..............
İşte böyle düşündüğüm günlerde daire kapıma sıkıştırılmış bir mektup buldum.
Hayretle baktım üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...
"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir..." diyordu. "Senin
geçtiğin sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım veya
paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..." Ve ekliyordu
sonunda; "Sana her gün mektup yazacağım..." Mektubun sonunda da isim
yazmıyordu. Peki kimdi bu?... Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana
yazmıştı? Aslında hoş sözlerdi... Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacı vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı her gün?... Bunu
zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı. Hem kendi problemlerimi, hem dün
gelen mektubu, hem de yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum.
Sonraki gün posta kutumda beyaz bir zarf buldum. kalbimin çarptığını hissetim.
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu. Bu inanılmazdı... Bir
bardak su içercesine bitiverdi mektup. Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi
kendime ve susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı... Sanki
tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla... Altıncı sayfanın
sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine... Ve sonraki günler yine yazdı... Her
mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı ve hergün bu dediğini
yapıyordu. Hergün işimden evime dönerken kalbim çarpıyordu heyecanla... Hergün
görüyordum posta kutumun bugün de boş olmadığını ve gariptir, artık yapayalnız
olmadığımı, kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor, sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu. Zannediyordum
ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım. Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar
sanki nefes alamayacağım! Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden
okuyordum. Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarım da geçti. O günlerden
geriye sadece eski mektuplar kaldı.
Birgün içimde karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; Kimdi bu?... Nasıl
biriydi?... Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başlamıştım. O hergün yazıyordu
ve nasılsa hergün yazmaya da devam edecekti!... Bundan emin olduğum için de,
yazılarında anlattıklarından çok, nasıl bir kalemle yazdığını, neden bu kağıdı
seçtiğini, yazı stiline aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva
olmuştu ki bana, onunla ilgili herşey de mükemmel olmalıydı. Ama herşey...
O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların en azından nasıl
biri tarafından getirildiğini görmeyi kaymuştum kafama... Öğle vaktine doğru
sokağa giren postacıyı gördüm. Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya şimdi
bırakmıştı, eli henüz havadaydı... Gözgöze geldik. Aman Allah'ım... Aman
Allah'ım... bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle!... Dondum kaldım. O da başını
eğdi, döndü ve gitti. Orada öylesine bekliyordum şimdi... Kutuyu açıp mektubumu
bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca güzel mektubu, bu kadar çirkin biri mi
taşımıştı?... O öptüğüm, kokladığım, göğüsüme bastırdığım, yastığımın üzerine
koyduğum mektuplarıma benden önce bu adamin mi eli değmişti? Saçmaladığımı
biliyordum. ama böylesine güzel duygularıma bu çirkin yaratık karıştı diye az
önce getirdiği zarfı alamıyordum. Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım.
Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunamadan
çıktım yukarıya. Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar
benim en zor günlerimle bugünün arasına köprü olmuşlardı, ama onlara da
dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!...
Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, posta kutumda hala o aynı "kirli"
mektup var! almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız
beklemekte. Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım!...
altı-yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana. Bir dosta, bir
morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım. Herşey çok ağırlaşmıştı yeniden.
Uyku bile uyuyamıyordum. Gece yarısını geçiyordu aklıma o mektup geldiğinde.
Tereddüt bile etmeden aşağı indim, posta kutumu açtım ve mektubumu aldım. Bir
saat içinde üç defa okumuş... özlemiş olarak göğüsüme bastırmış ve uzun
zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim. Bunlar benim ilacımdı,
biliyordum. En çok o gün merak etmiştim, bir daha ne zaman yeni bir mektup
geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; posta kutumda mektup vardı. Yazı
aynıydı, zarfta yine isim yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...
Açtım zarfı; içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırksekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak. Çünkü tayinim
çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal. Çirkin Postacı!..."
Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma, hıçkırarak
eve girdim. Çantamı açtım, tarakların, rujların ve diğer karışıklığın arasında
bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda; "Lütfen bana tekrar yaz"
yazıp posta kutuma koydum. Bir daha hiç kilitlemediğim posta kutumda aynı not
iki yıldır yapayalnız bekliyor!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılma...
-
KARADENİZ BÖLGESİ A. BÖLGENİN GENEL COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Türkiye’nin kuzeyinde yer alan bölge, ismini Karadeniz’den alır. Doğuda Gürc...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder