hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2016 Pazartesi

KARDEŞ KISKANÇLIĞINA SON VEREN ÖNERİLER LİSTESİ

Siz ikinci çocuk için hazırsınız. Peki evin minik üyesi yeni bir bebeğe hazır mı? Kardeş kıskançlığını engellemek için size büyük görevler düşüyor. Önleminizi önceden alırsanız ailenin yeni üyesini huzur içinde karşılayabilirsiniz...

Yeni bebeğin doğacağının öğrenildiği andan itibaren çocukları kardeş olgusuna hazırlamak, kardeş kıskançlığını önlemenin en önemli adımı oluyor. Öncelikle, çocuğa kardeşinin doğacağı söylenmeli, bunun nasıl bir süreç olacağı anlatılmalı. Aile Terapisi Uzmanı Klinik Psikolog Nevin Işık, kardeş kıskançlığını önlemek için yapılması gerekenleri sıraladı.

1) İşe bütün süreci çocuğunuza anlatmakla başlayın. Bu süreç, çocuk 1-2 yaşlarında ise elinin anne karnına konması ve bebeğin orada büyüdüğünün, annenin karnının da zamanla büyüyeceğinin anlatılması ile başlatılmalı. Hatta bu süreçte çocuğun yaşına uygun olarak bebeğin anne karnında gelişim fotoğrafları da gösterilerek 9 aylık süreçlerinin nasıl olacağı anlatılabilir. Annenin eski hamilelik fotoğraflarını çocuğa göstermesi, onun da aynı süreçten geçtiğini anlamasına yardımcı olacaktır.

2) Hamilelik döneminde bebeğin isminin ve mobilyalarının seçilmesi, eşyalarının yerleştirilmesi, alışverişlerinin yapılması gibi süreçlere çocuğunuzu da dahil edin. Bir aile olunduğunun ve birliktelik mesajının çocuğa verilmesi bu süreçte büyük önem taşıyor. Çocuk etkilenmesin diye bebekle ilgili durumlardan çocuğun dışlanması, ayrımcılık hissine neden olabilir. Bir anda evde bebeğin odasını ve eşyalarını gören çocuk şaşıracak; bebeğin de evde bir yeri olduğunu ani bir şaşkınlıkla fark edecektir. Sürece dahil olan çocuk ise bebeğin evdeki konumunu ani bir şekilde fark etmeyecek, bir sonraki aşamaya sürekli hazırlandığı için hiçbir şey ona kötü birer sürpriz olmayacaktır. Özellikle çocuk ve yenidoğan aynı odayı paylaşacaksa, sürece dahil olmayan çocuk bir anda odasına, oyuncaklarına ortak olan bir canlının varlığından rahatsız olabilir.

3) Doğuma yaklaştıkça, doğumun nasıl olacağını soran çocuğa doğum basitçe anlatılmalı. Ayrıntıları ile anlatılan bir doğumda çocuk anneyi kaybetme ve bebeğin anneye zarar verebileceği kaygısını yaşayabilir. Doğumun bir kutlama şeklinde olacağı, bunun sevinçli bir olay olduğu, doğum şekerlerinin hazırlandığı ve misafirlerin olacağı çocuğa anlatılmalı. “3 kişi arasındaki sevginin artık 4 kişi arasında olacağı yani bu sevginin daha da büyüyeceği” çocuğa söylenmeli.

4) Ne kadar başarılı bir hazırlık dönemi geçirilmiş olursa olsun, “Kardeş istiyorum” diyerek anne-babasını bıktıran bir çocuk bile doğumdan sonra kıskançlık belirtileri gösterebiliyor. Yeni bireyin eve gelmesi ile evdeki bütün dengeler değişim gösterir, anne sürekli bebekle ilgilenmek zorunda kalır ve gelen misafirlerin hepsi de bebekle ilgilenirler. Bu durumda çocuğun kardeşine olan kıskançlık ve kızgınlık duygusu aslında çocuğun anne-baba ve çevresine olan kızgınlığı oluyor. Çocuk kendisinin de var olduğunu ispatlamaya çalışıp, anne babasının ilgisini çekmek için farklı davranış biçimleri sergilemeye başlayabilir. Anne-babanın “Seni kardeşinden daha çok seviyoruz” sözleri işe yaramaz, çünkü çocuk daha çok sevilmek değil sadece sevilmek ister. Bu sözler arada bir rekabet olduğunu çocuğa kanıtlar nitelikte olacaktır. Bebekle ilgilenmek zorunda olan annenin bu sözlerinin de kıymeti olmaz. Çocuğun sadece değerinden bir şey kaybetmediğini anlamaya ihtiyacı vardır.

