tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2014 Salı

18. YÜZYIL ISLAHATLARI

18. yüzyılda uğranılan askeri başarısızlıklar yeni arayışlara yol açmıştır. Avrupa’daki teknik ve askeri alanlardaki gelişmeler örnek alınarak bir takım önemli ıslahatlara girişilmiş ve Avrupa’daki gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesine uydurulmaya çalışılmıştır.
1. Lale Devri
Osmanlı Devleti, 18. yüzyılda Avrupa’nın teknik ve askeri yönden üstünlüğünü kabul ederek yenilikler yapmaya çalışmıştır. Böylece savaşlardaki yenilgilerin sona erdirilmesi amaçlanmıştır. Osmanlı tarihinde Pasarofça Antlaşması’ndan Patrona Halil İsyanı’na kadar geçen döneme Lale Devri (1718 – 1730) denilmiştir.
Lale Devri’nde;
- Avrupa’nın önemli merkezlerinde ilk kez geçici elçilikler açıldı ( Paris, Viyana, Moskova ve Lehistan). Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa’daki teknik, bilimsel ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politikalarını öğrenmeyi amaçlamıştır.
- Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kuruldu (1727). İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulan bu Osmanlı matbaasında dini kitaplar hariç tarih, coğrafya ve edebiyata ait kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lugati adlı sözlüktür.
UYARI: Osmanlı Devleti’nde ilk matbaa, II.Bayezid döneminde gayrimüslimler tarafından İstanbul’da kuruldu. Fakat Müslümanlar o dönemde matbaaya ilgi duymadılar. Özellikle hattatlığın çok gelişmiş ve yaygın bir meslek olması bunda etkili olmuştur. Binlerce insan hattatlık yaparak geçimlerini sağlıyordu. Bu insanları mağdur etmemek amacıyla devlet önceleri matbaada dini kitapların basımını yasaklamıştır.
- Yeniçerilerden oluşturulan bir itfaiye örgütü kurulmuştur (Tulumbacılar).
- Yalova’da kağıt imalathanesi ve İstanbul’da kumaş ve çini imalathaneleri açılmıştır.
- İlk defa çiçek hastalığı için aşı bulunmuştur.
- Kütüphaneler açılmıştır (En önemlileri Enderun ve Yeni Camii kütüphaneleridir).
- Doğu klasiklerinden bazı eserler Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
- Resim, minyatür, edebiyat ve az da olsa bilim alanında gelişmeler gözlenmiştir.
- Avrupa’dan Rokoko ve Barok tarzı örnek alınarak çeşitli mimari eserler yapılmıştır. Osmanlı mimarisinin Avrupa mimarisinin etkisinde kalmasının sonucunda sivil mimari ön plana çıkmıştır.
Lale Devri’nde yapılan eğlenceler ve israf fakir halkın tepkisine yol açtı. Damat İbrahim Paşa’nın yakınlarını önemli mevkilere getirmesi ve İran’la yapılan savaşlarda başarısız olunması, Patrona Halil İsyanı’nın çıkmasına ve Lale Devri’nin sona ermesine yol açmıştır.
2. I.Mahmut
I.Mahmut orduya düzen vermenin ve Avrupa orduları gibi savaşa hazırlanmanın lüzumunu anlamış ve bu işi Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa’ya (Kont Dö Boneval) vermiştir. Ahmet Paşa;
- Ordunun ıslahı için raporlar hazırlamıştır.
- Osmanlı ordusundaki Humbaracı ve Topçu sınıfını ıslah etmiştir.
- Subay yetiştirmek amacıyla Kara Mühendishanesi’ni kurmuştur (1734). Böylece Avrupa tarzında ilk teknik okul açılmıştır.
- Emrindeki kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre örgütlemiş; bölük, tabur ve alay örgütlerini oluşturmuştur.
Osmanlı Devleti’nde Avrupa tarzında askeri ıslahatlar ilk kez bu dönemde başlamıştır. Bu ıslahatların etkisiyle Osmanlı ordusu, 1736 – 1739 yıllarında Rusya ve Avusturya ile yapılan savaşları kazanarak büyük bir başarı elde etmiştir.
3. III.Mustafa
III.Mustafa döneminin ıslahatlarını Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron Dö Tot yapmıştır. Bu dönemde;
- Lüzumsuz masraflar kesilerek maliyede ıslahat yapılmış ve iç borçlanmaya gidilmiştir.
- Fransızca’dan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edilmiştir.
- Topçu ve istihkam askerleri ıslah edilmiştir.
- Sürat Topçu Ocağı kurulmuş ve Avrupa tarzında yetiştirilmiştir.
- Deniz subayı yetiştirmek amacıyla Deniz Mühendishanesi kurulmuştur. Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kurulmuştur.
4. I.Abdülhamit
I.Abdülhamit Avrupa ülkelerinden danışmanlar getirerek ıslahatlara devam etti. Hatta danışmanların Müslüman olmaları ve Osmanlı kıyafetlerini giymeleri şartını kaldırarak bu konuda yapılacak uygulamaları başlatan ilk padişah olmuştur. Devrin ileri gelen ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa’dır. I.Abdülhamit döneminde,
- Halil Hamit Paşa, Sürat Topçu Ocağı’nı geliştirerek mevcudunu artmıştır.
- İstihkam Okulu açılmış, Lağımcı ve Humbaracı Ocaklarının gelişmesi sağlanmıştır. Kara ve deniz kuvvetlerini ıslah etmek için Avrupa’dan çok sayıda mühendis ve uzman getirilmiştir.
- Yeniçerilerin sayımı yapılmış, tımar sisteminde düzenlemeye gidilmiştir. Ayrıca ulufe alım satımı yasaklanmıştır.
5. III.Selim
III.Selim tarihimizde her alanda köklü reformlar yapılması gereğini bilinçli olarak kavrayan ilk padişahtır. Tahta geçer geçmez yenilik çalışmalarına başlayan padişah, sadece ordunun düzeltilmesiyle devletin kötü durumdan kurtarılamayacağını görerek geniş çaplı bir yenilik hareketi başlatmıştır.
III.Selim döneminde yapılan ıslahatlara Nizam-ı Cedit adı verilmiştir. Bu dönem ıslahatlarının ağırlık merkezini askeri ıslahatlar oluşturmuştur. III.Selim döneminde;
- Nizam-ı Cedit ordusu kuruldu. Bu ordu yeniçerilerden seçilen ve Anadolu’dan getirilen askerlerden kurulmuştur. Avrupa tarzında eğitilen bu ordu ilk askeri başarısını Akka’da Fransızlara karşı kazanmıştır. Ordunun giderleri yeni kurulan İrad-ı Cedit hazinesi tarafından karşılanmıştır. III.Selim Nizam-ı Cedit ordusunu yeniçerilere alternatif olarak kurmuş, ancak bu ordu değişik kesimlerin tepkisine sebep olmuştur.
- Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ve Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (Deniz Mühendishanesi) adıyla daha önceden kurulan okullar genişletilmiştir.
- Avrupa’daki gelişmeleri takip etmek ve Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini öğrenmek amacıyla Avrupa’nın önemli merkezlerinde sürekli elçilikler kurulmuş, Paris, Londra, Viyana ve Berlin’e elçiler gönderilmiştir.
- Osmanlı parasının değerini korumak için yerli malı özendirilmiştir.
- Resmi devlet matbaası kurulmuştur. İlmiye sınıfının ıslahı için çalışılmıştır. Yeni kitaplar tercüme edilmiş, Fransızca devletin ilk resmi yabancı dili haline getirilmiştir.
III.Selim tarafından yapılmak istenen ıslahatlar; yeniçerilerin tepkisi, devlet adamlarının lüks ve israfa dalmaları, İrad-ı Cedit hazinesi için konulan vergilerin toplumda meydana getirdiği huzursuzluk ve yabancı elçilerin aleyhte propaganda yapmaları gibi nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır.
Kabakçı Mustafa İsyanı’yla III.Selim öldürülmüş (1807) ve Nizam-ı Cedit ıslahatları ortada kalmıştır.
18. Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri
- Osmanlı Devleti, Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış ve Avrupa’yı örnek alarak yenilikler yapmıştır.
- Islahatlar padişah ve devlet adamları tarafından yapılmış, halkın ıslahatlar konusunda bir isteği ve desteği olmamıştır.
- Savaşların yenilgiyle sonuçlanması ve toprak kayıplarının devam etmesi, ıslahatların askeri alanda yapılmasına neden olmuştur.
- Islahatlar, gösterilen tepkiler yüzünden (özellikle yeniçerilerin) devamlı olmamıştır.
- 17. yüzyıl ıslahatlarına göre daha esaslı ıslahatlar yapılmıştır. Ancak, ıslahatlarda amaçlanan hedefler gerçekleştirilememiş ve devlet çöküntüden kurtarılamamıştır.

18. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

18.YÜZYIL SİYASAL OLAYLARI
18. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması’yla kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa’da tutunmayı ve eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Bu nedenle Karlofça Antlaşması’yla toprak kaptırdığı Kutsal İttifak devletleriyle savaşlara başlamıştır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu kaybettiği yerleri geri alamadığı gibi yeni topraklar da kaybederek Avrupa’dan çekilişini sürdürmüştür. Pasarofça Antlaşması’ndan sonra Osmanlı devlet adamları mevcut toprakları koruyabilmek amacıyla barışçı bir politikaya ve askeri ıslahatlara ağırlık vermiştir.
1. Osmanlı – Rus İlişkileri
Rusya, 18. yüzyılda ordu ve donanmasını güçlendirerek Osmanlı İmparatorluğu’na rakip hale gelmiştir. Rusların;
- Slavları ve Ortodoksları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtması
- Lehistan’a yerleşmek istemesi
- Kırım’a yerleşerek Karadeniz’e hakim olmak, Boğazlardan geçerek Akdeniz’e inmek ve dünya ticaretine ulaşmak istemesi
gibi amaçları Osmanlı Devleti’nin menfaatleriyle çelişmiş ve iki devlet arasında sık sık savaşlar yaşanmıştır.
Prut Savaşı ve Sonuçları
Osmanlı Devleti’yle Rusya arasında Prut Savaşı’nın başlamasında Osmanlı Devleti’nin;
- İstanbul Antlaşması’yla kaybettiği yerleri geri almak istemesi
- Rusların yayılmacı politikalarını engellemeye çalışması
- Kırım Hanlığı ve İsveç Krallığı’nı Rusya’ya karşı korumak istemesi
- Balkanlardaki Slav ve Ortodoks vatandaşlarının Rusya tarafından kışkırtılmasını önlemek istemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa komutasındaki Türk ordusu, Prut nehri yakınlarında Rus ordusunu kuşattı. Rus Çarı I.Petro barış istedi (1711). Rusya ile Osmanlı Devleti arasında Prut Antlaşması imzalanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu Prut Savaşı sırasında elde ettiği avantajı antlaşmaya yansıtamamıştır. Bunda yeniçeri askerlerinin isteksiz davranışları ve Baltacı Mehmet Paşa’nın bu askerlere güvenememesi etkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Azak kalesi ve çevresini alarak Rusları Karadeniz’den uzaklaştırmıştır. Osmanlı Devleti Karlofça ve İstanbul Antlaşmalarıyla kaybettiği yerleri geri alma konusunda ümitlenmiştir.
2. Osmanlı – Venedik ve Avusturya Savaşları
18. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu ile Venedikliler arasında savaşların başlamasında;
- Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması’yla kaybettiği Mora Yarımadası’nı geri almak istemesi
- Venediklilerin Karadağlıları Osmanlılara karşı isyana kışkırtmaları
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti, Venediklilere savaş açarak Mora Yarımadası’nı ele geçirmiştir (1715). Bu gelişme üzerine Karlofça Antlaşması’nın bozulduğunu ileri süren antlaşmanın garantör devleti Avusturya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı (1716). Osmanlı Devleti, Avusturya’ya yenildi; Belgrad kalesi ve Temeşvar Avusturya’nın eline geçti. Osmanlı – Venedik ve Avusturya Savaşları Pasarofça Antlaşması’yla sona ermiştir (1718). Pasarofça Antlaşması’nın sonucunda;
- Osmanlı Devleti kaybettiği toprakları geri alamayacağını anlamış ve barışçı bir politika takip ederek elinde kalan toprakları korumaya çalışmıştır.
- Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin üstünlüğünü kabul ederek, Avrupa’daki gelişmelerin paralelinde ıslahatlar yapmıştır. Lale Devri ile başlayan Avrupa’nın etkisi gün geçtikçe artmıştır.
- Balkanların kapısı durumundaki Belgrad’ın Avusturya’ya kaptırılmasından sonra bölgedeki güç dengesi Avusturya’nın lehine bozulmuştur.
3. Osmanlı – Rusya ve Avusturya Savaşları
Osmanlı Devleti ile İran savaş halindeyken Rusya ve Avusturya Osmanlı topraklarını paylaşmak amacıyla gizli bir ittifak kurdular. Rusya, tarihi emellerine ulaşmak için Balkanlardaki Ortodoksları kışkırttı ve Kırım’a saldırarak Azak kalesini topraklarına kattı. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, Rusya’ya savaş açtı (1736). Yine bu dönemde Rusların Lehistan’ın iç işlerine karışması da iki devlet arasında sorun olmuştur.
Osmanlı – Rus savaşının başlamasından sonra Rusya ile önceden ittifak yapan ve durumu kendi açısından uygun bulan Avusturya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. İki büyük Avrupa devletiyle savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti, iki cephede de önemli başarılar kazanarak Avusturya’yı Belgrad’dan Rusya’yı Kırım’dan çıkarmıştır.
Osmanlı Devleti, Fransa’nın araya girmesi sonucunda Avusturya ve Rusya ile ayrı ayrı Belgrad Antlaşmaları’nı imzalamıştır (1739). Belgrad Antlaşmaları’nın sonucunda;
- Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’deki üstünlüğü kesinleşmiştir.
- Rusların Boğazları tehdidi bir süre engellenmiştir.
- 18. yüzyılda Osmanlı Devleti en karlı antlaşmayı imzalamış ve Avrupa’da uzun süren barış dönemi başlamıştır.
- Antlaşmanın imzalanmasında arabuluculuk yapan Fransa, Osmanlı Devleti’nden yeni imtiyazlar elde etmiştir. Kapitülasyonlar sürekli hale getirilmiş ve Kudüs’teki kutsal yerlerin yönetimi Katolik olan Fransa’ya bırakılmıştır. Bu gelişmelerden sonra Fransız malları Osmanlı ülkesinde daha fazla yayılmıştır.
4. 1768 – 1774 Osmanlı – Rus Savaşı
18. yüzyılda Osmanlı Devleti’yle Rusya arasında Lehistan sorun olmuştur. Osmanlı Devleti, Rusya ile arasında tampon olarak tuttuğu Lehistan’ın bağımsızlığını savunurken, Rusya yayılmacı bir politika takip ederek Lehistan’a hakim olmaya çalışmıştır. Rusya’nın 1763’te Lehistan kralının ölümü üzerine Rus taraftarı bir kişiyi Lehistan kralı seçtirmesi Lehistan’da ayaklanmalara neden olmuştur. Leh milliyetçilerinin isyanlarını bastırmak isteyen Rusya, Lehistan’a asker göndermiş ve Osmanlı Devleti’ne sığınan Leh milliyetçilerini takip ederek Osmanlı sınırlarını ihlal etmişti. Rusların Osmanlı sınırlarına girerek Lehleri ve Türkleri öldürmesi Osmanlı – Rus savaşının başlamasına neden olmuştur (1768).
İki devlet arasındaki savaş, Prusya kralının aracılık yapması sonucunda Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanarak sona erdirilmiştir (1774). Bu antlaşmaya göre;
a. Kırım Hanlığı bağımsız bir devlet olacak; sadece dini konularda Osmanlı halifesine bağlı kalacaktır.
Bu madde ile;
- Osmanlı Devleti ilk defa halkı Türk ve Müslüman olan bir toprak parçasını kaybetmiştir.
- Kırım’a egemen olmak isteyen Rusya, önemli bir fırsat yakalamıştır.
- Osmanlı Devleti siyasal ilişkilerde ilk defa halifeliğin dinsel gücünden yararlanmıştır. Böylece, Kırım ile dini ve kültürel bağların devam ettirilmesi amaçlanmıştır.
b. Osmanlı ülkesinde yaşayan Ortodoksların himayesi Rusya’ya verilecektir.
c. Rusya, Osmanlı ülkesinde istediği yerlerde konsolosluk açabilecek ve İstanbul’da sürekli elçi bulundurabilecektir.
İkinci ve üçüncü maddelerle;
- Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasına ortam hazırlanmıştır.
- Osmanlı ülkesi Rusya’nın etkisine açık hale gelmiştir.
- Osmanlı ülkesinde yaşayan Ortodoksların isteklerini Rusya’ya iletme imkanı doğmuştur.
- Rusya’nın Panislavizm politikasına uygun ortam hazırlanmıştır.
d. Rusya Avrupa devletlerinin yararlandığı kapitülasyonlardan faydalanacaktır.
e. Rusya Karadeniz’de donanma bulundurabilecek, Rus ticaret gemileri Karadeniz ve Akdeniz’de serbestçe dolaşabilecektir.
Bu madde ile;
- Karadeniz Türk gölü olma özelliğini kaybetmiştir.
- Rusya tarihinde ilk defa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını geçerek sıcak denizlere ulaşma imkanı elde etmiştir.
f. Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecektir.
Bu madde ile, Osmanlı Devleti tarihinde ilk defa tazminat ödemiş ve zayıfladığı ortaya çıkmıştır.
g. Rusya savaşta ele geçirdiği Eflak, Boğdan ve Besarabya’yı geri verecek, Eflak ve Boğdan beylerinin haklarını koruyabilecektir.
Bu madde, bazı Balkan ulusları üzerinde Rusların etkisinin arttığını göstermektedir.
5. Osmanlı – Rus ve Avusturya Savaşları (1787 – 1792)
18. yüzyılın sonunda Osmanlı Devleti’nin Rusya ve Avusturya ile savaşmasında;
- Rusların Kırım’ı işgal etmeleri ve Osmanlı topraklarına hakim olmak istemeleri
- Rusya’nın Avusturya ile ittifak yaparak Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarını aralarında paylaşmaları
- Rusya ile Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ni yıkarak İstanbul’u almak ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak için planlar yapmaları
- Rusların genişlemesinden endişelenen İngiltere ve Prusya’nın Osmanlı Devleti’ni savaşa kışkırtması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti, Kırım’ı geri almak ve Rusya’nın emellerine son vermek için Rusya’ya savaş açtı (1787). Osmanlı – Rus savaşı başladıktan kısa bir süre sonra, Belgrad antlaşmasıyla kaybettiği yerleri geri almak isteyen Avusturya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Bu savaşlar sırasında Osmanlı Devleti her iki cephede de ağır yenilgilere uğramıştır.
Prusya’nın Osmanlı Devleti’yle ittifak yaparak Avusturya sınırına asker yığması ve Fransız İhtilalinin yaydığı milliyetçilik düşüncesinin ülke bütünlüğünü tehdit etmesi üzerine Avusturya, Osmanlı Devleti ile Ziştovi Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekilmiştir (1791). Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki savaş Yaş Antlaşması ile sona ermiştir (1792). Yaş Antlaşması ile Osmanlı Devleti Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu onaylamıştır.
6. Osmanlı – Fransa İlişkileri (1798 – 1801)
18. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti’yle Fransa arasında iyi ilişkiler kuruldu. Fransa’nın Mısır’ı işgal etmesi, Osmanlı – Fransız ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur. Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin Mısır eyaletini işgal etmesinde;
- Orta Doğu’ya egemen olarak İngiltere’nin sömürgelerine giden yolları ele geçirmek ve bölgedeki İngiliz çıkarlarına darbe vurmak istemesi
- Fransa’nın Yedi Yıl Savaşlarındaki kayıplarını telafi etmeye çalışması
- Mısır’ın stratejik ve ekonomik yönlerden önemli bir konumda bulunması
- Napolyon’un Fransa’dan uzaklaştırılarak yönetim için tehdit oluşturmasının engellenmek istenmesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
1798 yılında Napolyon komutasındaki Fransız donanması Mısır’a saldırdı. Bu olay üzerine Fransızların bölgeye (Akdeniz’e) yerleşmesi çıkarlarına ters düşen İngiltere ve Rusya ittifak yaparak Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldılar.
Osmanlı kuvvetleri Rusya’nın yardımıyla Yunan adalarını Fransa’dan geri aldılar. İngilizler İskenderiye yakınlarındaki Ebukır limanındaki Fransız donanmasını yaktılar.
Napolyon, Fransız donanması yandıktan sonra Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak amacıyla Suriye üzerine yürüyerek Akka kalesine kadar ilerledi. Burada Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Nizam-ı Cedit ordusuyla yapılan savaşı Napolyon kaybetti (1799). Bir süre daha devam eden savaş El-Ariş Antlaşması ile sona ermiştir (1801). Bu antlaşma ile;
- Mısır yeniden Osmanlı idaresine girmiştir.
- İngiltere, Doğu ticaret yolunu tehdit eden Fransa’yı etkisiz hale getirerek Akdeniz’de üstünlük sağlamıştır.
Fransa’nın Mısır’ı işgali sonucunda;
- Osmanlı Devleti’nin topraklarını tek başına koruyamayacağı ortaya çıkmıştır.
- Ruslar Boğazlardan ilk defa savaş gemilerini geçirmişlerdir.
- Osmanlı Devleti varlığını devam ettirebilmek için denge politikası izlemeye başlamıştır.


