanrı tarafından verilen yetkilerin kalıtımsal olarak aile içinde devam etmesi veraset sorununu gündeme getirmiştir.
Türk devletlerinde “Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır.” anlayışı benimsenmiştir. Bu uygulamadan dolayı;
- Aile üyeleri arasında sık sık taht kavgaları yaşanmıştır. İç mücadeleler Türk devletlerinin zayıflamasına ve dış müdahalelere ortam hazırlamıştır.
- Türk devletleri kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır. Ayrıca irili ufaklı birçok Türk devleti kurulmuştur.
- Türkler ülke yönetimini kolaylaştırmak amacıyla ülkeyi Sağ – Sol, Doğu – Batı, Kuzey – Güney gibi idari bölümlere ayırmışlardır. Göktanrı inancına sahip olan Türkler Güneş’in doğduğu Doğu tarafını kutsal kabul ederek Doğuyu merkez yapmışlardır.
Ordu
Türk devletlerinde hemen her Türk savaşa hazır durumda olduğundan, askerlik özel bir meslek sayılmazdı. Düzenli ve disiplinli ilk Türk ordusunun kurucusu Mete Han’dır. Mete Han, Türk ordusunu “onlu sisteme” göre teşkilatlandırmıştır (Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı ve tümenbaşı gibi).
Türklerin birçok savaş taktiği vardı. Genellikle düşmanlarına ani saldırılar yaparlar, direniş görünce hızla uzaklaşırlardı. Ancak çok geçmeden yeniden dönerlerdi. Sahte dönüş ve kaçışlarla düşmanı çember içine alarak etkisiz hale getirirlerdi (Turan taktiği – Hilal taktiği).
Çinliler, M.Ö. 3. yüzyılda Hun ordusunu taklit ederek ordularını düzenlemişlerdir. Romalılar ve Bizanslılar da askeri alanda pek çok şeyi Hunlardan öğrenmişlerdir. Bu durum Türklerin askeri alandaki gücünü göstermektedir.
Hukuk
Türklerin adet, gelenek ve göreneklerinden oluşan yazısız hukukuna “töre” (türe) denilirdi. Törede yer ve zamana göre, meclisin onayı ile hakan tarafından değişiklik yapılabilirdi. Bununla beraber, törenin anayasa niteliğinde, adalet,eşitlik ve iyilik gibi değişmez ilkeleri vardı. Bütün devlet işleri töreye göre yapılırdı. Günlük hayatta ve aile içinde bile törenin dışına çıkılamazdı.
Devlete başkaldırma, ordudan kaçma, adam öldürme ve namusa tecavüz etme gibi büyük suçların cezası idamdı. Hırsızlara çaldığı nesnenin on katı ödetilirdi. Daha hafif suç işleyenler ise on güne kadar hapis cezasına çarptırılırdı.
Uygurlarla birlikte hukuk daha sağlam ve şekilci bir nitelik kazanmıştır. Ticaret hayatının gelişmesi, kişiler arasındaki ilişkilerin “kanıtlanabilir” nitelikte olmasını gerektirdiğinden yazılı ve tanıklı sözleşmeler önem kazanmıştır. Turfan şehrinde bulunan binlerce belgenin çoğu hukuk metinleridir. Bu durum Türklerin eski dönemlerden itibaren yazılı hukuka önem verdiklerini göstermektedir.
Uyarı: Türklerde suçların kesin hükme bağlanması ve devlet tarafından takip edilmesi toplumda “kan gütme” geleneğini engellemiştir.
Din ve İnanış
Türklerde en eski din Göktanrı dinidir. Gökten başka bazı dağ, ırmak, vadi gibi varlıklarda bir takım gizli güçlerin bulunduğuna inanılırdı.bu arada Güneş ve Ay kutsal sayılmıştır. Eski Türklerde Tanrı sonsuzdur ve herhangi bir şekle sokulamaz. Bundan dolayı Türklerde putçuluk olmadığı gibi putları korumak için yapılan tapınaklar da yoktur.