5) Küçük ve bakıma muhtaç olduğu için kardeşinin aşırı ilgi gördüğünü gören çocukta ‘geriye dönme’ denilen biberonla süt içmek isteme, tuvaletini kaçırma, parmak emme gibi bazı davranışlarının geri dönmesi ile karşılaşılabilir. Bu durumda, çocuğun artık büyüdüğü, bunlara ihtiyacının olmadığı anlatılmalı, çok ısrar ederse biberon bir kereliğine verilmeli. Ancak çoğu durumda çocuklar biberonla içmekten rahatsız olabiliyor. Ayrıca bunun geçici bir durum olduğu unutulmamalı.

6) 5 yaşına kadar çocuklar karşısındakine zarar verdiklerini fark edemezler. Çocuk kardeşine zarar verici davranışlarda bulunursa bu durum gerçekten zarar verme değil, kızgınlık içeren bir inceleme davranışı olarak algılanmalı. Aile çocuğun kardeşine ne kadar zarar verici bir davranışta bulunduğunu, sonucunda neler olabileceğini çocuğa anlatmalı; zarar vermemesi gerektiğini kesin bir dille belirtmeli ve bu konuda taviz vermemeli. Ancak çocuk kardeşine zarar vermiyor dahi olsa, ikisini yalnız bırakmamak gerekiyor.

Formsante Dergisi Mayıs 2011 Sayısı - Bebek Eki

KARDEŞ KISKANÇLIĞINA ÇÖZÜM İÇİN YAPILABİLECEKLER

Kardeş kıskançlığı esasen bir iletişim çatışması olduğu için, en önemli nedenleri aile bireyleri arasındaki ilişkilerin sağlıksız veya tutarsız olmasında aranmalıdır; özellikle de anne babaların tutarsız tutumlarında:

- Anne babaların sık yaptıkları hatalardan bir tanesi kardeşler arasındaki ilişkilerde onlara rol vermektir. Büyük kardeşin "sen büyüksün" ifadesi ile küçüğe karşı sınırlanması, küçük olanın kollanması anlamına gelebilir. Aynı şekilde; küçük kardeşin de "sen küçüksün" ifadesi ile büyüğe karşı sınırlanması, büyük olanın kollanması anlamına gelebilir. Büyük kardeşi küçüğe sahip çıkmaya zorlamak, kardeşlerden birine, diğerini kışkırtabilecek ayrıcalıklar sunmak gibi hatalı tutumlar kardeşler arasında hınç duygusuna yol açabilir.

- Rekabetin olduğu ortamlarda, rekabeti körükleyen koşullar da akla gelmelidir. Anne babalar veya çocukların yakın çevresindeki başka bireyler, kardeşlerin birisine ait olumlu özellikleri; bilmeyerek veya bazen de olumsuz kardeşi terbiye etmek adına bilinçli olarak daha çok vurgularlar. Bu durumda bir kardeşin okul başarısı, sevimliliği, konuşkanlığı gibi özellikleri ön planda vurgulanırken, diğerinin zayıflıkları öne çıkar. Olumlu özellikleri öne çıkan kardeş, diğerinin öfkesini üzerine çeker.

- Anne babalar, bazen kendilerini kardeşlerin hepsine eşit davranmak zorunda hissederler. Aynı eşyalar veya oyuncaklar aynı anda bütün kardeşlere alınır veya birisi için alışveriş yapılırken diğeri de unutulmaz. Hatta aynı oda ve eşyalar paylaşılır. Kardeşler arasında kıskançlık olmasın diye takınılan bu tutum, tam tersine rekabeti daha da körükleyebilir. Bir an gelir; anne baba herhangi bir durumda eşit davranamayabilirler (gerekmeyebilir) ve eşitliğe alışmış kardeşlerin "aşık atmalarına" tanık olabilirler. Anne babalar bilmeliler ki, yaşları yakın, hatta ikiz bile olsalar; her bir çocuğun duygusal özellikleri, kişilik özellikleri, davranış örüntüleri farklıdır.