17. YÜZYIL ISLAHATLARI

Islahat, Fransızca “reform” teriminin karşılığı olup, kelime anlamı; “düzeltme, iyileştirme ve aslını bozmadan değişiklik yapma” demektir. Kavram olarak ıslahat; “toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyen, çağın gerisinde kalmış kurumları çağın ve ihtiyaçların gereği doğrultusunda yeniden düzenleme” demektir.
Osmanlı devlet adamları imparatorluğu eski güçlü dönemlerine döndürmek ve duraklamadan kurtarmak amacıyla kurumlarda bazı düzenlemeler yaptılar. Osmanlı tarihinde ilk ıslahat (düzenleme) hareketleri 17. yüzyılda başlamıştır.
1. Kuyucu Murat Paşa
17. yüzyıl başlarında Anadolu’da Celali isyanları yaygınlaştı. I.Ahmet döneminde sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa (1606 – 1611);
- Devletin otoritesini yeniden kurmak
- Memlekette bozulan asayişi düzeltmek
- Celali isyanlarını bastırmak
gibi amaçlarla harekete geçmiştir.
Kuyucu Murat Paşa isyancılara karşı sert tedbirler alarak Anadolu’da devlet otoritesini yeniden sağlamıştır. Ancak Anadolu’da meydana gelen isyanların nedenlerini araştırmamış ve sorunlara çare bulma yoluna gitmemiştir. İsyanların sebepleri ortadan kaldırılamadığı için kısa süre sonra Anadolu’da yeni ayaklanmalar çıkmıştır.
2. II.Osman
Osmanlı tarihinde ilk köklü ıslahat girişimleri II.Osman döneminde (1618 – 1622) başlamıştır. II.Osman dönemi yenilikleri şunlardır:
- II.Osman, saray dışından evlilik yaparak sarayı halka açmıştır.
- Şeyhülislam’ın fetva vermek dışındaki yetkilerini elinden almış, böylece ilmiye sınıfının devlet işlerine karışması engellenmiştir.
- Zamanın ihtiyaçlarına göre yeni kanunların yapılmasını planlamıştır.
- II.Osman Hotin Seferi’nde yeniçerilerin durumunu görünce bu ocağı kaldırmak istedi. Ancak, Genç Osman düşüncelerini zamansız açığa vurduğundan ve ıslahatlar sırasında kendisine yardımcı olacak tecrübeli devlet adamı olmadığından ıslahat planları gerçekleştirilememiştir. Yeniçeriler ayaklanarak padişahı öldürmüşler ve ıslahat hareketleri yarım kalmıştır
3. IV.Murat
IV.Murat dönemi yenilikleri şunlardır:
- Yeniçeri ve sipahi zorbaları ortadan kaldırıldı. Bu durum İstanbul’da asayiş ve güvenliğin kurulmasını sağlamıştır.
- Tımarlar eskiden olduğu gibi savaşlarda yararlılık gösterenlere verilmiştir.
- Devletin duraklamasının ve kötü gidişatın durdurulması için neler yapılması gerektiğine ilişkin devlet ileri gelenlerinden raporlar alınmıştır. 17. yüzyılın önemli şahsiyetlerinden biri olan Koçi Bey, devletin Kanuni’den sonra düştüğü sıkıntıları, kurumların nasıl bozulduğunu anlattığı “Koçi Bey Risalesi” adlı raporunu IV.Murat’a takdim etmiştir.
- Uyuşturucu maddelerin ve tütünün kullanımı, gece sokağa çıkılması yasaklanmıştır.
4. Tarhuncu Ahmet Paşa
IV.Mehmet döneminde sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmet Paşa, mali alanda ıslahatlar yaparak devletin gelir – gider dengesini sağlamaya çalışmıştır. Tarhuncu Ahmet Paşa;
- Bazı illerin gelirinin iltizama verilmesini, dirlik sahiplerinin gelirlerinin bir kısmının da hazineye aktarılmasını sağlamıştır.
- Bütçe açığının saray masraflarının çokluğundan ve lüzumsuz hediye ve bahşişlerden kaynaklandığını görünce bunları azaltmaya çalışmıştır.
- Mali yılın bütçesini önceden hazırlamıştır.
5. Köprülü Mehmet Paşa
17. yüzyılda sadrazamlığa getirilen Köprülü Mehmet Paşa uygun bir çalışma ortamı oluşturmak amacıyla saray bazı şartları kabul ettirmiştir. Böylece Köprülü Mehmet Paşa makamını garanti altına almıştır.
Köprülü Mehmet Paşa;
- Dini yönden fikir ayrılığına düşen İstanbul ulemasını değişik yerlere göndererek kargaşaya son vermiştir.
- Maliyeyi düzene sokmuş ve işleri baskı ve şiddet kullanarak yapmıştır.
- Ordu ve donanmayı ele almış, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Venedik donanmasını buradan uzaklaştırmıştır. Venedik tarafından işgal edilen Limni, Bozcaada ve Gökçeada’yı geri alarak Akdeniz yolunu açmış ve Girit Adası’na yardım göndermiştir.
- Erdel Beyi Rakoçi ve Halep valisi Abaza Hasan Paşa’nın isyanlarını bastırarak asayişi sağlamıştır.
6. 17. yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri
- 17. yüzyıl ıslahatları gelişme imkanı bulamamış, düşünce aşamasında kalmıştır.
- Olayların nedenlerine inilemediğinden duraklamaya çözüm getirilememiştir.
- Kuvvet ve şiddet yoluyla ülkede asayişin sağlanması amaçlanmıştır.
- Osmanlı Devleti Avrupa’nın gerisinde kaldığını kabul etmediğinden 17. yüzyıl ıslahatlarında Avrupa’dan etkilenmemiştir.
- Islahatlar şahıslara bağlı kalmış; ıslahatçıların ölümü veya görevden uzaklaştırılması durumunda yenilik hareketi yarım kalmıştır.


17. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU, İÇ İSYANLAR VE SONUÇLARI

17. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DURAKLAMA NEDENLERİ
Osmanlı tarihinde 16. yüzyılın sonlarından 17. yüzyılın sonlarına kadar geçen döneme, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Duraklama Devri” denilmiştir (1579 – 1699). Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama nedenleri şunlardır:
Merkezi Yönetimin Bozulması
Osmanlı merkezi yönetiminin bozulmasında;
- 17. yüzyıldan itibaren tahta çıkan padişahların devlet işlerine ilgisiz kalmaları ve ordunun başında seferlere çıkmamaları
- Şehzadelerin sancaklara gönderilmemesinden dolayı, yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmadan devletin başına geçmeleri
- Padişahların tecrübesizliğinden yararlanan saray kadınlarının ve ağalarının devlet yönetiminde etkili olmaları
- Önemli makamların liyakata bakılmaksızın rüşvet ve iltimas yoluyla dağıtılması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Ekonominin Bozulması
16. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı ekonomisinin bozulmasında;
- Coğrafi Keşiflerin etkisiyle ticaret yollarının yön değiştirmesi ve gümrük gelirlerinin büyük ölçüde azalması
- İhracatın azalması, ithalatın artması ve kapitülasyonların giderek Avrupalı devletlerin sömürü aracı haline gelmesi
- Vergilerin yükseltilmesi üzerine köylerde yaşayan insanların vergilerini ödeyemeyerek tarımsal üretimi bırakmaları
- Saray masraflarının artması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Askeri Sistemin Bozulması
- III.Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması
- Yeniçerilerin geçim sıkıntısı çektiklerini ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
- İltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmesi ve eyaletlerde asker yetiştirilmemesi
- Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
- Avrupa’da meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi
gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmuştur.
Eğitim Sisteminin Bozulması
- Osmanlı eğitim sisteminin temelini oluşturan medreselerin çağın gerisinde kalması ve Avrupa’da eğitim alanında meydana gelen yeniliklerin takip edilememesi
- Pozitif bilimlerin medreselerin müfredatından çıkarılması
- Medrese öğrenimi görmemiş pek çok kişiye ilmi rütbeler verilmesi
- Yeni doğmuş çocuklara müderrislik ünvanının verilmesi ve beşik uleması diye adlandırılan bir sınıfın ortaya çıkması
eğitim sisteminde dolayısıyla hukuk, yönetim...bütün alanlarda bozulmalara neden olmuştur.
Avrupa’daki gelişmeler de Osmanlı Devleti’nin duraklamasında etkili olmuştur.
UYARI: Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak uyduramaması duraklamasında etkili olmuştur.
17. YÜZYILDAKİ SİYASAL GELİŞMELER
1. Osmanlı – İran İlişkileri
Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyılda doğu siyasetini İran ile ilişkiler oluşturmuştur. III.Murat döneminde Osmanlı – İran savaşları yeniden başlamış (1577 – 1590) ve Ferhat Paşa Antlaşması’yla sona ermiştir. 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin; Batıda Avusturya ile savaşmasından ve Anadolu’da Celali isyanlarıyla uğraşmasından yararlanarak daha önceden kaybettiği toprakları geri almak isteyen İran Şahı, Osmanlı topraklarına saldırdı (1603). Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile barış yapması ve Celali isyanlarını bastırarak İran sorununa eğilmesi sonucunda taraflar arasında Nasuh Paşa Antlaşması imzalanmıştır (1611). Osmanlı Devleti bu antlaşmayla; Ferhat Paşa Antlaşması’yla aldığı toprakları geri vermiştir.
Osmanlı ülkesindeki iç isyanlardan yararlanan Safevilerin önemli şehirlerden birisi olan Bağdat’ı işgal etmeleri üzerine iki devlet arasında savaşlar yeniden başlamıştır (1624).
IV.Murat, merkezde ve ülke genelinde yönetimi tamamen ele geçirdikten sonra İran üzerine iki sefer düzenledi. IV.Murat’ın birinci seferinde Revan (1635), ikinci seferinde ise, Bağdat alınmıştır (1638). İran’ın isteği üzerine taraflar arasında Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalanmıştır (1639). Bu antlaşma ile,
- 17. yüzyıldaki Osmanlı – İran savaşları sona ermiştir.
- Bağdat Osmanlılarda, Azerbaycan ve Revan İranlılarda kalmıştır.
- Bugünkü Türkiye – İran sınırı yaklaşık olarak çizilmiştir.
Osmanlı – Venedik İlişkileri
17. yüzyılda Girit adası Osmanlı Devleti’yle Venedikliler arasında savaşa neden olmuştur. Bu savaşın çıkmasında;
- Girit adasını elinde bulunduran Venediklilerin Osmanlıların Doğu Akdeniz’deki egemenliğine gölge düşürmesi
- İki devlet arasında Akdeniz’de ekonomik ve askeri üstünlük kurma yarışı
- Osmanlı Devleti’nin stratejik öneme sahip olan Girit adasını alarak Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’ya giden yolların güvenliğini sağlamak istemesi
etkili olmuştur.
Osmanlı deniz ticaretine zarar veren Akdeniz’deki korsanların Venedikliler tarafından korunması Osmanlı – Venedik Savaşı’nı başlatmıştır (1645). Ancak;
- Osmanlı donanmasının Venedik donanmasından daha zayıf olması
- Venediklilerin Çanakkale Boğazı’nı kapatarak Osmanlıların Girit’e yardım göndermesini engellemesi
- Papa’nın önderliğinde İspanya ve Fransa kuvvetlerinden oluşan Haçlı donanmasının Venediklilere yardım etmesi
- Osmanlı Devleti’nin mali durumunun zayıf olması
- Osmanlı Devleti’nde iç isyanların çıkması
gibi nedenlerden dolayı savaş uzamıştır.
Girit adası, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın sadrazamlığı döneminde fethedilmiştir. Venediklilerin isteğiyle barış yapılmış ve Girit adası Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştır (1669).
3. Osmanlı – Avusturya İlişkileri
Osmanlı – Avusturya savaşları;
- Her iki devletin de Macaristan’a hakim olmak istemesi
- Taraflar arasında sınır ihlallerinin yaşanması
- Avusturya’nın egemenliği altında yaşayan Macarların Osmanlı Devleti’nden yardım istemesi
- Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa’da çıkan isyanları desteklemesi
gibi nedenlerden dolayı çıkmış ve aralıklarla 17. yüzyıl boyunca devam etmiştir.
1593 – 1606 Osmanlı – Avusturya Savaşları
Sokollu Mehmet Paşa döneminde imzalanan antlaşma tarafların karşılıklı saldırılarıyla bozulmuş ve iki devlet arasında savaşlar başlamıştır. III.Murat döneminde Osmanlı orduları başarılı olamamış, ancak III.Mehmet’in padişah olduktan sonra ordunun başında sefere çıkması başarıyı getirmiştir. İki devlet arasındaki Zitvatorok Antlaşması imzalanarak sona erdirilmiştir (1606). Zitvatorok Antlaşması ile Osmanlı Devleti;
- Avrupa’daki üstünlüğünü kaybetmiştir.
- Avusturya kralı Osmanlı padişahına denk hale gelmiştir. Böylece, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleriyle hukuki eşitlik dönemi başlamıştır.
- Osmanlı – Avusturya savaşlarının uzun sürmesinde; Anadolu’da çıkan Celali isyanlarının artması, Osmanlı – İran savaşlarının devam etmesi ve Avusturyalıların hafif ateşli silahlar kullanmaları etkili olmuştur.
II. Viyana Kuşatması
Avusturya, Orta Avrupa’da gücünü artırmak için Macaristan’a egemen olma politikası izlemiştir. Avusturya Protestan Hristiyanlara baskı yapmış ve isyan eden Protestanlar da Osmanlı Devleti’nden yardım istemişlerdi. Macarlara yardım etmeyi kabul eden Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sefere çıkarak Viyana’yı ikinci defa kuşatmıştır (1683). Osmanlı orduları Viyana önlerinde bozguna uğrayarak geri çekilmiştir.
Türklerin Viyana önlerinde bozguna uğraması, Avrupalılara büyük bir sevinç yaşatmış ve Papa’nın gayretleriyle Türkleri Avrupa’dan atmak amacıyla Kutsal İttifak kurulmuştur (1684). Bu ittifaka; Avusturya, Lehistan, Venedik, Malta şövalyeleri ve sonradan Rusya katılmıştır. Avusturya Macaristan ve Erdel’e, Venedik Mora Yarımadası’na, Lehistan Podolya ve Boğdan’a, Rusya ise Azak kalesine saldırmıştır. Osmanlı Devleti ile Kutsal İttifak devletleri arasındaki savaşlar 16 yıl devam etmiştir. Osmanlı ordusu zayıflamış ve maliyesi bozulmuştur. Hollanda ve İngiltere’nin arabuluculuğu sonucunda Kutsal İttifak devletleriyle Osmanlı Devleti arasında Karlofça Antlaşması imzalanmıştır (1699). Karlofça Antlaşması’yla;
- Osmanlı Devleti Batıda ilk kez toprak kaybetmiştir.
- Osmanlı Devleti Orta Avrupa’daki egemenliğini kaybetmiştir.
- Avrupa devletleri savunmadan saldırıya geçmiş ve askeri bakımdan üstünlükleri ortaya çıkmıştır.
- Türklerin Avrupa’dan geri çekilmesi Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasına kadar devam etmiştir.
- Osmanlı Devleti Gerileme Devri’ne girmiştir.
Karlofça Antlaşması’ndan sonra Rusya ile Osmanlı Devleti arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır (1700). Bu antlaşmaya göre;
- Azak kalesi ve çevresi Rusya’ya verilmiştir.
- Rusya, İstanbul’da elçi bulundurma hakkını elde etmiştir.
- Rusya İstanbul Antlaşması’yla Karadeniz’e ulaşmıştır.