Göktanrı dininde cennet, cehennem ve yeniden dirilme inancı vardı. Öldükten sonra dirilmeye inanan Hunlar, ölülerini günlük hayatta kullandıkları eşyalarıyla birlikte gömerlerdi. Tek Tanrı inancı ve yeniden dirilme düşüncesi Türklerin İslam dinini benimsemelerini kolaylaştırmıştır. Türkler Maniheizm, Budizm, Nasturizm (tabiatçılık), Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi inançları da kabul etmişlerdir.
Sosyal Hayat
Genellikle geçimlerini hayvancılıkla sağlayan Türkler, yaylak ve kışlak hayatı yaşıyordu. Bu nedenle Türklerde at, göçebe yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biriydi. Türklerde kalabalık aileler yoktu. Çünkü göçebe yaşam tarzı, barınma ve yiyecek bulma yönünden insanların kalabalık aileler şeklinde yaşamalarını engellemiştir. Bu durumun sonucu olarak evlenen kız ve erkek çocuklar ayrılarak kendilerine ait bir ev kurardı. Türk toplumunda genellikle kadın ve erkekler eşit kabul edilmiş, tek kadınla evlilik yaygınlaşmıştır.
Göçebe hayat tarzını benimseyen Türklere ait şehir kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Örneğin, Selenga nehri civarında Hunlar dönemine ait etrafı surlarla çevrili, içinde evlerin yer aldığı yerleşim merkezinin kalıntılarına rastlanmıştır. Göktürkler döneminde şehirler kurdukları bilinen Türkler, Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçmişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda Türklerde sosyal yaşam değişmiş, mimari gelişmiş, şehircilik ve şehir kültürü ortaya çıkmıştır. Kurulan şehirler o dönemin canlı ticaret merkezleri olmuştur.
Türklerde okçuluk, güreş, cirit ve at yarışları önde gelen sporlardı. Çeşitli zamanlarda hem savaş eğitimi yapmak hem de ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sürek avları düzenlenirdi. Ayrıca, dini ve milli bakımdan önemli sayılan günler hep birlikte şölenlerle kutlanırdı. Bu durum Türk toplumunda dayanışmayı güçlendirmiştir.
Sade bir hayat yaşayan Türk toplumunda bağımsızlığa çok önem verilmiştir. Türk devletlerinde sosyal hayat sınıfsızdı. Başarılı olan bir kişi en üst görevlere kadar çıkabilirdi. Türk devletlerinde kölelik ve soyluluk yoktu.
Ekonomik Hayat
Orta Asya’nın iklimi ve yeryüzü şekilleri bölgedeki insanları hayvancılıkla uğraşmaya zorlamıştır. Bu nedenle Türk ekonomisinin temeli hayvancılığa dayanıyordu. Elverişli bölgelerde tarım faaliyetleriyle uğraşılmıştır. Türkler arpa, buğday ve darı gibi tahılları yetiştirmişlerdir. Hunlara ve Göktürklere ait bulunan sulama kanalları ve saban demirleri Türklerin tarıma önem verdiklerini göstermektedir. Göktürklerden kalan Töte kanalı 1935 yılında Ruslar tarafından aynen kullanılmıştır.
Türkler yakın komşularıyla ticari ilişkilerde bulunmuşlar, ticaret yaptıkları ülkelere canlı hayvan, konserve et, deri, kösele ve hayvani gıdalar satmışlardır. Sattıkları mallar karşılığında tahıl ve giyim eşyası almışlardır. Asya Hunları, Göktürkler ve Uygurlar Çin ile, Avrupa Hunları Bizans ile ticaret anlaşmaları yapmışlardır.
Türklerin yaşadığı topraklardan geçen İpek ve Kürk Yolları Türk devletlerine önemli ölçüde gelir sağlamıştır. Bu ticaret yollarının Türklerin yaşadıkları topraklardan geçmesi ticaretin canlanmasına ve Türklerle Çinliler arasında sık sık mücadelelere neden olmuştur. Ticareti geliştirmek amacıyla ticaret yolları üzerindeki devletlerle anlaşmalar yapmışlar ve ticaret yolları üzerindeki devletlerle anlaşmalar yapmışlar ve tüccarlara kolaylıklar sağlamışlardır.