- Anne babalar, kardeşler arasındaki gündelik, olağan tartışmalara dayanamazlar ve çocukları arasında uzlaştırıcı role soyunurlar. Haklı haksızı ayırmaya çalışabilirler, kendi sıkıntıları nedeniyle çocuklarının tartışmalarına aşırı tepki verebilirler. Böylece; kendi haline bırakılsa kolayca sonlanabilecek bir kardeş tartışması, anne babanın hakemlik yapmaya çalışması yüzünden, kardeşlerden birinin haksız duruma düşmesine ve diğerine öfke duymasına yol açabilir.

- Kardeşlerden birisinin; hastalık tedavisi, sınav hazırlığı vs gibi herhangi bir nedenle ev içinde ayrıcalıklı konuma gelmesi, diğer kardeşte yalnız kalma ve ihmal edilme duygusu uyandırabilir, bu da kardeşler arasındaki ilişkiyi bozabilir

- Çocuğun, annesi ile duygusal bağının çok güçlü olduğu ilk yaşlarda yeni kardeş doğumu; küçük çocukta, annesinden mahrum kalma duygusu uyandıracaktır. Böyle bir durumda, eve gelen bebeğe zarar verici davranışlar sergileyebilir. Anneye daha çok sarılma, yemeğini anneye yedirme, üzerini annesine giydirme gibi bebeksi davranışlar gözlenebilir.

- Annesine aşırı bağımlı büyüyen, zihinsel, bedensel ve duygusal zayıflıkları olan çocuklar kardeşleri ile rekabete girmeye daha yatkındırlar.

Elbette ki hiçbir anne baba çocuklarının birbirlerine zarar verici kavgalara girmelerinden hoşlanmaz ancak ne yapmaları gerektiğini de kestiremezler. Kardeşlerin hemen her gün yaka paça olduğu durumlarda ise işleri daha da zordur.
..................................................................................................................................
Çocuklar arasında rekabet duygusu gelişmeden önce bazı temel önlemler alınabilir:

Bütün çocuklar, özellikle de tek çocuk olarak büyümüşlerse, annelerinin yeni bir bebek getirmesinden hoşnut olmazlar. Bebeği hemen benimsemelerini beklemek gerçekçi olmaz. Bunu biraz zamana yaymak; küçük bebek ile arasında duygusal bir bağ kurmasına öncülük etmek, hatta bebeğin uyku, yemek gibi bazı günlük rutinlerine (uygunsa) onu da katmak yararlıdır. Bebeğin bakımı anneye bahane olmamalı, büyük kardeşin bakımı ve sevgi gereksinimi ihmal edilmemelidir.

- Her çocuk ayrı bir kişiliktir. Yetenekleri, duyguları, mizaç özellikleri birbirlerinden farklıdır. Bir kardeşteki olumlu özelliklerin diğerlerinde de olması gerekmez. Olumlu veya olumsuz özelliklerini karşılaştırarak kardeşler arasında kıyaslama yapmak aralarında rekabeti körükler

- Kardeşlere her zaman ve her durumda eşit davranma kaygısı hem anne babayı çocukların karşısında tutuklaştırır, hem de çocukların, kendi aralarındaki farklılıkları kabullenmelerini güçleştirir.

- Annenin, çocuk bakımında yetersiz kaldığı durumlarda dışardan bakım yardımı alınmalıdır. Bu, babanın yardımı, bir akrabanın veya paralı bakıcıların yardımı vb şekillerde olabilir.

Birden fazla çocuğu olan ve kardeş kıskançlığının yoğun yaşandığı evlerde anne babalara düşen ise:

- Her bir kardeşe ayrı ve kaliteli geçirilen zamanlar ayırabilmek

- Kardeşlerin, aralarında çıkan anlaşmazlıkları kendi içlerinde (aile büyüklerini katmadan) çözmeyi öğrenmeler gerekir. Aile büyüklerinin karışmaları doğru olmaz.