İÇ İSYANLAR VE SONUÇLARI
1. İstanbul İsyanları
İstanbul isyanları kapıkulu askerleri tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanlara bazen ilmiye sınıfının, medrese öğrencilerinin ve halkın da katıldığı görülmüştür.
İstanbul isyanlarının çıkmasında;
- Devlet yönetimindeki otorite boşluğundan yararlanan yeniçeri ağaları ve saray kadınlarının yönetimi olumsuz yönde etkilemeleri
- Kapıkulu sisteminin değişmesi ve ocağa askerlikle ilgisi olmayan kişilerin alınması
- Kapıkulu askerlerinin maaşlarının zamanında ödenememesi veya ayarı düşük paralarla ödenmesi
- Yeniçerilerin cülus bahşişi almak için sık sık padişah değiştirmek istemeleri
- Devlet yönetiminde etkin olmak isteyen devlet adamlarının yeniçerileri kışkırtması
- Yeniçeri ve sipahilerin, çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen padişah ve devlet adamlarını görevden uzaklaştırmak istemeleri
- Kapıkulu askerlerinin disiplin altında tutulamaması
gibi nedenler etkili olmuştur.
UYARI: Devlet merkezinde yönetici sınıf arasındaki anlaşmazlıklar ve iç mücadeleler isyanların perde arkasındaki nedenlerdir. İstanbul isyanları devlet düzenini değiştirmeye yönelik olmayıp, yönetimdeki şahıslara karşı yapılmıştır.
İstanbul isyanları sonucunda;
- İsyancılar, daima isteklerini yaptırmayı başarmışlar ve Osmanlı merkezi idaresi üzerinde kapıkulu (özellikle yeniçeriler) askerlerinin etkisi artmıştır.
- İsyancılar, padişah ve devlet adamlarını görevden almışlar, hatta öldürmüşlerdir.
- İstanbul’da asayiş bozulmuş, halk zor durumda kalmış ve yağmalamalar yapılmıştır.
2. Celali İsyanları
17. yüzyılda Anadolu’da çıkan isyanlara “Celali İsyanları” denilmiştir. Bu isyanlara Celali denilmesi Yavuz Sultan Selim döneminde Yozgat’ta (Bozok) Celal isimli bir kişinin çıkardığı isyanın daha sonraki dönemlerde terim olarak yerleşmesinden ileri gelmektedir. Celali isyanlarının çıkmasında;
- Eyaletlerde devlet yönetiminin bozulması ve vergi toplamada adaletsiz davranılması
- Dirlik sisteminin bozulması ve dirliklerin dağıtımında haksızlıkların yapılması
- 17. yüzyılda savaşların uzun sürmesi ve yenilgiyle sonuçlanmasından dolayı askerden kaçanların Anadolu’da eşkiyalığa başlaması
- Merkezi otoritenin zayıflaması
- Kadı ve sancak beylerinin kanunlara aykırı davranarak halkı zor duruma düşürmeleri
- Osmanlı – İran ve Osmanlı – Avusturya savaşları
gibi nedenler etkili olmuştur.
Anadolu’daki sancakbeyi ve tımarlı sipahilerin savaşta olmaları, Osmanlı – Avusturya ve Osmanlı – İran savaşları isyanların çıkmasını ve yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Osmanlı devlet adamları isyanların gerçek nedenlerini araştırmadan, kuvvet ve şiddet kullanarak sorunları çözmeye çalıştılar. Ancak isyanların nedenleri ortadan kaldırılmadığı için her fırsatta yeni isyanlar çıkmıştır.
Celali isyanlarının sonucunda;
- Anadolu’da devlet otoritesi sarsılmıştır.
- Anadolu’da huzur ve güvenlik bozulmuş, birçok şehir ve kasaba harap olmuştur.
- Üretim faaliyetleri azalmış, ekonomi bozulmuştur.
- Vergiler toplanamamış ve devletin gelirleri azalmıştır.
3. Eyalet İsyanları
17. yüzyılda;
- Osmanlı merkezi otoritesinin bozulması
- Osmanlı Devleti’yle mücadele halindeki büyük devletlerin eyalet yöneticilerini korumaları ve isyana teşvik etmeleri
gibi nedenlerden dolayı Eflak, Erdel, Boğdan, Halep, Yemen, Bağdat, Mısır ve Trablusgarp eyaletlerinde isyanlar çıkmıştır. Eyalet isyanlarının sonucunda bazı eyaletler yarı bağımsız duruma gelmiştir.


ORTA ÇAĞ’DA AVRUPA

1. Kilise ve Papalık

M.S. 3. ve 4. yüzyıllarda Avrupa’da önemli bir konuma sahip olan Roma İmparatorluğu, 4. yüzyılda Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmiştir. Hz. İsa’nın vekili kabul edilen Papa, Roma’da oturuyordu. Orta Çağ’da Hristiyanlık, Katolik ve Ortodoks mezheplerine ayrılmıştı. Katolik mezhebinin dini lideri Roma’da oturan Papa, Ortodoks mezhebinin lideri İstanbul’da oturan Patrik idi.
Bizans İmparatoru’nun denetimi altında olan Ortodoks Kilisesi siyasal ve ekonomik alanlarda etkili olamazken, karşısında güçlü bir siyasi otorite bulunmayan Katolik Kilisesi siyasal, dinsel ve ekonomik alanlarda güçlenmiştir. Katolik Kilisesi’nin güçlenmesinde;
- Papa’nın Avrupa krallarına taç giydirerek krallıklarını onaylaması
- Siyasal yapının parçalanması
- Skolastik düşüncenin yaygınlaşması
- Kilisenin kişileri dinden çıkarma (aforoz), bir bölgede yaşayanları dinsel faaliyetlerden men etme (enterdi) ve para karşılığında günah çıkarma, cennetten yer satma (endülüjans) yetkileri bulunması etkili olmuştur.
Kilisenin hakimiyetinde toprakların bulunması, Haçlı Seferlerini düzenlemesi, kralları aforoz etme yetkisinin bulunması, krallara taç giydirmesi siyasal bir güç olduğunun kanıtıdır. Kilise ve Papa’nın güçlenmesinden dolayı Orta Çağ’da kurulan devletlerin çoğunda hükümdarlar egemenliklerini dine dayandırmışlardır. Ortaya çıkan laik olmayan devlet anlayışında din adamları devlet yönetiminde etkili olmuşlardır.
UYARI: Haçlı Seferlerinden sonra Avrupa’da özgür düşünce ortamı oluşmuş ve Avrupa topluluklarında Katolik Kilisesi’ne bağlılık azalmaya başlamıştır.
2. Skolastik Düşünce
Orta Çağ’da herşeyi İncil ve kilise ile ilişkilendirerek açıklayan düşünce sistemine skolastik düşünce denilmiştir. Bu düşünce tarzının amacı; Katolik Kilisesi tarafından itibarlı tutulan düşüncelerin ve verdiği direktiflere uygun olarak Hristiyanlık dininin emir ve yasaklarının yayılmasını sağlamaktı.
Orta Çağ Avrupası’nda bilim ve din beraber ele alınarak serbest düşüncenin güçlenmesi engellenmiş, tartışmalar önlenerek halka mutlak itaat fikri kabul ettirilmiştir. Skolastik düşünce bilimde ve sanatta gelişmeyi önlemiş, ancak Yeni Çağ’da Rönesans ve Reform hareketleriyle önemini yitirmiştir.
3. Feodalite
Siyasal ve askeri gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine sahip olan bir senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının oluşturduğu idari düzene feodalite denir. Feodalite rejiminin özellikleri şunlardır:
- Feodalite rejiminin kurulmasından sonra Avrupa’da siyasal birlik bozulmuş, küçük yönetim birimleri ortaya çıkmıştır.
- Toprakların mülkiyetleri soylulara aittir. Orta Çağ’da kapalı bir ekonomik politika izlendiği için halk sermaye birikimine sahip olamamıştır.
Derebeylerinin zayıflamasında;
- Haçlı Seferleri sırasında derebeylerinin ölmesi veya ordularını kaybetmesi
- Barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanması
- Avrupa’da sürekli orduların kurulması
- Yeni Çağ başlarında Coğrafi Keşiflerin yapılmasından sonra ticaretin gelişmesi ve tarımsal faaliyetlerin gerilemesi
- Papa ile krallar arasındaki mücadelenin krallar lehine sonuçlanması
gibi gelişmeler etkili olmuştur.
4. Magna Charta (Büyük Şart) (1215)
Magna Charta, İngiltere’de halkın kişisel haklarının tanındığını belirten ilk siyasal belgedir. 1215 yılında İngiltere Kralı Jan (John) ile soylular arasında imzalanmıştır.
İngiltere kralının Fransızlara karşı yaptığı savaşta başarısızlığa uğraması, halkın vergiler ve büyük para cezaları koyması nedenlerinden dolayı soylular ve halk ayaklandı. Bu olay sonucunda İngiliz demokrasisinin temeli sayılan Magna Charta (Büyük Şart) krala zorla kabul ettirildi. Bu ferman ile;
- İngiltere’de kralın yetkileri sınırlandırılmıştır.
- Anayasa niteliğindeki bu ferman bir süre sonra İngiltere’de parlamento yönetiminin kurulmasına ortam hazırlamıştır. İngiltere Mutlak Krallık yönetiminden Meşruti Krallık yönetimine geçmiştir.
- İngiltere’de demokratikleşme süreci başlamıştır.
5. Yüzyıl Savaşları (1337 – 1453)
Yüzyıl Savaşları, İngiltere ile Fransa arasında yapılmıştır. Savaşın nedeni; İngiltere’nin, Fransız topraklarına hakim olmak istemesidir. Aralıklarla iki devlet arasında 116 yıl devam eden savaşlar sırasında Kresy Meydan Muharebesi’nde tarihte ilk defa İngilizler tarafından top kullanılmıştır. Yüzyıl Savaşlarının başlangıcında İngiltere üstünlük sağlamış, ancak Yüzyıl Savaşları Fransa’nın üstünlüğüyle sonuçlanmıştır (1453).
Yüzyıl Savaşlarının sonucunda;
- Fransa’da zayıflayan derebeyleriyle mücadele edilerek kuvvetli bir krallık kurulmuştur. Bu gelişmeler sonucunda derebeylik sistemi kaldırılarak Fransa’da siyasal birlik sağlanmıştır.
- İngiltere’de Çifte Gül Savaşları adıyla bilinen ve otuz yıl süren iç savaşlar yaşanmıştır (1453 – 1481).
- Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki ilerleyişi kolaylaşmıştır.
- Avrupa’da bir devletin sömürge durumuna getirilemeyeceği anlaşılmıştır.
6. Haçlı Seferleri
Hristiyan dünyasının (Avrupalıların) birleşerek 11. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu, Suriye ve Filistin’e düzenledikleri seferlere “Haçlı Seferleri” denir. Orta Çağ’ın en önemli olaylarından biri olan Haçlı Seferlerinin dinsel, siyasal ve ekonomik nedenleri vardır:
Dinsel Nedenler
Haçlı Seferlerinin başlamasında;
- Hristiyanların Müslümanların elinde bulunan kutsal yerleri (Kudüs) geri almak istemeleri
- 10. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan Kluni tarikatının Hristiyanları Müslümanlarla savaşmak için kışkırtması
- Avrupalıları Haçlı Seferlerine kışkırtan Papa’nın Hristiyanlara bütün günahlarının affedileceği yönünde telkinler yapması gibi dini nedenler etkili olmuştur.
Ekonomik Nedenler
Haçlı Seferlerinin ekonomik nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
- Açlık ve yoksulluk içinde bulunan Avrupalıların ekonomik düzeyi yüksek olan Türk – İslam ülkelerini ele geçirerek zengin olmak istemeleri
- Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri
- Avrupa’da büyük toprak sahiplerinin topraklarının bölünmesine razı olmaması nedeniyle, toprak sahibi olamayan soyluların toprak kazanmak için çalışmaları
Siyasal Nedenler
Haçlı Seferlerinin siyasal nedenleri;
- Malazgirt Savaşı’ndan sonra kısa zamanda Anadolu’yu ele geçiren Türkleri durduramayan Bizans İmparatorluğu’nun Avrupalılardan yardım istemesi
- Avrupalıların doğu ülkelerinde derebeylik sistemini kurmak istemeleri
- Orta Çağ’da güçsüz duruma düşen kralların etkinlik kazanmak istemeleri
- Avrupalıların Türkleri denizlerden ve Ön Asya’dan uzaklaştırmak istemeleri
şeklinde sıralanabilir.
Haçlı Seferlerinin Sonuçları
11. yüzyılın sonlarında başlayıp 13. yüzyılın sonlarına kadar devam eden Haçlı Seferleri önemli sonuçlar doğurmuştur:
Dinsel Sonuçları
- Katolik Kilisesi zayıflamış ve din adamlarına olan güven sarsılmıştır.
- Papa ve kilisenin baskısı kalkınca bilim, edebiyat ve sanat alanlarındaki gelişmeler hızlanmış, skolastik düşünce zayıflamıştır.
- Avrupa dışında misyonerlik kurularak Hristiyanlık dini Asya ve Afrika’da yayılmaya çalışılmıştır.
Ekonomik Sonuçları
- Doğu – Batı arasındaki ticaret faaliyetleri gelişmiş ve Akdeniz limanlarının (Alanya, Antalya, İskenderiye, Venedik, Cenova, Marsilya...) önemi artmıştır.
- Seferler sırasında gerekli mali desteğin sağlanması için kralların İtalya bankerlerinden borç para almaları, bankacılığın gelişmesine ortam hazırlamıştır.
- Haçlıların deniz yoluyla taşınması gereği gemiciliğin gelişmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Avrupalılar kağıt, cam, deri işleme ve dokuma sanayisini öğrenmişlerdir.
- Anadolu, Suriye ve Filistin’deki şehirler zarara uğramış ve bölgedeki Türk devletleri ekonomik yönden olumsuz etkilenmişlerdir.
Siyasal ve Sosyal Sonuçları
- Seferlere katılan derebeylerinin bir kısmı öldü, bir kısmı da ordularını ve eski topraklarını kaybettiler. Bu durum derebeylerinin zayıflamasına, mutlak krallıkların güçlenmesine yol açmıştır.
- Türklerin batı yönündeki ilerleyişleri bir süre durmuştur. Dolayısıyla Haçlı Seferleri Türklerin Balkanlara geçişini geciktirmiştir.
- Türklerin elinde bulunan toprakların bir kısmı istilaya uğramış, Batı Anadolu Bizans’ın eline geçmiştir. Türkiye Selçukluları Orta Anadolu’ya çekilmiştir.
- Türkler, Haçlı saldırılarına karşı İslam dünyasını korumuşlar, bu durum Türklerin Müslümanların yaşadığı bölgelerde önemini artırmıştır.
- Feodalite rejiminin zayıflaması sonucunda Avrupa’da köylüler yeni haklar elde etmişler ve çiftçilerin sosyal etkinliği artmıştır.
- Ticaret ve sanatla uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiş ve önem kazanmıştır.
Bilim ve Teknik Alandaki Sonuçları
- Avrupalılar Türk – İslam dünyasını daha yakından tanıma olanağı bulmuşlardır.
- Avrupalılar Müslümanlardan pusula, barut, kağıt, matbaa, şeker, tarçın ve ipek işlemeciliğini öğrenmişlerdir. Avrupalıların bu teknolojik buluşları öğrenmeleri, hayatlarında önemli değişikliklere neden olmuş, Yeni Çağ’da Avrupa’nın her alanda ilerlemesine ortam hazırlamıştır.