Yazı, Dil ve Edebiyat
Ural – Altay dil ailesinden olan Türkçe, tarih boyunca çeşitli alfabelerle yazı haline getirilmiştir. Türk yazısının geniş çaptaki ilk örneği Göktürk alfabesiyle yazılan 8. yüzyıldaki Orhun Yazıtları’dır. Ancak elimizde Türklerin yazıyı daha önceden bildiklerini ve kullandıklarını kanıtlayabilecek bilgiler vardır. Çünkü, gelişmiş bir devlet teşkilatının yazı olmadan yürütülmesi mümkün değildir. Esik kurganı’ndaki “Altın Elbiseli Adam” mezarında bulunan bir gümüş çanak üzerine yazılmış iki satırlık kitabenin tarihi M.Ö. 5. veya 4. yüzyıllar olarak belirlenmiştir.
Çinlilerden matbaayı alan Uygurlar, hareketli harf tekniği kullanarak matbaada kitap basmışlardır. Bu gelişmeler Türklerin kültürel faaliyetlere ve bilimsel çalışmalara önem verdiklerini göstermektedir.
Türk dilinin edebiyat olarak ilk örnekleri sözlüdür. Bunlar destanlar, efsaneler, sagular, koşuklar, savlar ve halk türküleridir. Destan ve efsanelerde Türklerin düşünce ve inançları, gelenekleri, milli kahramanlıkları anlatılmaktadır. Orta Asya Türklerinde görülen en önemli destanlar; Sakaların Alper Tunga ve Şu, Hunların Oğuz Kağan, Göktürklerin Bozkurt, Türeyiş ve Ergenekon, Uygurların Türeyiş ve Göç, Kırgızların ise Manas destanlarıdır.
Türk edebiyatının ve tarihinin bilinen en eski yazılı belgeleri 6. yüzyıla ait Yenisey Kitabeleri ile 8. yüzyıla ait Orhun Kitabeleri’dir. Yenisey Kitabeleri, Kırgız Türklerinin mezar taşlarına yazdıkları yazılardır.
Bilge Kağan, Kül Tigin ve Tonyukuk adlarına dikilen Orhun Yazıtları’nda; Türklerin devlet anlayışı, devlet görevlilerinin sorumlulukları ve vatan sevgisi gibi konulara değinilmiştir. Ayrıca yazıtlarda Çinlilerin entrikaları, bağımsızlığın önemi, Türk devletlerinin parçalanmasında etkili olan faktörler ve geleceğe yönelik öğütler de yer almıştır.
Bilim
İlk Türk devletlerinden günümüze ulaşan yazılı eser ve belge az olduğundan Türklerin bilim alanındaki çalışmaları hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Ancak, Türklerin Oniki Hayvanlı Türk Takvimi’ni yapmaları astronomi bilimiyle ilgilendiklerini ve bu alanda ilerlediklerini göstermektedir. Uygurlar döneminde matbaada kitapların basılması, Çin ve Hint eserlerinin Türkçe’ye tercüme edilmesi Türklerin bilimsel ve kültürel çalışmalara önem verdiklerinin kanıtıdır. İlk Türk devletleri döneminde bilim adamlarına önem verilmiş ve hükümdarlar bilgili kişilerden danışman olarak yararlanmışlar, onlara çalışma ortamı hazırlamışlardır.