- Aile büyükleri karıştığı sürece, her kavgada hakem rolüne soyunurlar, bu da tartışmayı daha da alevlendirmekten başka işe yaramaz.

- En doğrusu, dışardan müdahale etmeden; (sadece çocukları görme alanında tutarak), anlaşmazlığa bir çözüm getirmelerini söyleyip baş başa bırakmak

- Müdahale gereken durumlarda, kimin haklı olduğu üzerinde değil, birlikte bulacakları çözüm üzerinde durulmalıdır


Bazı durumlarda, kardeşler arasındaki kıskançlık duygusu yaşam kalitelerini bozmaya başlar, çünkü aile içinde çözülemez ve profesyonel yardım gerekebilir. Anne babalar, aşağıda özetlenen durumlarda bir çocuk psikiyatrdan tıbbi yardım almalıdırlar:

- Kardeşler arasındaki kıskançlığın, kardeşlerden ruhsal yönden örselenmelerine, fiziksel açıdan zarar görmelerine yol açarsa

- Ailede çok çocuklu olup da, anneye çocuk bakımında destek olan yok ise

- Kardeşler arasındaki kıskançlık; çocuklardan en az birinin anneye aşırı bağımlı olması nedeniyle ortaya çıkıyorsa

- Aile içinde kardeşlerden birini ayrıcalıklı duruma yükselten önemli bir hastalık tedavisi, anne baba çatışması, boşanma süreci vb gibi bütün aileyi ilgilendiren travmatik bir yaşantı var ise

- Büyük kardeşin, yenidoğan bebeğe olan tepkisi çok uzun sürmüş ve fiziksel zarar verme noktasına gelmişse (örn; birkaç aydan fazla)

Kardeş kıskançlığı, eğer zamanında önlem alınmaz ise yaşam boyu sürebilir, bu nedenler bütün kardeşlerin kendi aralarında sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğrenmeleri gerekir.

Çocuk psikiyatride kardeş kıskançlığının kendisi tedavi edilmez. Tedavideki amaç; yukarda sayılan nedenleri yok etmek, kardeşlerin ve ailenin gördüğü zararları onarma ve aile içinde sağlıklı iletişimi sağlamaktır.

- Anne babadan kaynaklanan tutarsızlıklar ve tutum hataları mutlaka düzeltilmelidir, çünkü tutarsızlıklar ve etkileri yaşam boyu sürebilir

- Kardeş kıskançlığı kardeşlerden birinin anneye aşırı duygusal bağımlılığına bağlı ise, bağımlı çocuğun bireyselleşmesi desteklenmelidir

- Kardeşler arası problemler, bir kardeşin ihmaline bağlı ise anne babalar ile çocuklar arasında düzenli ve kaliteli birliktelik sağlanmalıdır

- Kardeş kıskançlığına bağlı yatak ıslatma, bağlanma bozuklukları, depresif belirtiler vb daha şiddetli problemler başlamışsa, bu sorunların tedavisi ayrıca yapılmalıdır.

- Kardeşler arasında yaşanan sıkıntı anne veya babanın ruhsal durumundaki problemlerle ilişkili ise anne babaların da mutlaka psikiyatrik yardım almaları gerekir.

Uzm. Dr. Ahmet Çevikaslan

KARDEŞ KISKANÇLIĞI

Kıskançlık, kardeşler arasında varolması beklenen, doğal bir duygudur. İlk çocuğun gelen kardeşine yönelik yoğun kıskançlık duyguları ortaya çıktıkça bu duygu anne babalar tarafından zor kabul edilir ve baş edilebilmesi oldukça güç hale gelebilir.

Anne babalar çocuklarından “kardeş istiyorum” cümleleri duyduklarında her şeyin yolunda gideceğini düşünürler. Kardeşini hiç kıskanmayacak ve gelişini büyük bir mutlulukla karşılayacaktır. İşler çoğu zaman böyle olmaz. Çünkü genellikle çocuğun istediği kardeş, birlikte oyun oynayabileceği ve birlikte bir şeyler paylaşabileceği biridir. Bebeklikten çocukluğa geçişin ne kadar emek ve süre istediğini tahmin edemiyordur. Oysa gelen kardeş henüz bir bebektir ve onunla hemen oyun oynamaya başlaması mümkün değildir. Aynı zamanda gelen bebeğin fiziksel bakımı ve ihtiyaçları nedeniyle annenin böylesine yoğun zamanını alacağını ve kendisini ikinci planda kalmış hissedeceğine yönelik bir öngörüsü yoktur. O kendisine belki de sadece bir oyun arkadaşı aramaktadır.