YENİ ÇAĞ’DA AVRUPA

Yeni Çağ, Avrupalı ulusların ekonomik, siyasal, sosyal, bilimsel ve dinsel alanlarda değişim ve gelişme sürecine girdiği dönem olmuştur. Yeni Çağ’da Avrupa’daki bu değişmelere yol açan temel olaylar şunlardır:
1. Barutun Ateşli Silahlarda Kullanılması
Avrupalılar barutu Haçlı Seferleri sırasında Müslümanlardan öğrenmişlerdi. Avrupalılar barutu ateşli silahlarda İstanbul’un fethinden sonra etkili olarak kullanmışlardır. Fatih’in döktürdüğü büyük topların İstanbul surlarını yıkmasını örnek alan krallar güçlü surlarla çevrili şatolarda yaşayan derebeylerini ortadan kaldırarak ülkelerinin tek hakimi oldular. Kralların yönetimde tek güç oldukları bu sisteme “monarşi” veya “mutlak krallık” denilmiştir.
2. Kağıt ve Matbaanın Yaygınlaşması
Avrupalılar kağıt ve matbaayı Haçlı Seferleri sırasında öğrenmişlerdi. Avrupa’da kağıt ve matbaanın yaygınlaşmasıyla;
- Çok sayıda kitap basılmış ve ucuza satılmıştır.
- Okur – yazar sayısı artmıştır.
- Değişik bilgi ve düşünceler geniş alanlarda yayılmıştır.
- Bilim, kültür ve düşünce hayatı gelişmiştir.
- Rönesans ve Reform hareketlerine ortam hazırlanmıştır.
- Skolastik düşünce yıkılmış, pozitif düşünce ortaya çıkmıştır.
3. Pusula, Gemicilik ve Haritacılık Alanlarında Gelişme
Avrupalılar Haçlı Seferleri sırasında tanıdıkları pusulayı geliştirerek denizlerde uzun yolculuklara çıktılar. Bunun yanısıra dayanıklı gemilerin de yapılmasıyla Avrupalılar yeni ticaret yolları aradılar ve Coğrafi Keşifleri gerçekleştirdiler.
4. Coğrafi Keşifler
15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalıların yeni yollar, kıtalar ve canlılar tanımasına Coğrafi Keşifler denilmiştir.
Coğrafi Keşiflerin başlamasında,
- Pusula, gemicilik ve coğrafya bilgilerinin gelişmesi
- Avrupa ülkelerinin Hindistan’daki hammadde kaynaklarına doğrudan ulaşmak istemeleri
- Ticaret yollarının Türklerin elinde olması ve Uzak Doğu’dan gelen malların Avrupalılara pahalıya mal olması
- Ticaretin gelişmesi sonucunda Avrupa’da az bulunan altın ve gümüş gibi değerli madenlere ihtiyacın artması
- Avrupalıların Hristiyanlığı Avrupa dışına yaymak istemeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
Coğrafi Keşiflerin Sonuçları
Coğrafi Keşiflerin sonucunda,
- Avrupa devletleri keşfedilen yerlerde sömürge imparatorlukları kurmuşlardır.
- Keşfedilen yerlerdeki değerli madenler Avrupa’ya taşınmıştır. Bundan sonra Avrupa’da asıl zenginlik kaynağı toprak değil, altın ve gümüş olmuştur.
- Yeni ticaret yolları bulunmuş, bunun sonucunda İpek ve Baharat yolları kullanılmaz hale gelmiştir. Akdeniz limanları önemini kaybederken Atlas Okyanusu’ndaki limanlar önem kazanmıştır.
- Avrupa devletleri arasında sömürgecilik savaşları başlamıştır.
- Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiştir.
- Keşfedilen yerlere Avrupa’dan göçler olmuş, böylece Avrupa kültür ve uygarlığı bu bölgelere yayılmıştır. Keşfedilen ülkelerde yaşayanlar arasında Hristiyanlık yayılmıştır.
- Coğrafi Keşifler sonunda öğrenilen bilgiler kilisenin dünya ile ilgili söylediklerinin yanlış olduğunu ortaya çıkarmış ve kiliseye güven ve dini inançlar zayıflamıştır.
- Ticaret yollarının değişmesi Osmanlı Devleti ve İslam dünyasını ekonomik yönden olumsuz etkilemiştir.
- Coğrafi Keşifler Rönesans ve Reform hareketlerine ortam hazırlamıştır.
5. Rönesans
Avrupa’da 15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya’da başlayan, daha sonra diğer Avrupa ülkelerine yayılan edebiyat, sanat, düşünce ve bilim alanındaki büyük yenilik, gelişme ve anlayışlara “Rönesans” denir.
Rönesans hareketlerinin başlamasında,
- Haçlı Seferleri ile İslam dünyasındaki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin batıya taşınması
- Eski Yunan ve Roma uygarlığına ait eserlerin incelenmesi ve okutulması
- Matbaanın etkisiyle yeni buluş ve düşüncelerin her tarafa kolayca yayılması
- Coğrafi Keşiflerle Avrupa’nın zenginleşmesi ve yaşam düzeyinin yükselmesi sonucunda düşünce ve sanat eserlerine değer veren “mesen” sınıfının ortaya çıkması
- Avrupa’da üstün yetenekli sanatkarların yetişmesi
- Yazar, şair ve sanatkarları koruyan kişilerin bulunması
etkili olmuştur.
Rönesans hareketleri ilk olarak İtalya’da “hümanizma” akımı ile edebiyat alanında başlamıştır. Yunanca, Latince ve İbranice metinleri inceleyenlere “Hümanist”, bunların çalışmalarıyla ortaya çıkan akıma da “Hümanizm” denilmiştir. İtalya’da Rönesans edebiyatın yanısıra mimari, resim ve heykeltraşlık alanlarında da etkili olmuştur.
Rönesansın Sonuçları
- Avrupa’da bilim alanında deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce yayılmış, bunun sonucunda skolastik düşünce yıkılmıştır.
- Bilim, teknik, sanat ve edebiyatta yeni düşünceler ortaya çıkmıştır.
- Bilimsel buluş ve gelişmeler teknoloji ve sanayinin gelişmesine ortam hazırlamıştır.
- Din adamları ve kilise eleştirilerek Reform hareketlerinin başlaması sağlanmıştır.
6. Reform
16. yüzyılda Katolik mezhebindeki bozulmalar karşısında ilk olarak Almanya’da başlayan dinde yeni düzenlemeler yapılmasına “Reform” denir.
Reform hareketlerinin başlamasında,
- Katolik kilisesinin bozulması ve bazı zümrelerin çıkarlarına uygun hareket etmesi
- Matbaanın kurulmasıyla İncil’in Latince’den İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi ulusal dillere çevrilmesi ve böylece Hristiyanların din adamlarının söyledikleriyle İncil’de yazılanların uymadığını görmeleri
- Rönesans’ın etkisiyle özgür düşüncenin yayılması
- Kilisenin elindeki yetkileri kullanarak halkı sömürmesi
- Kilisenin para karşılığında “endülüjans” denilen ve günahların affedildiğini belirten kağıtlar dağıtması
etkili olmuştur.
Reform hareketlerini Almanya’da Wittenberg Üniversitesi’nde din bilgini olan Martin Luther başlatmıştır. Özellikle endülüjans satışına karşı olan Martin Luther 1517’de Wittenberg kilisesinin kapısına astığı bildiriyle papalığın günahları af yetkisinin olmadığını, Allah ile kul arasına kimsenin giremeyeceğini, endülüjans belgesi satan din adamlarının suç işlediğini açıkladı.
Martin Luther’in görüşlerinden etkilenen köylüler ve şövalyeler ayaklanarak kilisenin mallarını yağmaladılar. Şarlken sorunu çözebilmek için 1529’da Diyet Meclisi’ni topladı. Burada yeni mezhebin yayıldığı yerlerde kabul edilmesi kararlaştırıldı. Luther yanlısı prensler bu kararı protesto ettiler. Bu nedenle yeni mezhebe “Protestanlık” adı verilmiştir. Almanya’da 25 yıl kadar süren mücadeleler sonunda taraflar arasında Ogsburg Antlaşması imzalanarak Protestanlık resmen tanınmıştır (1555). Bu antlaşmaya göre halk bağlı bulunduğu hükümdar veya prensin kabul ettiği mezhebe girecekti. Bu durum halkın din ve mezhep özgürlüğüne sahip olmadığını göstermektedir.
Reformun Sonuçları
- Avrupa’da mezhep birliği bozulmuş, Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm gibi yeni mezhepler ortaya çıkmıştır.
- Katolik kilisesi kendisine çeki düzen vererek keşfedilen ülkelerde Hristiyanlığın yayılmasına çalışmıştır.
- Papa ve din adamlarına duyulan güven azalmıştır.
- Katolik mezhebinden ayrılan ülkelerde kilisenin malları yağmalanmış, topraklarına el konmuştur.
- Okullar kilisenin elinden alınmış, laik öğretim kurumları açılmıştır. Böylece kilisenin eğitim ve bilim üzerindeki baskıları ortadan kalkmıştır.
- Osmanlı Devleti Hristiyan birliğini parçalamak için Reformu desteklemiş, bu sayede Avrupa içlerine ilerlemesi kolaylaşmıştır.
7. Otuz Yıl Savaşları (1618 – 1648)
Avrupa’daki mezhep savaşları ve çalkantılar 17. yüzyılda da devam etti. Kutsal Roma Cermen İmparatoru II.Ferdinand Almanya’da Protestanlığı ortadan kaldırarak din ve mezhep birliği sağlamak isteyince Alman prensleriyle arasında iç savaş çıktı. Bu savaşa Protestan Danimarka ve İsveç de katıldı. Alman İmparatoru bu devletleri yenince Fransa Katolik olmasına rağmen Protestanların yanında savaşa girdi.
Fransa, Almanya’nın güçlenmesini istemiyor, bu nedenle Almanya’da siyasal birliğin kurulmasını engellemeye çalışıyordu. Otuz Yıl Savaşlarında Alman İmparatorluğu yenilerek barış istedi. 1648 yılında yapılan Vestfalya Antlaşması’yla;
- Almanya İmparatoru prenslerin dinsel ve siyasal özgürlüklerini kabul etmiştir.
- Prusya Prensliği güçlenmiştir.
- Almanya’da siyasal birliğin kurulması gecikmiştir.
8. Amerika Birleşik Devletleri’nin Kurulması
Bugünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin bulunduğu topraklarda 18. yüzyılda İngiltere’nin 13 kolonisi bulunuyordu. 1756 – 1763 yılları arasında Fransa ile yapılan Yedi Yıl Savaşları sonucunda ekonomisi bozulan İngiltere kolonilere sattığı ürünlere yeni vergiler koyunca Amerika’da isyan çıktı. Ortak hareket etme kararı alan koloniler 1774 ve 1776 yıllarında Filedelfiya’da iki kez kongre düzenlediler. 1776 yılında kongrede “İnsan Hakları Bildirisi” yayınlanmış ve savaş kararı alınmıştır.
Fransa’nın desteğini alan Amerika kolonileri sekiz yıllık bir savaşın ardından imzalanan Versay Antlaşması’yla bağımsızlıklarını elde ettiler (1783). Koloniler 1787 yılında anayasa yaparak federal bir cumhuriyet kurdular.
Amerika Birleşik Devletleri;
- İnsan Hakları Beyannamesi ilan ederek ve demokratik bir yönetim oluşturarak Avrupa’ya örnek olmuştur.
- Avrupa devletlerine karşı siyasal bir denge unsuru olmuştur.