Sanat
Orta Asya Türk sanatının temeli, göçebe yaşantıya dayanıyordu. Bu nedenle Türkler, büyük saraylar ve tapınaklar yapmamışlar; göçebe yaşam tarzına uygun taşınabilir eşyalar yapmışlardır. Örneğin; Altaylar, Orhun Bölgesi ve Çin’in kuzeyindeki Ordos Bölgesinde yapılan kazılarda kurganlardan (mezar) kemerler, kılıçlar, mızraklar, ipekli ve yünlü kumaşlar ile kadın süs eşyaları çıkarılmıştır. Türkler bu eşyalar üzerine pars, kurt, kaplan, kuş, geyik ve at gibi hayvanların şekillerini işlemişlerdir. Buna Türk resim sanatında hayvan üslubu denilmiştir. Maden işlemeciliği Türklerde milli sanat haline gelmiştir. Ayrıca dokumacılık da gelişmiştir. Altay ve Orhun bölgesinde yapılan kazılarda halı ve kilim örneklerine rastlanması, Bizans’a gelin giden Hazar prensesi Çiçek’in üzerindeki çiçek desenli Türk elbisesinin Bizans’ta çok beğenilmesi ve Çiçek adıyla moda olması Türklerde dokumacılığın geliştiğini göstermektedir.
Uygurların yerleşik hayata geçmesinden sonra evler, tapınaklar, saraylar ve şehirler kurulmaya başlanmıştır. Uygur mimarisinde Maniheizm ve Budizm dinlerinin etkisi görülmüştür. Uygurlarda mimarinin yanı sıra heykelcilik ve resim sanatları da gelişmiştir. Uygur minyatürleri Moğollar ile İslam dünyasının kültürlerine girmiş ve İslam sanatı üzerinde etkili olmuştur.
Türk sanatının en fazla gelişen bölümlerinden biri de musikidir. Türk devletlerinde askeri bando yaygınlaşmıştır. Türk çalgılarından bazıları çağdaş orkestranın temel çalgılarını oluşturmuş, bazıları Avrupa orkestralarına geçmiştir. Türk müziğinin ilk örnekleri, kopuz eşliğinde söylenen destanlar, kahramanlık hikayeleri ve aşk türküleridir.


İSLAMİYET ÖNCESİ İLK TÜRK DEVLETLERİ

1. Asya Hun İmparatorluğu

Kuruldukları tarih kesin olarak bilinmeyen Hunlar hakkında Çinlilerin verdiği bilgiler M.Ö. 1. Bin yılın başlarına kadar uzanır.
Hunlar; Orhun – Selenga ırmakları ve Ötüken bölgesinde yaşamışlardır. Yazılı belgelerin yetersizliği sebebiyle, Hunlardan önceki Türkler hakkında fazla bir şey söylenememektedir. Bu sebeple, Asya Hun Devleti hakkında bilgi sahibi olduğumuz ilk Türk devleti sayılmaktadır.
Hunların bilinen ilk hükümdarı Teoman (Tuman)’dır. Teoman’dan sonra Hunların başına Mete Han geçmiştir. Çinlilerle mücadele eden Mete Han’ın asıl düşüncesi, Çin’i etkisiz hale getirmekti. Çin’i yıllık vergiye bağlayan Mete, gücünün sembolü olarak Çinli bir prensesle evlenmiştir.
Mete, büyük bir ülke olan Çin’in dışarıdan yönetilemeyeceğini iyi anlamıştı. Kalabalık Çin nüfusu içerisinde Türklerin asimile olmasından çekinen Mete, Çinlilerle anlaşma yapmış ve onlarla dost kalmayı tercih etmiş ve Çin’den her yıl vergi almakla yetinmiştir.
Mete’nin ölümünden sonra zayıflayan Hunlar parçalanmış, bir bölümü Çin’in egemenliği altına girmiş, bir bölümü de batıya göç etmiştir. Batıya göç eden Hunlar, barbar kavimleri Avrupa içlerine sürmüşler, bu gelişme tarihin önemli dönüm noktalarından biri olan Kavimler Göçü’ne yol açmıştır (375).
Kavimler Göçü’nün sonucunda,
- Roma İmparatorluğu ikiye ayrılmış (395) ve Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır (476).