Etrafındakilere kardeş istediğini sıklıkla tekrarlayan ancak kardeşi dünyaya geldikten sonra yoğun kıskançlık duyguları içinde kalan ve hatta gelen bebeğin yeniden iade edilmesini isteyen çocuklarla karşılaşırız. Annesinin kucağı o zamana kadar kendisine ait iken artık annesinin kucağında bir başka bebek vardır. Bir şekilde tahtını kaybetmiştir. Taht artık kardeşine verilmiştir. Tüm bu hissedişler ve deneyimler çocuğun kardeşine yönelik kıskançlık duyguları hissetmesine yol açar. Buradaki zorluk çocuğun kıskançlık yaşamasından çok, anne babanın kıskançlık duygusuna tahammül edememesinde, kıskançlığı olmaması gereken ve hemen ortadan kalkması gereken olumsuz bir duygu olarak tanımlamasında yatar.
Kıskançlık dinamik ve doğal bir duygudur. Çocuğun ileriye doğru yol almasını sağlar. Çocuk yerini ve konumunu kaybetmiştir ve yeni bir rakip gelmiştir. Bu durum kendisine farklı bir mücadele alanı açmıştır. Kıskançlığın ortaya çıkışı da çok doğaldır.

Kardeş ilişkisi içinde kıskançlığın doğal olandan uzaklaşıp arttığı, alevlendiği iki nokta vardır;

·     Çocukların ihtiyaçlarının iyi ve doğru karşılanmaması. İhtiyacı yeterince karşılanamayan çocuk bu durumun tek kaynağının kardeşi olduğuna inanır. Kardeşine verilen bakım, ilgi ve sevginin kendisine bunların verilmesini engellediğini düşünür.
 
·     Anne babanın kıskançlık duygusunu kabul edememesi ve bu duyguya katlanamaması. Anne babaların kıskançlığı kabul edemeyişi ve  çocuğun kardeşini sevmiyor oluşu olarak değerlendirmesi çocuklarda suçluluk duygusu uyandırırlar. “Kardeşini sevmediğin için utanmıyor musun? Kardeşin olduğu için mutlu olmalısın.” Bunlar gerçekten yıkıcı cümlelerdir.

Kıskançlığın ifadesi her çocuk için farklıdır; Kardeşine yönelik bir savaş başlatabilir, onu reddebilir, ona verilen bakıma talip olup bebeksi davranabilir…

·     “Anne bak ne pis, altına yapıyor…. Hiç söz dinlemiyor, hep ağlıyor… Seni hiç uyutmuyor…” şeklinde konuşmalarla kardeşinin eksiklerini ortaya koyar, asıl sevilmesi gereken kişinin kendileri olduğuna inandırmaya çalışırlar.
 
·     Bazı çocuklar kardeşlerine hoyratça bir sevgi gösterip canını acıtabilirler ya da tamamen reddedip uzak durarak o yokmuş gibi davranarak da kabullenmeyişini gösterebilirler.
 
·     Bazı zamanlarsa gerileme davranışı göstererek nasıl ki kardeşi altını ıslatıyorsa o da alt ıslatmaya başlayabilir, bardağı bırakıp biberona geri dönebilir. Kısacası ge­rileyerek, küçülmüştür. “Ben de küçüğüm. Bana da kardeşime davrandığınız gibi davranın.” demektedir.

Aslında kardeş sahibi olmak güzeldir. Kıskançlıklar yaşansa da, kardeşler arasındaki sevginin yeri çok özeldir. Kardeşler arasındaki güzelliklerin yaşanabilmesi için gerekli ortamı hazırlayacak olan ise anne babalardır. Yapılabilecekler şöyle sıralanabilir:

·     Her çocuk farklı boyutlarda da olsa kardeşini kıskanır ve bu doğaldır. Anne babalar kıskançlığın doğal bir duygu olduğuna önce kendilerini inandırmalıdır. Kıskançlık duygusu tanınmalı ve kabullenmelidir. Bu duygunun abartılması ya da engellenmesi gereksizdir. Engellenmesi gereken, çocuklar arasında zarara yol açabilecek davranışlardır.
 