YAKIN ÇAĞ’DA AVRUPA

Yakın Çağ Fransız İhtilali’yle başlamıştır. Ancak Yeni Çağ’ın sonlarında gerçekleşmiş bazı gelişmeler Yakın Çağ’ın oluşumunda etkili olmuştur. Bu olaylar şunlardır:
1. Fransız İhtilali (1789)
Fransız İhtilali’nin çıkmasında,
- Kralın baskıcı bir yönetim kurması
- Halkın sınıflara ayrılması ve soylular ile halk arasında büyük eşitsizliklerin olması
- Fransız aydınlarının mutlak krallık rejimini eleştiren eserler yazmaları
- Fransa’da ekonomik sıkıntıların büyümesi
- İngiltere’de meşrutiyet rejiminin, Amerika’da İnsan Hakları Beyannamesi ve cumhuriyetin ilan edilmesinin Fransız halkını etkilemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Fransız İhtilali’nin Sonuçları
- Avrupa ve dünyanın siyasal eşitsizliğe dayalı sosyal yapısı değişmiştir.
- Mutlak krallık rejimi yerine demokrasi kavramı yaygınlaşmıştır.
- Eşitlik, adalet ve özgürlük gibi demokrasinin ana ilkeleri yaygınlaşmıştır.
- Milliyetçilik prensibi siyasal bir karakter kazanarak çok uluslu devletlerin (imparatorlukların) parçalanmasına ve ulus devletlerin kurulmasına yol açmıştır.
- Fransız İhtilali Yeni Çağ’ın sonu, Yakın Çağ’ın başı kabul edilmiştir.
- Monarşi ile yönetilen Avrupa Devletleri ihtilal fikirlerinin yayılmasını önlemek için Fransa’ya savaş açmışlardır.
Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri
Fransız İhtilali’nin Osmanlı Devleti’ne olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur.
Olumlu Etkisi: Fransız İhtilali’nin yaydığı fikirler Osmanlı aydınları arasında yankı bulmuştur. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi, Yeni Osmanlıların ortaya çıkması, I.Meşrutiyetin ilan edilmesi ve Kanun-i Esasi’nin hazırlanmasında Fransız İhtilali’nin etkisi olmuştur.
Olumsuz Etkisi: Milliyetçilik akımı Osmanlı ülkesindeki azınlıkların bağımsızlık için ayaklanmalarına yol açmıştır. Milliyetçilik ayaklanmaları Osmanlı Devleti’nin dağılmasında en önemli etkiye sahiptir.
2. Viyana Kongresi (1815)
Fransa’da karışıklıklar Napolyon Bonapart’ın imparator olmasına kadar devam etti (1804). Napolyon imparator olduktan sonra bütün Avrupa’yı egemenliği altına almak istedi. 1805 – 1815 yılları arasındaki savaşlar Fransa’nın yenilgisiyle sona erdi. Avrupalı devletler Avrupa’da bozulan sınırları ve düzeni sağlamak için Viyana’da bir kongre topladılar (1815). Osmanlı Devleti’nin çağrılmadığı bu kongrede İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya etkili olmuşlardır. Bu devletler Fransız İhtilali’nin yaydığı fikirlerin yayılmasını engellemek istiyorlardı. Bu nedenle yeni sınırlar çizilirken milliyet, din ve dil unsurlarını dikkate almadılar.
Kendi aralarında yaptıkları antlaşmalarla ve ittifaklarla kongrede kurulan düzeni korumak istediler. Viyana Kongresi’nden (1815) Navarin Olayı’na (1827) kadar süren bu döneme “Restorasyon dönemi” denilmiştir.
İngiltere’nin meşrutiyetle yönetilmesine rağmen Fransız İhtilali’ne karşı çıkması ve monarşi ile yönetilen ülkelerle birlikte hareket etmesinin nedeni en büyük rakibi Fransa’nın güçlenmesini önlemek istemesidir.
3. 1848 İhtilalleri
Sanayi Devrimi sonunda Avrupa’da bir işçi sınıfı ortaya çıkmıştı. İşverenlerin işçileri ağır koşullarda çalıştırmaları ve haklarını vermemeleri üzerine işçilerin sorunlarını çözmeyi amaçlayan “sosyalizm” akımı gelişti. Zamanla güçlenen sosyalistler Fransa ve İngiltere’de partiler kurdular. Lui Filip işçilerin sorunlarıyla ilgilenmeyip üstelik kişi haklarını kısıtlayınca Fransa’da yeni bir ihtilal çıktı (1848). Bunun sonucunda Fransa’da;
- Cumhuriyet ilan edilerek herkese oy kullanma hakkı verilmiştir.
- Ölüm cezası kaldırılmıştır.
- Esir ticareti yasaklanmıştır.
1848 İhtilali diğer Avrupa ülkelerinde de etkisini göstermiştir. 1848 İhtilali sonucunda Avrupa’da;
- Liberalizm ve sosyalizm güçlenmiştir.
- İngiltere’de seçim hakları genişletilmiş, işçilere yeni haklar verilmiştir.
- Avrupa ülkelerindeki krallar halka yeni haklar tanımak zorunda kalmıştır.
- Almanya ve İtalya’da siyasal birliğin kurulmasına uygun bir ortam oluşmuştur.
4. Sanayi Devrimi
İnsan ve hayvan gücüne dayalı üretimden makine gücüne dayalı üretime geçişe “Sanayi Devrimi” denilmiştir. Sanayi Devrimi buhar gücüyle çalışan makinelerin dokuma sektöründe kullanılmasıyla ilk önce İngiltere’de başlamıştır. 18. yüzyılın ortalarında başlayan Sanayi Devrimi diğer Avrupa ülkelerine geçmiş ve dünyada sosyal, ekonomik, siyasal pek çok alanda derin izler bırakmıştır.
Sanayi Devrimi’nin Sonuçları
- Bol ve ucuz seri üretim başlamıştır.
- Üretimin artması hammadde ve pazar ihtiyacını artırmıştır. Hammadde ve pazar bulma sorunu devletler arası rekabetlere yol açmıştır. I.Dünya Savaşı’nın en önemli nedeni bu rekabet olmuştur.
- Sanayileşen devletler hammadde ve pazar ihtiyacını karşılamak için sömürgecilik faaliyetlerine başlamışlardır.
- El tezgahları ve küçük atölyeler kapanmış, bunların yerini büyük fabrikalar almıştır.
- Köyden kente göç başlamış ve işçi sınıfı ortaya çıkmıştır.
- Köyden kente göç nedeniyle Avrupa’da tarım ürünlerine ihtiyaç artmıştır.
- Ticareti yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak için ulaşım sistemleri geliştirilmiştir.
- Avrupa’da yaşam koşulları iyileşmiş ve kişisel özgürlükler artmıştır.
- Kapitalizm, sosyalizm gibi fikir akımları ortaya çıkmıştır.
Sanayi Devrimi’nin Osmanlı Devleti’ndeki Etkileri
- Ucuz Avrupa malları karşısında rekabet edemeyen el tezgahları ve atölyeler kapanmaya başlamış, işsizlik artmıştır.
- Osmanlı Devleti dışarıya hammadde satan ve dışarıdan işlenmiş eşya alan bir ülke haline gelmiştir. Böylece ekonomik yönden Avrupa’ya bağlılık artmıştır.
- Sanayileşen Avrupa devletleri sömürge amacıyla Osmanlı topraklarını işgal etmeye başlamışlardır.