- Avrupa’da yeni milletler ortaya çıkmış ve yeni devletler kurulmuştur. Böylece Avrupa’nın günümüze kadar gelen etnik yapısı oluşmuştur.
- Kavimler Göçü İlk Çağ’ın sonu Orta Çağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
- Bu gelişmeler Avrupa’da Feodalite (Derebeylik) rejiminin ortaya çıkmasına ortam hazırlamıştır.
- Hristiyanlık barbar kavimler arasında yayılmıştır.
Kavimler Göçü sonucunda Avrupa’da Hun Devleti kurulmuştur. Bu devlet en güçlü dönemini Attila zamanında yaşamıştır. Avrupa Hunları, doğuda Urallardan, batıda Manş Denizine kadar sınırlarını genişletmişlerdir. Bizans üzerine iki büyük sefer düzenleyen Attila, bu devleti vergiye bağlamış ve sınırlarını genişletmiştir. Attila’nın ölümünden sonra devlet zayıflamış, Batı Hunlarının bir kısmı Avrupa’da kalarak Latin ırklarıyla kaynaşmış, bir kısmı da tekrar Orta Asya’ya dönmüştür.
2. Göktürk Devleti (552 – 630)
Göktürkler, Türk adıyla kurulan ilk devlettir. Başkentleri Ötüken, ilk hükümdarları Bumin Kağan’dır. Avar hakimiyetine son verilerek kurulan Göktürk Devleti, doğuda Japon Denizi, batıda Hazar Denizi, güneyde Hindistan, kuzeyde Sibirya steplerine kadar sınırlarını genişletmiştir.
Bumin Kağan, ülkenin batısının yönetimini kardeşi İstemi Yabgu’ya vermiştir. Bumin Kağan ise devlet başkanı olarak Ötüken’den doğu bölgelerini yönetmiştir. İstemi Yabgu batı yönünde fetih hareketlerinde bulunmuş, Akhunlara karşı Sasanilerle birleşmiş ve bu devletin toprakları Göktürklerle Sasaniler arasında paylaşılmıştır. Çin’in içişlerine karışması sonucunda 582 tarihinde ülke ikiye ayrılmıştır. Doğu Göktürkleri 630yılında, Batı Göktürkleri ise 659 yılında Çin egemenliğine girerek yıkılmışlardır.
3. Kutluk Devleti (682 – 745)
682 tarihinde Kutluk Kağan tarafından kurulmuştur. Kutluklar 683 –687 yılları arasında Çin’e 46 sefer düzenlemişlerdir. Bu seferlerin düzenlenmesinde,
- Orta Asya’daki en güçlü rakiplerini baskı altında tutmak istemeleri
- Yeni kurulan Türk devletinin yiyecek, giyecek ve at gibi gereksinimlerini karşılamak istemeleri
- Çin’de dağınık haldeki Türkleri devletin bünyesinde toplamak istemeleri
etkili olmuştur.
Kutluk Devleti’nin en güçlü olduğu dönemler Bilge Kağan ve kardeşi Kül Tigin dönemleri olmuştur. Vezir Tonyukuk ise danışman olarak Kutluk Devleti’nin siyasetinde önemli rol oynamıştır.
Bilge Kağan öldükten sonra Kutluk Devleti’nde iç karışıklıklar başlamış, Basmil, Karluk ve Uygur Türkleri Kutluk Devleti’ne son vermişlerdir.
4. Uygur Devleti (745 – 840)
745 yılında kurulan Uygurlar, Doğu Türkistan’a yerleşerek diğer Türk boylarını egemenlikleri altına aldılar. Uygurların en önemli özelliği yerleşik hayatı benimseyen ilk Türk Topluluğu olmalarıdır. Bu nedenle tarım, ticaret ve sanatta ilerlemişlerdir. Mani dinine ait tapınaklar yaparak mimaride gelişme göstermişlerdir.
Ticaretle uğraşan Uygurlar, Hint, Tibet, Toharistan ve Maveraünnehir halkı ile sıkı ilişkilerde bulunmuşlardır. Bu nedenle Uygurlar üzerinde Hint ve İran kültürlerinin etkileri görülmüştür.