·     Büyük çocuğun küçüğün gelişine hazırlaması önemli bir noktadır. Bebek dünyaya gelmeden büyük çocuğun küçüklüğüne ait fotoğrafların, video çekimlerinin, giysilerin, büyürken geçirdiği evrelerin paylaşılması çocuğun psikolojik olarak hazırlanmasına olanak sağlar..
 
·     Anne babalar kendilerine çocuklarının ihtiyaçlarının neler olduğunu, hangi çocuklarına nasıl davranırlarsa ihtiyaçlarını gerektiği şekilde karşılayabilecekleri sorusunu sormalıdır. Böylece her çocuğun ihtiyacı yaşına ve kişiliğine göre uygun şekilde belirlenip ve karşılanabilir. Örneğin bir yaşındaki çocuğun ihtiyacı ile beş yaşındaki çocuğun ihtiyacı farklıdır. Biri daha fazla fiziksel bakım ve ilgiye ihtiyaç duyarken, diğerinin sohbet etmeye, anne babasıyla ortak aktiviteler yapmaya, kendi başına vakit geçirebilmeye, bununla birlikte arkadaşlarıyla sosyalleşmeye ihtiyacı olur.
 
·     Kendinizi çocuklarınıza adil olarak paylaştırmaya çalışmayın. Çünkü her çocuğun ihtiyaçları ve beklentileri farklıdır. Önemli olan bunları fark etmek ve sağlamaktır. Büyük çocuğu kıskanacak diye annenin küçük çocuğa daha az fiziksel ilgi ve yakınlık göstermesi, kardeşinin yanında öpüp okşamaktan kaçınması küçük çocuğun ihtiyaçlarının tam anlamıyla karşılanamaması anlamına gelir. Aksine abartılmadan, gereğince ve ihtiyacı kadar sevip okşanan kardeşini gören büyük çocuk kardeşini nasıl sevebileceğini öğrenirken, küçük çocuğun da ihtiyaçları karşılanmış olur.
 
·     Birbirleriyle ilişki kurmaları için zaman verin. Çocukların aralarındaki çatışmaları kendi başlarına çözülebilmesine olanak tanıyın. Kardeşler arasındaki çatışmalarda anne babalar hakemlik görevi yapmamalıdır. Anne babaları yanlarında olmadığı durumlarda kardeşler çoğunlukla kavgalarını uygun şekilde sonlandırabilir, birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğini öğrenebilirler.
 
·     Büyük çocuğa kaldırabileceğinin üzerinde sorumluluk yüklememek gerekir. Küçüğün gelişiyle büyük olandan  “bakıcı” veya  “yetişkin” tavırları beklenmemelidir. Mümkün olduğunca alışkın düzenine devam edebilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına özen gösterilmelidir.
 
·     Birden fazla çocuk sahibi olduğunuzda anne babalığınızı paylaşmış olmazsınız. Kalabalık ailelerde de aslında her çocuğun yalnız kendisine ait bir tane anne babası vardır.
 
·     Kardeş kıskançlığının çocuklar arasında ve aile içi ilişkilerde çözülemeyecek sorunlara yol açmaya başlamasının sinyalleri iyi değerlendirilmeli ve gerektiğinde profesyonel yardım alınmalıdır.        

Meltem CANVER KOZANOĞLU - Uzman Psikolojik Danışman
AGAPE Danışmanlık Merkezi 
Bu makale Apple Baby sayı 2, Kasım 2007 sayısında yayınlanmıştır.

25 Mart 2016 Cuma

YENİ KARDEŞİN DOĞUMUNA TEPKİLER

Kimi zaman çepeçevre saran, sıcacık bir ilişki… Kimi zaman bitmek bilmez tartışmalar eşliğinde güç mücadelesi… Kardeş ilişkileri… Ebeveynlerin en çok istedikleri şey, kendileri olmadığı zaman çocuklarının hayatta güvenebileceği, dayanak bulacağı birisinin olmasıdır. Öyle biri olmalıdır ki, çıkarsızca, koşulsuzca sevsin. Öyle biri olmalı ki, onun acısını acısı, sevincini sevinci yapsın… Elbette tüm bu koşulları sağlayacak kişi bir kardeşten başkası değildir! Peki gerçekten böyle midir?