14., 15. VE 16. YÜZYILLARDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu

1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otoritesi bozulmuştu. Bu olaydan sonra Anadolu’nun batısında bağımsız beylikler kurulmuştur. 14. yüzyıl başlarında Anadolu siyasal yönden parçalanmış, küçük toprak parçalarında devletler hakimiyetlerini devam ettirmişlerdir. Farklı din, dil ve ırklardan oluşan Anadolu halkı arasında din – mezhep savaşları yaşanmamıştır. Bu durum Anadolu’da inanç özgürlüğünün bulunduğunu ortaya koymaktadır.
14. yüzyılın başlarında Avrupa’da güçlü devletler yoktu. İtalya’da kurulan Ceneviz ve Venedik devletleri deniz ticaretinde ilerlemişler; İstanbul ve Kırım’da koloniler kurarak İpek Yolu üzerinde etkili olmuşlardır. 14. yüzyıl başlarında Avrupa’da İngiltere, Fransa, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, Napoli Krallığı, Portekiz, Kastilya ve Aragonya Krallıkları gibi belli başlı devletler bulunuyordu.
14. yüzyıl başlarında Bizans İmparatorluğu’na ait topraklar hariç, Balkanlarda küçük krallıklar ve prenslikler egemen olmuştur. Bunlar Sırp, Bulgar ve Macar Krallıkları, Eflak ve Boğdan Voyvodalıkları, Bosna ve Arnavutluk beylikleridir. Bu durum Balkanlarda siyasal birliğin bulunmadığını göstermektedir.
Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu
Osmanlı Devleti’ni kuran Kayılar, 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun fethi için gelen Oğuz boylarının içinde yer almıştır. Zamanla Türkiye Selçuklularının uc beyliği haline gelen Kayılar, Ertuğrul Gazi başkanlığında Söğüt ve Domaniç’i ele geçirerek buralara yerleşmişlerdir.
Ertuğrul Gazi’nin ölümünden sonra beyliğin başına oğlu Osman geçti (1281). Osman Bey, Kayıların etrafında toplanmış olan oymakların ve ahilerin desteğini alarak Bizans’ın Anadolu’daki tekfurlarıyla (vali) mücadeleye başladı. Batı Anadolu’da bu gelişmelerin devam ettiği sırada Türkiye Selçuklularının sultanı İlhanlıların merkezi olan İran’a gitmiş ve Anadolu’da bir iktidar boşluğu doğmuştu. Bu durumdan faydalanan Osman Bey, bağımsız hareket ederek Osmanlı Devleti’ni kurmuştur (1299).
Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişmesini Sağlayan Etkenler
Osmanlı Devleti’nin kısa sürede gelişmesinde;
- Anadolu’da ve Balkanlarda siyasal birliğin olmaması
- Merkeziyetçi bir devlet anlayışı benimsenerek hakimiyetin tek elde toplanması
- Bizans sınırında kurulan devletin, ticaret ve göç yolları üzerinde bulunması
- Doğudan gelen yoğun Türkmen göçleriyle nüfus üstünlüğünün sağlanması ve asker ihtiyacının karşılanması
- Düzenli ve güçlü orduların kurulması
- Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik tarikatları tarafından desteklenmesi
- Diğer dinlere ve kültürlere karşı hoşgörülü, adaletli ve saygılı davranılması
- Uygulanan tımar ve iskan politikalarının katkısı
gibi faktörler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin İskan Politikası
Türklerin Rumeli’ye geçmesinde;
- Batı Anadolu’da yoğunlaşan göçebe Türkmenlere yerleşme sahası bulma zorunluluğu
- Osmanlıların hakimiyet alanlarını genişletmek istemeleri
- Bizans’ın zayıflamış olması ve Balkanlarda siyasal birliğin bulunmaması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Balkanlara yerleşmeyi amaçlayan Orhan Bey, Macar, Sırp, Bulgar, Venedik, Ceneviz, Papalık ve Bizans kuvvetleriyle tek tek veya toplu olarak savaşmayı göze alarak hazırlıklara başlamıştır. Bu amaçla Süleyman Paşa, Bolayır ve Tekirdağ’a kadar olan yerleri alınca Karesi bölgesinden bir kısım yörükleri bu bölgeye yerleştirmiştir.
Osmanlıların Balkanlarda takip ettikleri iskan politikasının temel amacı; yeni fethedilen topraklara Anadolu’dan getirilecek Türk halkı yerleştirmek, bunun için özellikle konar – göçerleri tercih etmek ve fethedilen yerlerdeki yerli halktan ayaklanma çıkarma ihtimali bulunanları başka yerlere göç ettirmekti.
Anadolu’dan Rumeli’ye götürülen halk, büyük yollar üzerinde askeri yönden önemli şehir ve kasabalara yerleştirilmiştir. İskan politikasının sonucunda;
- Balkanların Türkleşmesi ve bölgede Türk kültürünün yerleşmesi sağlanmıştır.
- Geride düşman kuvveti bırakılmadığı için Osmanlıların Rumeli’de güvenle ilerlemesi sağlanmıştır.
- Anadolu’daki yurtsuz Türkmenlere yeni yurtlar bulunmuştur.
Haçlı Seferlerinin Başlaması
14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türklerin Balkanlara yerleşmeye başlaması üzerine Balkan uluslarının birleşerek Osmanlı Devleti’yle yaptığı savaşlara Haçlı Savaşları denilmiştir. Bu seferler sırasında Avrupa ulusları Balkan uluslarını Türklere karşı desteklemiştir. 14. ve 15. yüzyıllarda Haçlı Seferlerinin düzenlenmesinde;
- Türklerin Balkan topraklarından atılmak istenmesi
- Papanın Hristiyan dünyasını Türklere karşı kışkırtması
- Türkler karşısında başarısız olan Bizans İmparatorluğu’nun Hristiyan dünyasından yardım istemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Haçlı Savaşlarını kazanan Osmanlı Devleti, Balkanlardaki ilerleyişini devam ettirmiştir. Sırp Sındığı Savaşı’ndan (1364) sonra Sırplar ve Bulgarlar Osmanlı hakimiyetini kabul etmiş, Bizans’ın Trakya’daki toprakları alınarak Batı Trakya ele geçirilmiştir. I.Kosova Savaşı’ndan (1389) sonra Türklerin Balkanlardaki etkisi artmış; Eflak, Arnavutluk ve Karadağ Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Niğbolu Savaşı’nda (1396) mağlup olan Haçlılar Türkleri Balkanlardan atma ümitlerini kaybetmişlerdir. Niğbolu zaferiyle Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki en güçlü rakibi olan Macaristan etkisiz hale getirilmiş, bu durum Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da Türk siyasal birliğini kurmasına elverişli bir ortam hazırlamıştır.
Anadolu’da Türk Siyasal Birliğinin Sağlanması
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren batıya yönelmiş ve Balkanlara yerleşmeye çalışmıştır. Ancak Osmanlı ordularının Rumeli’de bulunduğu sırada Anadolu beylikleri Osmanlıların Anadolu’daki topraklarına saldırıyorlardı. Beylikler içerisinde en güçlüsü olan Karamanoğulları kendilerini Anadolu Selçuklularının varisi olarak görmüş ve Osmanlı Devleti’ni en çok uğraştıran beylik olmuştur.
Osmanlı Devleti, Orhan Bey döneminde Karesi Beyliği’ni ve Ahilerin elindeki Ankara’yı topraklarına katarak Anadolu’da siyasal birliği sağlamak için ilk adımı atmıştır. I. Murat döneminde Germiyanoğulları topraklarının bir kısmı çeyiz yoluyla Osmanlı Devleti’ne katılmış ve Hamitoğulları Beyliği’nden satın alma yoluyla toprak kazanılmıştır. Germiyanoğulları ve Hamitoğullarından savaş yapmadan toprak alan I.Murat döneminde Karamanoğulları Beyliği’yle savaşlar yapılmıştır.
Anadolu’da siyasal birliği sağlayan asıl faaliyetler Yıldırım Bayezid döneminde başlamıştır. Güçlü bir devlet adamı olan Yıldırım Bayezid, Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları beylikleri ve Kadı Burhaneddin Devleti’nin topraklarına hakim olmuştur. Anadolu beyliklerinin Osmanlı Devleti’ne katılmasıyla;
- Anadolu’da Türk siyasal birliği kurulmuştur.
- Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz sahillerinin bir bölümü Osmanlıların eline geçmiş, Osmanlı denizciliği güçlenmiştir. Adalar Denizi’ndeki gaza faaliyetlerini Osmanlılar üstlenmiştir.
- Osmanlı Devleti; Memlükler, Dulkadiroğulları ve Akkoyunlularla komşu olmuştur.
- Anadolu Beylerbeyliği kurulmuştur.
Ankara Savaşı (1402)
Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından biri olan Ankara Savaşı, Yıldırım Bayezid ile Timur arasında Ankara’nın Çubuk Ovası’nda yapılmıştır (1402). Ankara Savaşı’nın yapılmasında;
- Topraklarını kaybeden Anadolu beylerinin Timur’a sığınarak onu Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaları
- Yıldırım Bayezid’in Timur’dan kaçan Bağdat ve Karakoyunlu hükümdarlarını himaye etmesi
- Çin üzerine sefere çıkmaya hazırlanan Timur’un arkasında güçlü bir Osmanlı Devleti’nin kalmasını istememesi
- İki hükümdar arasında hakaret içeren mektupların gidip gelmesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
1402 yılında Ankara yakınlarında yapılan savaşı Timur kazanmıştır. Osmanlı Devleti’nin mağlup olmasında; Anadolu beylerinden toplanan askerlerin ve Tatarların Timur’un tarafına geçmesi, yardımcı kuvvet olarak alınan Sırpların Yıldırım Bayezid’den habersiz savaş alanını terk etmeleri ve Timur’un ordusunda fillerin bulunması etkili olmuştur.
Ankara Savaşı’nın sonucunda;
- Timur, Anadolu beyliklerinin topraklarını tekrar eski sahiplerine geri vermiştir. Böylece Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da kurduğu Türk siyasal birliği bozulmuştur. Timur bu davranışıyla Anadolu’da güçlü bir devletin bulunmasını engellemeyi amaçlamıştır.
- Osmanlı Devleti’nin batı yönündeki ilerleyişi bir süre durmuştur. Dolayısıyla Bizans İmparatorluğu’nun yıkılması gecikmiş ve Balkanlarda Osmanlı hakimiyeti sarsılmıştır.
- Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları başlamıştır. Osmanlı tarihinde “Fetret Devri” olarak bilinen ve 11 yıl süren bu dönemde Osmanlı Devleti dağılmakla karşı karşıya kalmıştır.
Fetret Devri (1402 – 1413)
Osmanlı tarihinde Ankara Savaşı’ndan sonra padişahsız geçen 11 yıla (1402 – 1413) Fetret Devri denilmiştir. Yıldırım Bayezid vefat ettiğinde Süleyman, İsa, Mehmet, Musa, Mustafa ve Kasım adında altı oğlu bulunuyordu. Mustafa Çelebi, Timur tarafından Semerkant’a götürüldüğünden ve Şehzade Kasım yaşı küçük olduğundan taht kavgalarının dışında kalmışlardır.
Ankara Savaşı’ndan sonra Süleyman Çelebi Edirne’de, İsa Çelebi Balıkesir’de, Musa Çelebi Bursa’da, Mehmet Çelebi Amasya’da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kardeşler arasındaki mücadeleyi Mehmet Çelebi kazanmış ve devleti yeniden toparlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde Anakara Savaşı’nı kaybettikten sonra taht kavgalarının çıkması ve devletin dağılma tehlikesi geçirmesi, Balkanlarda Osmanlı egemenliğinin sarsılmasına neden olmuştur. Ancak, Osmanlı Devleti Balkanlardaki bütün topraklarını kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin taht kavgalarına ve zayıflamasına rağmen Balkanlarda tutunabilmesinde; tımar sisteminin ve planlı bir şekilde iskan politikası uygulanması, Timur’un Osmanlı ordusunu tamamen imha edememesi, Osmanlıların Balkanlarda takip ettiği hoşgörülü ve adaletli politikanın Balkan halkını memnun etmesi İngiltere ile Fransa arasında Yüzyıl Savaşlarının devam etmesi ve Bizans’ın iç karışıklıklar içinde olması gibi nedenler etkili olmuştur.
İstanbul’un Fethi (1453)
İstanbul’un fethedilmesinde;
- Bizans’ın Osmanlı toprak bütünlüğünü bozması
- Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu beyliklerini kışkırtması ve Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan şehzadeleri desteklemesi
- Bizans’ın Hristiyan dünyasını kışkırtarak Haçlı Seferlerine neden olması
- İstanbul’un kara ve deniz ticareti bakımından önemli bir coğrafi konuma sahip olması
- Hz. Muhammed’in Müslüman komutanları İstanbul’un fethi için teşvik etmesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
İstanbul’un Fethinin Türk ve Dünya Tarihi Bakımından Önemli Sonuçları
- Osmanlı Devleti’nin Asya ile Avrupa toprakları birleşmiş, böylece toprak bütünlüğü sağlanmıştır.
- Karadeniz ile Akdeniz arasındaki su yolları Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir.
- Boğazların savunulması kolaylaşmış ve Osmanlı Devleti tabii başkentine kavuşmuştur.
- Osmanlı Devleti merkeziyetçi, mutlak bir imparatorluk haline gelmiş ve devlet Yükselme Devri’ne girmiştir.
- İstanbul’un fethinden sonra Türklerin Avrupa’daki ilerleyişi hızlanmıştır. Karadeniz, Akdeniz ve Ege ticaretinin Türklerin eline geçmesi, Avrupa devletlerini Coğrafi Keşiflere yöneltmiştir.
- Bizans İmparatorluğu yıkılmış, ticari çıkarları elden giden Venediklilerle Osmanlıların arası bozulmuştur.
- İstanbul’un fethi surların yıkılabileceğini göstermiş, bu durum Avrupa’da feodalitenin yıkılmasına ve merkeziyetçi devletlerin kurulmasına ortam hazırlamıştır.
- İstanbul’un fethi Orta Çağ’ın sonu, Yeni Çağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
- İstanbul’dan İtalya’ya giden Bizanslı bilginler burada Rönesans hareketlerinin başlamasına katkıda bulunmuştur.
- Türkler İstanbul’u fethettikten sonra halka din ve vicdan hürriyeti tanımışlar ve Ortodoks Kilisesi’ni koruma altına almışlardır. Böylece Hristiyan dünyasının birleşmesinin engellenmesi, Katolik Kilisesi’ne karşı güç oluşturulması ve halka hoşgörülü davranıldığının kanıtlanması amaçlanmıştır.
Balkanlarda Fetihlerin Devam Etmesi
Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar üzerine yürümesinde;
- Balkan devletlerinin her fırsatta tek tek veya birleşerek saldırıya geçmeleri
- Balkan uluslarının İstanbul’un fethinden sonra Türklerin Avrupa içlerine ilerlemelerini engellemek amacıyla Haçlı ordusu kurmaya çalışmaları ve Fatih’in bu birleşmeyi engellemek istemesi
- Türklerin Avrupa’da genişlemek ve önceden fethedilen yerlerde hakimiyetlerini pekiştirmek istemeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet, Balkanları kesin olarak hakimiyeti altına alabilmek amacıyla Sırbistan, Arnavutluk, Bosna – Hersek, Eflak ve Boğdan üzerine arka arkaya seferler düzenlemiştir: Fatih döneminde Balkanlara düzenlenen seferler sonucunda;
- Belgrad dışında bütün Sırbistan ve Arnavutluk’un tamamı Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır.
- Eflak, yıllık vergi ödeyen, Osmanlı egemenliğini kabul eden özerk bir devlet olarak varlığını sürdürmüştür (1462).
- 1476 yılında Boğdan da Osmanlı egemenliğini kabul edilmiştir.
- Venedik’in karadan kuşatılması amacıyla ve Bosna Krallığı’nın Avrupa’da hazırlanan Haçlı Seferleri’ne katılarak Osmanlılara zarar vermesinden dolayı, Fatih sefere çıkarak Bosna’yı kendisine bağlamıştır (1463).
Osmanlı – Venedik Savaşları (1463 – 1479)
Osmanlı – Venedik ilişkilerinin bozulmasında;
- Fatih’in Balkanlar ve Adalar Denizi’nde yürüttüğü fetih hareketlerinin Venediklileri rahatsız etmesi
- Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu ticaret yollarına hakim olmasından sonra Venedikliler ve Cenevizlilerin ticari çıkarlarını önemli ölçüde kaybetmeleri
- Osmanlı İmparatorluğu’nun kıyılarında ve hakimiyet alanlarının yakınlarında güçlü denizci devletlerin etkili olmasını istememesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Venedik, İstanbul’un fethi üzerine korkuya kapılmış, Osmanlılara karşı Macaristan ve Arnavutlukla ittifak kurmuştur. Venedikliler bu davranışıyla hem Avrupa devletlerinin desteğini sağlamayı hem de Osmanlı – Venedik savaşını Haçlı savaşına dönüştürmeyi amaçlamıştır.
1479’da Osmanlı İmparatorluğu ile Venedikliler arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Venedikliler, işgal ettikleri yerleri boşaltmayı, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş tazminatı ve vergi ödemeyi kabul etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, Hristiyan birliğini parçalamak ve doğudan gelen ticaret mallarını Venedikliler aracılığıyla Avrupa’ya pazarlamak amacıyla Venediklilere kapitülasyonlar vermiştir.
Kırım’ın Osmanlı İmparatorluğu’na Bağlanması
Fatih Sultan Mehmet’in Kırım üzerine sefer düzenlemesinde;
- Cenevizlileri Kuzey Karadeniz’deki kolonilerden (Kefe, Menküp, Azak) çıkararak Karadeniz ve İpek Yolu ticaretine tamamen egemen olmak istemesi
- Cenevizlilere karşı yardım isteyen Kırımlılar arasında iç karışıklıkların artması
gibi nedenler etkili olmuştur.
1475’te Kırım’a düzenlenen sefer sonucunda;
- Cenevizlilerden Kefe, Menküp ve Azak gibi şehirler alınmıştır. Böylece, Karadeniz’de Cenevizlilerin kolonisi kalmamıştır.
- Karadeniz Türk gölü haline gelmiş ve İpek Yolu tamamen Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir.
- 1478’den itibaren Kırım Hanlığı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir devlet haline gelmiştir. Kırım’ın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle, devletin sahip olduğu topraklar Lehistan ve Rus sınırına kadar genişlemiştir.
Cem Sultan İsyanı
II.Bayezid, Osmanlı tahtına çıktıktan sonra kardeşi Cem Sultan isyan etmiş ve kardeşler arasında taht kavgaları başlamıştır. Yapılan savaşlarda başarılı olamayan Cem Sultan, Balkanlara geçmek isterken Rodos şövalyelerine esir düşmüştür. Papa ve Fransa kralı, Cem Sultanı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanmaya çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır. Bu gelişmeden sonra Cem Sultan Papa tarafından zehirletilerek öldürülmüştür. Cem Sultanın isyan etmesi;
- Osmanlı Devleti’nin pasif bir politika takip etmesine neden olmuştur.
- İspanya’da yaşayan Müslümanlara gerekli yardım yapılamamıştır.
Çaldıran Savaşı
Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi’ne çıkmasında; Şah İsmail’in Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki topraklarına hakim olmasının engellenmesi, Safevilerin Anadolu’da propaganda yapmasının ve isyanlar çıkarmasının önlenmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Taraflar arasında yapılan Çaldıran Savaşı’nı Osmanlı Devleti kazanmıştır (1514). Bu savaşın sonucunda;
- Doğu ve Güneydoğu Anadolu tamamen Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına girmiştir. - Safevilerin Anadolu için oluşturdukları tehdit önlenmiş ve İran’dan geçen ticaret yollarının denetimi Osmanlıların eline geçmiştir.
Çaldıran Savaşı’ndan dönen Osmanlı ordusu, Maraş, Elbistan ve Malatya çevresine hakim olan Dulkadiroğullarını Turnadağ Savaşı’nda yenerek bu beyliği topraklarına katmışlardır (1515). Böylece, Anadolu’da kesin olarak Türk siyasal birliği sağlanmıştır.
Mısır Seferi
Yavuz döneminde Dulkadiroğullarının Osmanlılara katılması iki devlet arasındaki ilişkileri gerginleştirmiştir. Yavuz Sultan Selim, Anadolu’da Türk birliğinden sonra İslam dünyasını da birleştirmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti için tehlikeli gördüğü Memlüklere karşı hazırlık yaparak Mısır Seferi’ne çıkmıştır (1516).
Mısır Seferi’nin sonucunda;
- Suriye, Filistin ve Mısır’ın tamamı Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altına girmiştir.
- Kutsal yerler (Hicaz) Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Halifelik Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiş ve kutsal emanetler İstanbul’a getirilmiştir. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu teokratik bir karakter kazanmıştır.
- Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyasının en büyük siyasal gücü haline gelmiş ve Müslüman ulusların koruyuculuğunu üstlenmiştir.
- Memlükler Devleti yıkılmış ve Baharat Yolları Osmanlıların hakimiyeti altına girmiştir. Ancak Avrupalıların Coğrafi Keşifleri yapmaları Osmanlıların bu yollardan gerektiği gibi yararlanmasını engellemiştir.
Osmanlı – Avusturya İlişkileri
Kanuni döneminde Osmanlı ve Avusturya devletleri arasında yapılan savaşların temelinde Macaristan’a hakim olma isteği yatıyordu. Ölen Macar kralının akrabası olan Avusturya Arşidükü Ferdinand, veraset iddiasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan’a tayin ettiği kralı tanımamış ve tahtın kendisine ait olduğunu ileri sürmüştü. Bu nedenle Avusturya Arşidükü Ferdinand Macaristan’a girdi. Kanuni, hem Avusturyalıları Macaristan’dan çıkarmak hem de Alman İmparatoru Şarlken’in Avrupa’daki üstünlüğünü sona erdirmek amacıyla sefere çıktı (1529). Bu sefer sonucunda;
- Budin geri alınarak Avusturya kuvvetleri Macaristan’dan çıkarılmıştır.
- Avusturyalıların elinde bulunan Viyana şehri Osmanlı orduları tarafından kuşatılmış, ancak ele geçirilememiştir.
Birinci Viyana kuşatmasından sonra İstanbul’a elçi gönderen Ferdinand, Macaristan kralı olarak tanınmasını istedi. İsteği kabul edilmeyince, Budin’i tekrar işgal etti. Bu gelişmeler üzerine Kanuni Almanya seferine çıktı (1532). Kanuni’nin Almanya içlerine kadar ilerlemesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır (1533). Bu antlaşmaya göre;
- Ferdinand, Macaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na ait olduğunu kabul etmiştir.
- Ferdinand, elinde bulundurduğu Macaristan toprakları için vergi ödeyecektir.
- Avusturya Arşidükü protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk sayılmıştır.
Osmanlı – Fransa İlişkileri
Osmanlı – Fransız dostluğu, I.Fransuva’nın Almanya’nın esaretinden kurtarılmasıyla başlamıştır. İyi ilişkilerin devamını isteyen Fransa 1535 yılında İstanbul’a elçi gönderdi. İki taraf arasında ticaret ve dostluk antlaşması imzalandı. Bu antlaşma iki hükümdar yaşadığı sürece yürürlükte kalacaktı. Eşit haklar üzerine kurulan bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu;
- Coğrafi Keşiflerin etkisiyle ülkede sönükleşmeye başlayan ticaret faaliyetlerini canlandırmayı
- Avrupa devletleri arasına girerek dengeleri kendi lehine çevirmeyi ve Türk dünyasına karşı kurulmaya çalışılan Hristiyan birliğini parçalamayı
amaçlamıştır.
1535’te yapılan antlaşma ile Fransızlara ticari, şahsi, adli ve idari alanlarda imtiyazlarla seyahat, ikamet, ibadet ve kazanç elde etme serbestiyeti verilmiştir. Ticari imtiyazlarla Fransızlara, Osmanlı limanlarını kullanma ve düşük vergi ödeme hakkı verilmiştir. Ayrıca, diğer Avrupa devletlerinin sadece Fransız bayrağı altında Osmanlılarla ticaret yapabilmesi kararlaştırılmıştır.
Adli imtiyazlarla yabancıların işledikleri suçlardan dolayı, Osmanlı Devleti tarafından değil, uyruğu olduğu devletin konsoloshanesi tarafından yargılanması kabul edilmiştir. İdari imtiyazlarla yabancılara postane, okul, şirket, otel, vakıf gibi müesseseler kurma ve işletme olanağı sağlanmıştır.
Fransa’da kapitülasyonların verilmesinden sonra;
- Osmanlı ülkesinde ticaret faaliyetleri canlanmıştır.
- Batı Avrupa’ya hakim olmak ve Osmanlı İmparatorluğu’na üstünlük sağlamak isteyen Kutsal Roma – Cermen İmparatorluğu’na karşı Fransa güçlü tutularak Avrupa’da Osmanlı lehine denge kurulmaya çalışılmıştır.
- Fransa – Türk yakınlaşmasına Fransız halkının tepkisini önlemek için Fransa Kralı I.Fransuva’ya Osmanlı ülkesindeki Katoliklerin koruyuculuk hakkı tanınmıştır.
- Fransızlar Osmanlı ülkesinde diğer uluslardan daha fazla çıkar elde etmişlerdir.
- Fransız tüccarlar Osmanlı ülkesinde, Osmanlı tüccarları Fransa’da serbestçe ticaret yapma olanağı elde etmiştir. Böylece, Osmanlı – Fransız ticareti artmıştır.
Fransızlar, Osmanlılarla yakınlaşmadan dolayı elde ettikleri çıkarlardan vazgeçmedikleri için kendilerini Türk dostu olarak göstermişlerdir. Fakat zaman zaman Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa devletleriyle anlaşarak ikili politika izlemişlerdir. Herşeye rağmen Osmanlı – Fransız ilişkilerinde önemli sorunlar çıkmamıştır. Bunu da Osmanlı Devleti sürekli tavizler vererek sağlamıştır.
UYARI: 1535 yılında imzalanan dostluk ve ticaret antlaşması, din ayrılıklarının devletlerin çıkarları söz konusu olduğunda ne kadar önemsiz olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Kanuni döneminde süresi iki hükümdarın hayatıyla sınırlandırılan kapitülasyonlar eşit koşullara dayanıyordu. Osmanlı İmparatorluğu başlangıçta kapitülasyonlardan karlı çıkmıştır. Ancak, Kanuni’den sonra gelen padişahlar kapitülasyonları tek taraflı olarak verdikleri gibi süresiz olarak uzatmışlar ve diğer Avrupa ülkelerine de benzer imtiyazlar vererek kapitülasyonları yaygınlaştırmışlardır. 17. yüzyılda Sanayi İnkılabı’nı gerçekleştirdiler. Avrupa devletlerinin siyasal ve ekonomik yönden güçlenmesinin tersine Osmanlı İmparatorluğu siyasal ve ekonomik yönden zayıflamıştır. Bu durum Osmanlı ülkesinin Avrupa’nın sömürgesi haline gelmesine neden olmuştur.
1740 yılında Fransızlara verilen kapitülasyonlar sürekli hale getirilmiştir. Kapitülasyonlar, 19. yüzyıldan itibaren “Himaye sistemi” adı altında Avrupalı devletlerin Osmanlı gayrimüslimlerini devlete karşı isyana kışkırtmaları ile Osmanlı içişlerine müdahalelerinin kılıfı olmuştur. Kapitülasyonlar Lozan Antlaşması’yla kaldırılmıştır (1923).
 