Uygurlar, 9. yüzyılda Moğolların egemenliğini kabul etmişlerdir. Bundan sonra Moğollar, Uygur Türklerini önemli görevlere getirmişlerdir. Uygur yazısı, Moğolların da yazısı olmuştur. Uygurlar diğer Türk toplulukları ile birlikte Moğolların Türkleşmesinde önemli rol oynamışlar, Çağatay ve Özbek Türkleri bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Moğol istilasıyla siyasal egemenliklerini yitiren Uygurlar, Kırgızların isyanıyla yıkılmıştır (840).

ORTA ASYA’DA TÜRK KÜLTÜRÜNÜN DOĞUŞU

1. Türk Adının Anlamı
Türk sözcüğüne değişik dönemlerde çeşitli anlamlar verilmiştir. Araştırmacılar bunlardan iki tanesi üzerinde durmaktadır. Bu anlamlardan birincisi Türk (Türük), doğan, türeyen, artan anlamlarında, ikincisi ise kudretli, güçlü ve kuvvetli anlamlarında kullanılmaktadır.
Türk sözcüğü siyasal isim olarak ilk defa Göktürkler tarafından kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde Türk soyundan bütün toplulukları ifade eden ulusal bir isim olmuştur. Coğrafi ad olarak Türkiye şeklinde ilk defa Bizans kaynaklarında Orta Asya için kullanılmıştır.
2. Türklerin İlk Anayurdu
Türklerin ilk anayurdu Altay - Sayan dağlarının kuzeybatısı, Tanrı dağlarının kuzeyi, Hazar Denizi’nin doğusu, Sibirya steplerinin güneyi olarak belirlenmiştir.
Orta Asya, denizlerden uzak olduğu için karasal bir iklime sahiptir. Türklerin yaşadıkları bu coğrafya, onların göçebe hayat tarzını benimsemelerine ve mücadeleci bir karaktere sahip olmalarına neden olmuştur. Kaynakların yetersiz olması, Orta Asya’nın en eski devirleri hakkında kesin bilgiler edinmemizi zorlaştırmaktadır.
3. Orta Asya’daki İlk Uygarlık Merkezleri
Kültür sözcüğünün çeşitli anlamları vardır. Latince’de “toprağı işleme” demek olan bu tabir Batı Avrupa dillerinde “yüksek genel bilgi” anlamıyla Türkçe’ye girmiştir. Kültür, bir ulusun kendine özgü yaşam ve davranış tarzıdır. Ziya Gökalp’e, “Kültür, bir ulusun dini, ahlaki, hukuki, iktisadi, fenni ve lisani hayatlarının ahenkli mesmuasıdır.”
Uygarlık (medeniyet), uluslar arası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütünüdür.
Bu tanımlardan yola çıkarak kültür ve uygarlıkla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
- Kültür karakter bakımından özel, uygarlık geneldir.
- Uygarlık kültürlerden doğar.
- Bir kültürün varlığı bir ulusun varlığını veya bir topluluğun varlığı bir kültürün varlığını gösterir.
Kültürün doğuşunda, coğrafi durum ve insan unsuru başlıca rol oynadığından insanlar ancak yaşadıkları bölge koşullarının etkisi altında kendi kültürlerini kurmaktadırlar.
Orta Asya’da yapılan kazılar sonucunda M.Ö. 5000 yıllarına kadar uzanan kültürlere rastlanmış ve bölgede kurulan Asya Hunları bu kültürlerden etkilenmiştir. Orta Asya’daki kültür çevreleriyle ilgili kısa bilgiler vererek bölgeyi tanıyalım.