İlk kez psikolojinin öncü isimlerinden biri olan Alfred Adler tarafından, ailedeki diğer çocukların varlığına ve bunun çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerine dikkat çekilmiştir. Ona göre, çocuğun diğer kardeşler arasındaki durumu, özellikle dünyaya geliş sırası hem kardeş ilişkilerinde hem de diğer insanlarla olan ilişkisinde önemlidir. Başka bir ifadeyle Adler, doğuş sırasının çocuğun hayatında kendine özgü bazı sorunları da birlikte getirdiğine inanmaktadır.

Adler’e göre “En büyük çocuk, tacını yitirmiş kraldır.” Yaşamının ilk yıllarında anne-babasının tek sahibi olan ilk çocuk, aynı zaman da tüm ilgi ve sevginin de tek hakimidir. Anne-baba ilk çocuğuyla büyür, ebeveynliği onunla birlikte öğrenirler. Bir süre sonra doğan yeni kardeş ile bu saltanat sarsılır ve büyük kardeşin hayatı bir daha eski haline gelemeyecek şekilde değişir. Artık sahibi olduğu en değerli iki varlığın –anne ve babasının- ilgisi ve sevgisinin tek sahibi değildir. Üzerinde oturduğu tahtı paylaşması gereken biri vardır; Kardeşi… Düşünüldüğünde pek de kolay bir kayıp olmadığı açıktır.

Ruhsal yapının katmanları arasında meydana ge­len çatışmalar şiddetlendiğinde, kişi çatışma çözü­cü savunma mekanizmaları ile duruma karşı koyma­ya çalışır. Savunma mekanizmaları sağlıklı olan her insanda vardır. Ve ruhsal çatışma halinde kişi farkın­da olmadan devreye girerler.
Kardeşinin doğumu ile birlikte özellikle annesinin ona olan ilgisini kaybetme korkusu yaşayan büyük kardeş, savunma mekanizmalarından biri olan gerilemeyi kullanarak içinde bulunduğu yoğun stres halinden kurtulmaya çalışır.

Gerileme savun­ma mekanizması; kişinin daha önce kazandığı geliş­me basamaklarında geri adım atması yani daha alt basamaklara inmesidir. Böylece çocuk daha önce ka­zandığı gelişme basamaklarında gerilemiştir. Yani ka­zandığı çiş kontrolünü kaybetmiş ve bardağı bırakıp biberona yani emmeye geri dönmüştür. Kısacası ge­rileyerek, küçülmüştür. “Ben de küçüğüm. Bana da kardeşime davrandığınız gibi davranın.” demektedir.

Yeni kardeşin doğumuna tepkiler çeşitlidir. Bazı çocuklar büyük bir kıskançlıkla, sahip olduklarını kaybetmemek adına bir savaş başlatırlar. “Anne bak ne pis, altına yapıyor…. Hiç söz dinlemiyor, hep ağlıyor… Seni hiç uyutmuyor…” şeklinde belli belirsiz konuşmasıyla kardeşinin eksiklerini ortaya koyarken, hoyratça sevip canını acıtmak ona zevk verebilir. Ya da tamamen reddedip uzak durarak o yokmuş gibi davranarak da kabullenmeyişini gösterebilir. Yaptığı hiçbir resimde kardeşinin olmaması ya da kardeşini hala annesinin karnında yaparak doğuşunu kabullenmeyen resimler// yapması da olasıdır. Bazı zamanlarsa gerileme davranışı göstererek nasıl ki kardeşi altını ıslatıyorsa o da alt ıslatmaya başlayabilir, bardağı bırakıp biberona geri dönebilir. İlgi çekmek için ya da içinde bulunduğu durumun ağırlığını taşıyamadığı için görülen bu tür gerilemeler, aslında “Ben bu durumu kabullenmiyorum.” mesajının şekil değiştirmiş ifadesidir.