Avrupalı Devletlerin Siyasal İlişkilerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Rolü
Türklerin Rumeli’ye geçmeleri, Avrupa devletleri arasındaki siyasal ilişkilerin değişmesinde başlangıç olmuştur (1353). Bu tarihe kadar sürekli birbirleriyle savaşan Avrupalı devletler, bundan sonra Türklere karşı birleşme ihtiyacı duydular. Haçlı Seferlerinin başarısızlıkla sonuçlanması ve ekonomik çıkarların tehlikeye düşmesi, bazı Avrupa devletlerinin politikalarını değiştirmesine neden olmuştur. Örneğin, Fatih döneminde elde ettikleri ekonomik çıkarlar nedeniyle ilk defa Venedikliler açıkça olmasa da Haçlı ittifakından kaçınmışlardır. Aynı durum Kanuni döneminde Fransızlarda da görülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu, dış politikasını bütünlüğünü ve düzenini bozabilecek faaliyetleri engelleme esası üzerine kurmuştur. Bu nedenle Avrupalı devletler arasında birliğin kurulmasını engellemeye önem vermiştir. Ayrıca, ülkenin doğu sınırlarında sorun olduğunda batılı devletlerle, batı sınırlarında sorunlar yaşandığında doğudaki devletlerle barış yapma politikasını takip etmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu askeri, ticari ve diplomatik yollarla Avrupa devletleri arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Örneğin; Fatih döneminde Venediklilere, Kanuni döneminde Fransızlara kapitülasyonlar vererek Haçlı ittifakından koparılmaya çalışılmıştır.
Akdeniz’de Üstünlük Sağlanması
II.Bayezid ve Yavuz Selim dönemlerinde Avrupa donanmalarıyla başabaş mücadele eden Osmanlı donanması, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupalılara karşı üstünlük sağlamıştır. 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Akdeniz’e tamamen hakim olmak için çaba göstermiştir. Çünkü, Doğu Akdeniz’deki önemli adaların bir kısmı hala Venedik ve Cenevizlilerin elinde bulunuyordu. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu;
- Doğu Akdeniz’deki ticaret yollarının güvenliğini sağlamak
- Sahillerini saldırılara ve yağmalara karşı korumak
- Haçlıların deniz saldırılarına engel olmak
- Avrupalı devletlerin donanmalarının yolcu ve ticaret gemilerine saldırılarını önlemek
gibi amaçlarla Akdeniz’de üstünlük kurma faaliyetlerine önem vermiştir.
Preveze Deniz Zaferi
Barbaros, Kaptan-ı Deryalığa getirildikten sonra Ege Denizi’nde Venediklilerin hakimiyeti altındaki adaları ele geçirdi. Adriyatik Denizi’ndeki bazı adaları alan Barbaros, Korfu adasını kuşatarak Akdeniz’de Türk üstünlüğünü sağladı. Bu gelişme üzerine Şarlken ve Papa’nın gayretleriyle bir Haçlı donanması kuruldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasının amacı, Türklerin Akdeniz’deki üstünlüğüne son vermekti.
Osmanlı donanmasıyla Haçlı donanması Preveze Körfezi’nde karşılaştılar. Yapılan deniz savaşını Osmanlı donanması kazandı (1538). Preveze Deniz Savaşı’nın sonucunda; Akdeniz egemenliği bütünüyle Osmanlıların eline geçmiş ve Akdeniz Türk gölü haline gelmiştir.
Kıbrıs’ın Fethi
Kıbrıs, Osmanlı kıyılarına çok yakın, jeopolitik önemi fazla bir ada idi. II.Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu;
- Akdeniz ticaretinin ve Anadolu sahillerinin güvenliğini sağlamak
- Kıbrıs’ta üslenen Hristiyan şövalyelerin ticaret gemilerine saldırılarını engelleyerek Akdeniz hakimiyetini pekiştirmek
- Venedikleri Kıbrıs için ödedikleri vergileri kestiklerinden dolayı cezalandırmak
gibi amaçlarla adanın alınmasına karar verdi. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa yeni bir Haçlı Seferinden çekindiği için Kıbrıs kuşatmasına karşı çıkmışsa da padişah II.Selim adanın fethini emretmiş ve Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı donanması Kıbrıs’ı fethetmiştir (1571). Kıbrıs’ın fethinden sonra;
- Venedikliler Doğu Akdeniz’den çıkarılmış ve burası tamamen Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir.
- Anadolu sahilleri ile Mısır ve Suriye deniz yollarının güvenliği sağlanmıştır.
- Konya ve çevresindeki illerden Türk aileler Kıbrıs’a yerleştirilmiştir.
Kıbrıs’ın fethi Avrupalıları harekete geçirmiş, Papa’nın kışkırtmaları sonucunda İspanya, Malta, Venedik, Ceneviz ve diğer İtalyan devletleri birleşerek bir Haçlı donanması kurmuşlardır. Haçlı donanması İnabahtı Körfezi’nde Osmanlı donanmasını yakmıştır (1571). Osmanlı donanmasının İnebahtı’da yanması, Akdeniz’de Osmanlı hakimiyetinin sarsılmasına neden olmuştur. 1572 yılında yeni donanmanın Akdeniz’e açılması üzerine Venedikliler Osmanlı İmparatorluğu’ndan barış istemişler ve Kıbrıs’ın Osmanlılara ait olduğunu kabullenmişlerdir.
Hint Okyanusu’nda Üstünlük Sağlama Mücadeleleri
Hindistan’daki Müslüman devletlerin yardım istemesi üzerine Kanuni döneminde;
- Hint deniz ticaret yolunu açmak ve denetimini ele geçirmek
- Portekizlileri Hint Okyanusu’ndan atmak
- Müslüman devletlere ve tüccarlara yardım etmek
gibi amaçlarla Hindistan’a dört defa deniz seferi yapılmıştır. Seferler genellikle Osmanlıların başarısızlıklarıyla sonuçlanmıştır. Hint deniz seferinin başarısızlıkla sonuçlanmasında;
- Portekizlilerin Hindistan bölgesinin ekonomik değerini kavramaları ve savaşlara iyi hazırlanmaları
- Hindistan’daki Müslüman devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na gerekli yardımı yapmamaları
- Osmanlı gemilerinin okyanus koşullarına uygun olmaması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Hint deniz seferlerinin sonucunda;
- Yemen, Eritre, Sudan sahilleri ve Habeşistan’ın bir bölümü Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. - Kızıldeniz ve Basra Körfezi Osmanlıların denetimi altına alınmış, Arabistan Yarımadası tamamen Osmanlı egemenliğine girmiştir.
- Portekiz’in Hindistan’daki faaliyetleri engellenememiştir.
Sokullu’nun Kanal Projeleri
Don – Volga Kanalını Açma Girişimi
16. yüzyılın sonlarında,
- Rusların Orta Asya ile Osmanlı ticaretini kendi kontrolleri altına almaları
- Rusların Türk ticaret kervanlarına ve hac kafilelerine saldırmaları
- Orta Asya’daki Türklerin Ruslara karşı Osmanlı İmparatorluğu’ndan yardım istemeleri
Don – Volga kanal projesini gündeme getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, Don – Volga kanalını açmakla;
- Rusların güneye yayılmasını, güçlenmesini ve Türk hanlıklarına verdiği zararın önlenmesini
- Karadeniz’den çıkılacak donanmayı Hazar Denizi’ne geçirerek İran’ı kıskaç altında tutmayı
- İpek Yolu’nun canlanmasını sağlamayı
- Orta Asya’daki Türklerle iyi ilişkiler kurmayı ve gerektiğinde yardım yapmayı
- Kafkasya’nın bütününe hakim olmayı
amaçlamıştır.
1569 yılında kanal açma çalışmaları başlamıştır. Ancak, Kırım Hanı’nın projeye soğuk bakması, kanalın açılmasıyla görevlendirilen Kasım Bey’in yetersiz kalması ve kış mevsiminin gelmesi gibi nedenlerden dolayı Don – Volga nehirleri arasında kanal açılamamıştır.
Süveyş Kanalı Projesi
Osmanlı Devleti Süveyş kanalı projesiyle,
- Hindistan kıyılarını Portekizlilerin baskısından kurtarmayı
- Akdeniz ticaretini canlandırmayı
- Güney Asya’daki Müslümanları Avrupalılara karşı korumayı
amaçlamıştır. Ancak bu proje gerçekleşmemiştir.