Anav Kültürü (M.Ö. 4500 – M.Ö. 1000)
Anav kültürü, Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat yakınlarındaki Anav bölgesinde ortaya çıkarılmıştır. Orta Asya’nın en eski kültürü olan Anav bölgesinde yapılan kazılar sonucunda insanların,
- Yerleşik hayata geçtikleri
- Tuğladan yapılmış evlerde oturdukları
- Dokumacılığı, topraktan ve bakırdan eşya yapmayı bildikleri
- Koyun, keçi, sığır ve deve besledikleri
- Tarımla uğraştıkları
tespit edilmiştir.
Afanasyevo Kültürü (M.Ö. 3000 – M.Ö. 1700)
Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişmiş en eski Türk kültürüdür. Bölgede yaşayan insanların, avcılık, hayvancılık faaliyetleriyle uğraştıkları, taştan ve bakırdan eşyalar yaptıkları tesbit edilmiştir. Bu kültür çevresi geniş bir alanı etkileyerek Orta Asya uygarlığının temelini oluşturmuştur.
Andronova Kültürü (M.Ö. 1700 – 1200)
Altay – Tanrı dağları, Güney Sibirya ve Hazar’ın doğusuna kadar uzanan bölgede gelişmiş bir kültür çevresidir. Afanasyevo kültürüne benzeyen ve daha ileri bir seviyeye ulaşan Andronova kültüründe bakır araçların yanında tunçtan ve altından yapılmış araçlara da rastlanmıştır. Eşyalarını hayvan figürleriyle süsleyen bu kültür çevresinde yaşayanlar atı evcilleştirmişlerdir.
Karasuk Kültürü (M.Ö. 1200 – 700)
Bu kültür adını Yenisey ırmağının kollarından biri olan Karasuk nehrinden almıştır. Orta Asya uygarlığında demir ilk defa bu bölgede işlenmiştir. Keçeden dokunan çadırlarla örtülü dört tekerlekli arabaların kullanıldığı tesbit edilmiştir.
Tagar Kültürü (M.Ö. (700 – 100)
Abakan bölgesinde ortaya çıkarılan bu kültür çevresi, bölgedeki kültürlerin en gelişmiş olanıdır. Bu kültür bölgesinde, iki yüzlü keskin hançerler, ok uçları, iğne, bilezik, küpe ve tarak gibi eşyalara rastlanmıştır.
4. Türklerin Orta Asya’dan Göçleri
Türkler, M.Ö. 1700’lü yıllardan itibaren Orta Asya’dan çeşitli bölgelere göç etmişlerdir. M.Ö. başlayıp M.S. da devam eden göç hareketlerinde siyasal, ekonomik ve sosyal olaylar etkili olmuştur.
Türklerin Orta Asya’dan göç etmesinde;
- İklim koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan nüfusa mevcut toprakların yetmemesi ve bu gelişmelerin sonucunda bölgede geçim sıkıntısının ortaya çıkması
- Türk boyları arasındaki siyasal anlaşmazlıklardan dolayı ortaya çıkan savaşlar
- Dış baskılardan (Çin, Kitan ve Moğol) dolayı Türklerin bağımsızlıklarını kaybetmek istememeleri
- Türklerin yeni ülkeler fethetmek istemeleri
- Salgın hayvan hastalıkları ve otlakların yetersiz hale gelmesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Türkler göçler sonucunda Orta Asya’dan Sibirya’ya, Çin’e, Hindistan’a, Mezopotamya’ya, Anadolu’ya ve Avrupa’ya gitmişlerdir.
Göçlerin sonucunda,
- Orta Asya kültür ve medeniyeti dünyanın değişik yerlerine yayılmıştır.
- Farklı bölgelerde Türk devletleri kurulmuştur.
- Batıya giden Türkler Kavimler Göçü’ne neden olmuşlardır.
- Türkler değişik kültür çevreleriyle etkileşim içine girmişlerdir.
- Türklerin çok çeşitli bölgelere yayılması, Türk tarihinin bir bütün halinde incelenmesini engellemiştir.
Uyarı: Türklerin atı evcilleştirmeleri ve tekerleği kullanmaları çok uzak bölgelere göç etmelerine yardımcı olmuştur.


YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...