TÜRKİYE SELÇUKLULARINDA KÜLTÜR VE UYGARLIK

1. Devlet Yönetimi

Türkiye Selçuklularında devlet teşkilatı, Büyük Selçuklular örnek alınarak düzenlenmiştir. Devletin başında Selçuklu ailesinden bir sultan bulunuyordu. Sultanlar 1092 yılına kadar Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı kalmış, 1092’de Melikşah’ın ölümünden sonra bağımsız hareket etmişlerdir. Türk devlet geleneğine göre Anadolu Selçuklularında ülke, ailenin ortak malı kabul edilmiş ve şehzadeler vilayetlere yönetici olarak gönderilmiştir.
Türk devletlerindeki bu uygulama; sık sık taht kavgalarının çıkmasına, fetihlerin durmasına, Türk devletlerinin zayıflamasına, parçalanmasına ve kısa sürede yıkılmasına neden olmuştur. Türkiye Selçukluları, meliklere para bastırma, savaş açma ve siyasi görüşme yapma yetkilerini vermeyerek, merkeziyetçi bir idare kurma konusunda kısmen başarılı olmuşlardır.
Türkiye Selçuklu sultanları, çocuklarını “Melik” unvanıyla vilayetlere yönetici olarak gönderirlerdi. Meliklerin yanlarına atabey adı verilen kişiler gönderilirdi. Atabeyler meliklerin yetişmesine, yönetim ve askerlik alanında tecrübe kazanmasına ve vilayetlerde işlerinin yürütülmesine yardım ederlerdi.
Türkiye Selçuklularında devlet işleri, Divan’da görüşülür ve karara bağlanırdı. Divan’a sultan veya vezir başkanlık yapardı.
2. Toprak Yönetimi
Selçuklularda toprak yönetimi askeri ve idari kurumların en önemlilerindendi. Anadolu Selçuklularında toprağın mülkiyeti devlete aitti. Anadolu Selçuklularında devlete ait topraklar dört bölüme ayrılmıştır:
Bunlardan has araziler; mülkiyeti ve vergi gelirleri hükümdara ait olan topraklardır. Mülk araziler; devlet topraklarından başarılı olanlara ve devlete hizmetleri görülen kişilere verilen topraklardır. İkta arazileri; ordu mensuplarına ve memurlara hizmet veya maaş karşılığında verilen topraklardır. Kanunlara aykırı davrananlardan, toprağı sebepsiz olarak 3 yıl boş bırakanlardan ve görevden azledilen kişilerden ikta geri alınırdı. Vakıf araziler; miri ve mülk arazilerden eğitim – öğretim, sağlık, konaklama gibi sosyal hizmetlerin görülmesi ve muhtaçlara yardım edilmesi gibi alanlara ayrılan topraklara denir.
Türkiye Selçukluları ikta sistemini uygulayarak konar – göçer Türkmenleri yerleşik hayata geçirmiş, devletin gelirlerini ve üretimi artırmış, vergi gelirleriyle güçlü bir ordu kurmayı başarmıştır.
3. Sosyal Hayat
Malazgirt zaferinden sonra, Orta Asya’dan gelen konar – göçerler Anadolu’ya yerleştirilerek burada Rum ve Hristiyanlara karşı nüfus üstünlüğü sağlanmıştır. Türkler Anadolu’da yaşayan Hristiyan unsurlarla birlikte (Rumlar, Ermeniler, Süryaniler) yaşamlarını sürdürmüştür. Selçuklu sultanları Hristiyan ahaliye adaletli ve hoşgörülü davranarak onların Selçuklu idaresini benimsemelerini sağlamışlardır.
Bizans, Haçlılar ve Moğollarla yapılan savaşlar Anadolu’da üretimi azaltmış, mali durumu sarsmıştır. Bu nedenle Selçuklular, fethedilen yerlere yerleştirdiği halka geniş topraklar, evler, tarım araçları, tohumluk vermiş ve bir süre vergi almamıştır. Bu durum göçebe Türkmenlerin yerleşik hayata geçmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Hristiyan ahaliye de bu tür olanaklar sağlanarak üretimin artırılmasına çalışılmıştır.
4. Ekonomik Hayat
Tarım ve Hayvancılık
Köylüler ve yarı göçebe halk tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştır. Şehir halkının bir kısmı meyvecilik ve bağcılıkla uğraşmıştır. Anadolu Selçuklu sultanları ve beyler, köylüleri topraklarda tutabilmek amacıyla belirli zamanlarda vergi affı veya vergilerin hafifletilmesi gibi tedbirler almışlardır.
Sanayi ve Madencilik
Anadolu’daki sanayi faaliyetleriyle, tarım ve hayvan ürünleri işlenmiş, ticari faaliyetler desteklenmiştir. Halkın kullandığı ev eşyalarının tamamı yurt içinden karşılanmıştır. Türkiye Selçuklularında sanayi, büyük ölçüde Ahiler tarafından teşkilatlandırılmıştır. Anadolu’da her türlü dokumacılık, çinicilik, savaş sanayii, madencilik, temizlik ürünleri, demircilik, bakır işçiliği ve aydınlatma (yağ) maddelerinin üretimi en gelişmiş sanayi kollarıydı. Selçuklu sanayisinin ihtiyacı olan madenlerin çoğu Anadolu’dan temin edilmiştir.
Ticaret
Anadolu konumu itibariyle Selçuklular döneminde ticaret yollarının kesiştiği bir bölgeydi. Türkiye’nin bu önemini kavrayan Selçuklu sultanları ticareti bir devlet politikası haline getirmişlerdir. Haçlı Seferlerinden sonra Türkiye’de ticaret hızla gelişmiştir. Anadolu’da ticaretin gelişmesi için Türkiye Selçukluları döneminde şu tedbirler alınmıştır:
- Ticarette kullanılmak üzere yollar yapılmış ve bu yollarda güvenlik sağlanmıştır.
- Ticaret yolları üzerinde tüccarların konaklaması ve ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kervansaraylar yapılmıştır.
- Tüccarların korsan, eşkıya ve tabii afetlerden dolayı uğrayacağı zararları karşılamak üzere bir çeşit devlet sigortası yapılmıştır.
- Büyük ticaret merkezlerinde hanlar ve kapalı çarşılar yapılmıştır.
- Ticareti geliştirmek amacıyla Akdeniz ve Karadeniz’de fetihler yapılmıştır (Antalya, Alanya, Sinop, Suğdak).
- Kıbrıs Krallığı ve Latin (İtalyan) Cumhuriyetleriyle ticaret anlaşmaları yapılmıştır.
- Gümrük vergileri hafifletilmiştir.
- Ticari önemi olan merkezlere Türk ve Müslüman tüccarlar yerleştirilmiştir.
Moğol istilasından (1243) sonra Anadolu’da can ve mal güvenliği bozulmuş, buna paralel olarak ticaret faaliyetleri zayıflamıştır. Ancak Sivas, Kayseri ve Konya gibi büyük merkezler ticari önemini devam ettirmiştir. Orta Anadolu’da yoğunlaşan ticaret faaliyetleri Marmara Bölgesi’ne taşınmış, kervan ticareti eski önemini kaybetmiştir. Ticaret faaliyetlerinin Batı Anadolu’ya taşınmasında, Anadolu’nun batısında kurulan beyliklerin de etkisi olmuştur.
Ahilik Teşkilatı
Ahilik, Türkiye Selçuklu Devleti döneminde (13. yüzyılda) ortaya çıkmış, esnaf ve zanaatkarların ticari hayatını şekillendiren sosyal bir teşkilattır. Ahilik teşkilatı;
- Esnaflar arasında dayanışmayı sağlamıştır.
- Mesleki eğitim sonucunda çırak, kalfa ve usta yetiştirerek bunlara diploma vermiştir.
- Üyelerinin dini, ahlaki ve diğer alanlardaki bilgilerinin artırılmasını sağlamıştır.
- Üretim kalitesinin artırılmasına çalışmış ve fiyatları ayarlamıştır.
- Moğol istilasından sonra Anadolu’da huzur ve güvenliği sağlamaya çalışmıştır.
Ahilik teşkilatına gayrimüslim esnaf ve tüccarlar alınmamıştır. Bu uygulama ile ticaret ve sanayi hayatına Müslüman Türklerin hakim olması sağlanmıştır.
5. Bilim
Türkiye Selçuklu sultanları, bilim ve sanat faaliyetlerine önem vermişler, bilim adamları ve sanatkarları korumuşlardır. Konya, Sivas, Kayseri, Erzurum, Tokat, Amasya ve Mardin gibi kentlerde kurulan medreseler, bilim ve fikir hayatının gelişmesini sağlamıştır. Medreselerde hem dini bilimler hem de pozitif bilimler okutulmuştur.
Anadolu’da bilim ve fikir hayatı en çok I.Alaeddin Keykubat döneminde gelişmiştir. Moğol istilasından dolayı İran, Türkistan ve Harizm gibi ülkelerden çok sayıda bilim adamı Anadolu’ya gelmiş, Selçuklu sultanları tarafından himaye edilen bu kişiler Anadolu’da fikir hayatının canlanmasını ve yükselmesini sağlamışlardır.
Asya’dan Anadolu’ya gelen bilgin ve sanatçılar Selçuklu sultanlarından ve devlet adamlarından büyük saygı ve hürmet görmüşlerdir. I.Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine Mevlana’nın ailesiyle Konya’ya yerleşmesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir.
Beylikler döneminde Anadolu’da medreseler o kadar yaygınlaşmıştır ki birçok köyde bile medrese açılmıştır. Bu durum bilim ve kültür seviyesinin yükselmesine ortam hazırlamıştır.
6. Dil ve Edebiyat
Türkiye Selçuklularında bilim dili Arapça, edebiyat ve devlet dili Farsça idi. Saray dahil halk yaygın olarak Türkçe konuşuyordu. Selçuklu sultanları ve aydınları Fars edebiyatına önem vermişler, bu durum Türkçe’nin gelişmesini yavaşlatmıştır.
Farsça’nın Türkiye Selçuklularında edebiyat ve devlet dili olmasında; İslamiyet’in Türklere İran yoluyla geçmesi, Büyük Selçuklularda Farsça’nın her alanda kullanılması, Moğol istilasından sonra İran’dan bilim adamı ve edebiyatçıların Anadolu’ya göç etmesi, Farsça’nın işlenmesi bir dil olması ve Türklerin İranlılarla sıkı ilişki içerisinde bulunmaları gibi nedenler etkili olmuştur.
Anadolu’da beylikler döneminde Türkçe gelişmiştir. Bu konuda Karamanoğulları diğer beyliklere öncülük etmiştir. Türk beyleri Arapça ve Farsça’yı yeterince bilmediği için şairler eserlerini Türkçe sunmuşlardır. Bu durum 14. yüzyılda Türkçe’nin edebiyat ve şiir dili olmasını sağlamıştır. Dolayısıyla Türkçe’nin gelişmesi sağlanmıştır.
7. Anadolu’da Tarikatlar
Türkiye Selçukluları, Türkmenlerin fetih duygularıyla İslamiyet’in gaza inancını birleştiren bir devlet olmuştur. Bu durum Anadolu’da fetih hareketleri kahramanlık ve İslamiyet’i yayma ve Türkleri bölgeye yerleştirme amacına yönelik olarak yürütülmüştür.
Büyük Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’ya gelmeye başlayan alperenler, tarikatlar kurarak hem İslamiyet’i, hem de Türk kültür ve yaşamını bölgede yaymaya çalışmışlardır. Moğol istilasından sonra baskılara maruz kalan halk ümitsizliğe ve yılgınlığa düşmüştür. Bu dönemde halk içinde bulunduğu durumdan kurtulmak amacıyla bir sığınak aramış ve tarikatlara yöneliş artmıştır.
Anadolu’da tasavvuf hareketlerine Mevlana, Hacı Bektaşı Veli, Muhyiddin Arabi, Yunus Emre gibi tanınmış fikir adamları öncülük etmiştir. Selçuklular ve beylikler döneminde Anadolu’da faaliyet gösteren belli başlı tarikatlar şöyle sıralanabilir:
Yesevilik
Ahmet Yesevi, Türkistan’da doğmuş, Türk tasavvuf şairi ve tarikat lideridir. Ahmet Yesevi’nin kurduğu tarikat, İslam inancı ile Türk gelenek, görenek, inanç ve yaşam tarzlarının geçirdiği zaman süreci içinde dervişlerin etkinliği ile hazırlanmış bir ortamda doğmuştur. Ahmet Yesevi, İslamiyet’i Türkçe olarak öğretmeye çalışmıştır. Anadolu’da çok sayıda taraftarı bulunan tarikat üyeleri sınırlardaki fetih hareketlerine katılmışlardır.
Babailik
Baba İlyas tarafından kurulan tarikat, Amasya, Tokat ve Malatya çevresinde yayılmıştır. 13. yüzyılda devletin; vergileri ağırlaştırması, göçebe Türkmenlerin sorunlarına ilgisiz kalması devlete güvenin sarsılmasına yol açmıştı. Bu gelişmelerin yaşandığı dönemde Babai tarikatının lideri Baba İshak’ı kurtarıcı olarak gören Türkmenler onun etrafında toplandılar. Güçlenen Baba İshak Anadolu’da ilk defa dini ve siyasi nitelikli ayaklanmayı çıkarmış ve isyan güçlükle bastırılabilmiştir. Bu durum Moğolların Anadolu’ya saldırmasını hızlandırmıştır.
Bektaşilik
Hacı Bektaş Veli, Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş, akılcılığı ve hoşgörüyü benimsemiş bir Türk mutasavvıfıdır. Bu tasavvuf inancını benimseyen tarikat üyeleri, Türkmen yaşantısına uygun olarak sınır bölgelerindeki askeri faaliyetlerde de bulunmuşlardır. Bu durum askerler arasında tarikatın yayılmasını sağlamıştır.
14. yüzyıldan itibaren yaygınlaşan Bektaşilik, Türkmen babaları ve abdallarını bünyesine almış ve Yeniçeri Ocağı’nın resmi tarikatı olmuştur. Bektaşilik tarikatı Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük bir rol oynamıştır.
Ekberilik
Muhyiddin Arabi, Anadolu Selçukluları Dönemi’nde Anadolu’ya gelmiş ve Konya’ya yerleşmiştir. Yazdığı pek çok kitaplarla İslam dünyasında ün kazanmıştır. Anadolu’da tasavvufun gelişmesinde büyük rolü olmuştur. Muhyiddin Arabi, Vahdet-i vücut görüşünü benimsemiştir.
Muhyiddin Arabi’ye göre tasavvuf inancında gerçek varlık tektir ve O da Allah’tır (Vahdet-i vücut).
Muhyiddin Arabi’nin öğrencisi olan Sadrettin Konevi Muhyiddin Arabi’nin fikirlerinin anlaşılması ve yayılması için Ekberilik adında bir tarikat kurmuştur.
Mevlevilik
Mevlana Celaleddin Rumi (1027 – 1273) Belh’te doğmuştur. 1228 yılında babası ile beraber Konya’ya gelip yerleşmiştir. Konya’da bulunan yüksek dereceli medreselerde müderrislik yapmıştır. O dönemde Anadolu’ya “Diyar-ı Rum” denildiğinden, kendisine de Anadolulu anlamında Rumi denilmiştir. Eserlerini Farsça yazdığından dolayı genelde yüksek tabakadaki insanlara hitap etmiştir. En büyük eseri Mesnevi’dir. Mevlevi tarikatının asıl kurucusu Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’dir. Mevlevilerin Türk kültürüne pek çok hizmetleri olmuştur. Çok sayıda bilgin, şair, müzisyen ve devlet adamı bu tarikat içinde yetişmiştir.
UYARI: Anadolu’da bu tarikatlardan başka Nakşibendilik, Kadirilik, Rufailik, Kübrevilik gibi birçok tarikat faaliyet göstermiştir.
8. Sanat
Anadolu Selçukluları ve beylikler döneminde Anadolu’da benzeri görülmemiş sanatsal canlılık yaşanmıştır. Türkiye Selçukluları ve beylikler uzun süre ihmale uğrayan Anadolu’yu imar ederek bayındır hale getirmişlerdir. Türkiye’deki sanatsal faaliyetlerin temeli daha öncesi Türk – İslam devletlerinin sanat eserlerine benzemektedir. Eski gelişmelerden de yararlanan Türkiye Selçukluları Türk sanatını geliştirmişlerdir.
Beylikler döneminde hakimiyetin beyler arasında paylaşılması, Türk sanatını olumlu yönde etkilemiştir. Anadolu’nun farklı yerlerinde kurulan beylikler, bulundukları yerleri imar ederek mimari eserlerle donatmışlardır. Selçuklular ve beylikler döneminden kalan mimari eserlere kısaca değineceğiz.
Camiler
Anadolu’da Türklerin ilk mimari eserleri camilerdir. Bu camiler genellikle çok sütunludur. Önemli camilere, Konya ve Niğde’deki Alaeddin Camileri, Sivas ve Malatya’daki Ulu Camiler, Saltuklular Dönemi’nden kalan Ulu Camii, Mengüceklerden Divriği Ulu Camii, Kayseri Ulu Camii, Artuklulardan Mardin’de kalan Ulu Camii örnek olarak gösterilebilir. Camilerde taş ve tuğla kullanılmıştır. Ayrıca ağaç direkler üzerine yapılmış ahşap camilere rastlanmıştır.
Mescitler
Mescit minberi olmayan küçük camilerdir. Tek kubbeli Selçuklu mescitleri yanında düz çatılı mescitler de vardır. Mescitlere Konya’daki Küçük Karatay, Taş ve Sırçalı Mescitler, Harput’ta Alaca Mescit, Çankırı’da Taş Mescit örnek olarak gösterilebilir.
Medreseler
Türk – İslam devletlerinde medreseler bilim ve düşünce hayatının merkezi olmuştur. Anadolu’da şehirlerin gelişmesine paralel olarak medrese sayısı da artmıştır. Türkler adına ilk medrese, Danişmentoğulları tarafından Tokat ve Niksar’da yaptırılan Yağıbasan Medreseleridir.
Günümüze kadar ulaşan Selçuklu medreseleri şunlardır: Sırçalı Medrese, Amasya Gök Medrese, Konya’da Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Sivas’ta Gök Medrese, Şifaiye, Buruciye, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Kayseri’de Hunat Hatun Medresesi, Kırşehir’de Caca Bey Medresesi.
Ayrıca Selçuklu eserlerini Anadolu’ya yayan beylikler döneminden Eğirdir Dündar Bey Medresesi, Niğde Ak Medrese, Karaman’da Hatuniye ve Kastamonu Köşk Medreseleri kalmıştır.
Türbeler ve Kümbetler
Dört duvarının üzeri kubbe ile örtülü yapılara türbe, silindirik, çokgen gövdeli, konik veya piramit çatılı olanlara kümbet denir. Temeli Türkmen çadırına dayanan kümbetlerin Anadolu’da değişik tarzda örneklerine rastlanmaktadır.
12. ve 13. yüzyıllarda Danişmentli, Mengücekli, Saltuklu, Artuklu ve Anadolu Selçuklu hakimiyet alanlarında görülen en önemli türbe ve kümbetler şunlardır:
Divriği’deki Sitte Melik, Erzurum’daki Emir Saltuk, Kayseri’deki Melik Danişment Gazi, Erzincan Tercan’daki Mama Hatun kümbetleri sayılabilir. Bunların dışında Konya’da II.Kılıç Arslan Kümbeti, Kayseri’de Döner Kümbet, Kırşehir’de Caca Bey Kümbeti, Ahlat’ta Ulu Kümbet, Niğde’de Hüdavend Hatun Kümbeti, Anadolu Selçukluları dönemine ait kümbetler sayılabilir.
Külliyeler
Külliye, camiyle birlikte kurulan medrese, kütüphane, imaret, hastahane ve hamam gibi yapıların bütünüdür. İlk Selçuklu külliyesi Kayseri’deki Hunat Hatun Külliyesi’dir. Külliye, cami, medrese, kümbet ve hamamdan ibarettir. Malzeme olarak taşın kullanıldığı bu külliye, Alaeddin Keykubat’ın eşi Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır. Selçuklulara ait bir başka külliye ise, Kayseri’deki Hacı Kılıç Külliyesi’dir. Bu külliye, cami ve medreseden oluşmuştur. Anadolu’nun en eski külliyesi olan Divriği Külliyesi Mengücekliler tarafından yaptırılmıştır. Bu eser cami, darüşşifa ve türbeden oluşmaktadır. Yine Anadolu Selçuklularına ait Konya’da Sahip Ata külliyesi cami, dergah ve hamamdan meydana gelmiştir.
Tekke ve Zaviyeler
Tekke ve zaviyeler de dini mimari ile ilgili eserler arasında yer almaktadır. 13. yüzyıla ait önemli dini yapılar arasında, Konya’da Sırçalı Sultan Miskinler Tekkesi, Sahip Ata Hankahı ile Tokat’ta Sümbül Baba ve Hilavet Gazi zaviyeleri bulunmaktadır.
Köşkler ve Saraylar
Anadolu Selçukluları ve beylikler dönemine ait köşk ve saraylardan pek çoğu günümüze kadar gelememişlerdir. I.Alaeddin Keykubat’ın Kayseri yakınındaki Kubadiye ve Beyşehir Gölü’nün güney batı kıyısındaki Kubadabat adlı yazlık sarayları ile kışlık olan Alaiye Sarayı’nın sadece yazılı belgelerdeki tasvirleri günümüze kadar gelebilmiştir. Kayseri yakınında Haydar Bey Köşkü ve Hızır İlyas Köşkleri günümüze kadar gelebilen sivil mimari örneklerindendir.
Kervansaraylar
Anadolu Selçukluları, ticarette can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla işlek yollar üzerinde kervansaray zincirleri oluşturmuşlardır. Kervansarayların yapı tekniği ve gördüğü hizmet bakımından dünyada bir benzeri bulunmamaktadır. Kervansaraylarda ticaret kervanları misafir edilir ve üç gün boyunca ücretsiz yemek verilirdi. Kervansaraylarda her milletten ve dinden insanlar ağırlanırdı.
Anadolu’da ilk kervansaray II.Kılıç Arslan zamanında tamamlanan Aksaray – Kayseri yolu üzerindeki Alay Han’dır. Antalya – Isparta yolu üzerindeki Evdir Han, I.İzzettin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Konya – Aksaray yolu üzerindeki Sultan Hanı ile Kayseri – Sivas yolu üzerindeki Sultan Hanı dönemin en büyük iki kervansarayıdır. Bunlar dışında Alara Han, İncir ve Kırkgöz Hanları, Şarapsa Han, İshaklı Han, Hekim Han ve Ak Han diğer önemli hanlardır.
Darüşşifalar
Darüşşifalar günümüzün hastahaneleridir. Anadolu Selçukluları ve beylikler döneminde hemen hemen her şehirde hastahaneler kurulmuştur. Hasta, yetim ve fakirler için açılan darüşşifalar aynı zamanda tıp öğretiminin yapıldığı kurumlardı. Bu hastahaneler arasında en ünlüsü 1205 yılında yaptırılan Kayseri Gevher Nesibe Hatun darüşşifasıdır. Aksaray’da Alaeddin Keykubat, Divriği’de Turan Melek, Amasya’da Torumtay, Tokat’ta Muineddin Pervane dönemin meşhur hastahaneleridir.
Çini Sanatı
Türkistan’da gelişen çini sanatı Anadolu’da Selçuklularla beraber olgunlaşmaya başlamıştır. Mimaride yüzeyleri süslemek için kullanılan bir yüzü sırlı pişmiş toprak levhalara çini denir.
Moğol istilasının etkisiyle Anadolu’ya gelen Türkmenler arasında çok sayıda çini ustası bulunuyordu. Selçuklu çinileri, desenlerindeki ustalığı ve zenginliği ile dikkati çekmektedir. Bu süsleme sanatı, binaların iç ve dış yüzeylerinde başarıyla uygulandı. Kuş, balık figürleri, bitki desenleri ve yıldız geometrik motifler en çok kullanılan süsleme desenleriydi.
Selçuklular iç süslemede mükemmelliği çinicilikte yakalamışlardır. Konya Sırçalı Medrese ile Karatay Medresesi’nde çini sanatının en güzel örnekleri verilmiştir.
Yukarıda anlatılan sanatsal faaliyetlerin dışında Anadolu’da resim, minyatür, heykeltraşlık, hat, tezhip, dokumacılık, ağaç işlemeciliği gibi alanlarda da gelişmeler olmuştur. Malazgirt Savaşı ile başlayan yeni bir vatan kurma çabası, olağanüstü siyasi başarıların yanında kültür ve sanat alanlarında gerçekleştirilen büyük atılımlarla da desteklenmiştir. Anadolu Türk beylikleri, 13. ve 14. yüzyıllarda Selçuklu sanatını devralarak bu alanda Osmanlılara zengin bir miras bırakmışlardır.


YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...