Kaybolan tuvalet terbiyesi ve bardak kullanımı için, dayak dahil alacağınız hiçbir tedbir, dökeceğiniz hiçbir dil başarıya ulaşmaz. Ona, kardeşine davrandı­ğınız gibi de davranamazsınız. Çünkü küçük çocuğu­nuzla, temel ihtiyacı olan bağlanma ve güven duygusunu oluşturabilmeniz için adeta yapışık yaşamanızı, onun her istediğini anında yapmanızı bizzat biz öğütledik. Öte yandan dört yaşındaki çocuğunuzun da sizden bağımsız kendi yaşamı olmasını gerektiğini yine biz söylüyoruz. O halde, bi­ri bebek, diğeri 4 yaşında iki çocuğa eşit davranamayacaksınız. Eşitsizlik kıskançlığı arttırmayacak mı? Bebeğin her an yanında olmanız büyüğü iyice zıvana­dan çıkarmaz mı?

Kardeşler arasında kıskançlığı alevlendirmek için kusursuz eşitliği egemen kılmaya çalışmak gibisi yoktur. Çocuklar işte bu noktada anne babasının suçluluk duygusunun farkına varırlar. Bu, onlar için kullanmayı çok iyi bildikleri, kolay ve etkin bir silahtır. Oysa anne babalar kabul etmelidir ki çocuklar arsında kusursuz eşitliği sağlamak mümkün değildir.

Bu kabulden hareketle, yapılması gereken her çocuğa -büyük kardeşe de küçük kardeşe de- yaşının gerektirdiği şekilde davranmak, büyüme sürecinde kardeşler arasında yaşanan kıskançlığın doğal olduğunu bilip sabırla ve anlayışla beklemektir. Unutulmamalıdır ki büyük çocuk, hayatını yeni doğan bir kardeşle paylaşmak zorunda olduğunu öğrendiğinde, bu olayı ondan beklediği gibi bir peri masalı şeklinde yaşamayacaktır. Yeni geleni kıskanacak ve ondan kurtulmak isteyecektir, bu onun kötü kalpli olduğunu göstermez, bu onun için bir hayatta kalabilme sorunudur.

Anne babalar, küçük bir kardeşleri doğduğunda çocuklarda suçluluk duygusu uyandırmamaya dikkat etmelidir. “Kardeşini sevmediğin için utanmıyor musun? Kardeşin olduğu için mutlu olmalısın.” Bunlar gerçekten yıkıcı cümlelerdir.

Anne baba çocuğa, bebeği sevmeme hakkına sahip olduğunu, bebeğe zarar vermesine engel olacaklarını, kendisini sevdikleri gibi onu da seveceklerini açıklayarak, durumu dramatik olmaktan çıkaracaktır.
Yeni gelenin büyük kardeşiyle, büyük kardeşin de yeni gelenle paylaşacağı hiçbir şey yoktur, çünkü anne baba her biri için özel bir pasta hazırlayacaktır. Her çocuğun ağız tadı ve beklentileri kardeşlerininkinden farklıdır. Çocuklar, bu anlayışı, yalnızca kendilerine ait olan şeye sahip olmayı severler. Ama anlaşılan o ki, anne babalar, haksızlık yapma korkusuyla, bunu kabullenmekte zorlanıyor. Ne pahasına olursa olsun, kendilerini çocukları arasında hakça paylaştırmak ister gibiler. Oysa kalabalık bir ailede her çocuğun yalnızca kendine ait bir annesi, bir babası vardır, tıpkı her çocuğun anne babası için “tek” olması gibi.
Her doğumda baba, anne ve çocuk arasında kurulan bağ özel bir bağdır ve üçü arasında özel bir ilişki kurulur.

Çocuk yetiştirirken her şeyi benzer kılmaya çalışmak neden? Neden her şey cilalanmak, yumuşatılmak istenir? Oysa çatışmaların, üzüntülerin ve rekabetlerin varlığı bir gerçektir.

Ayşen Evliçoğlu - Psikolog
AGAPE Danışmanlık Merkezi

* Çocuğum ve Ben Dergisi Mayıs 2007 sayı:47

AİLEYE YENİ BİR ÇOCUĞUN KATILMASI

Aileye yeni bir bireyin katılması her zaman mutluluk ve heyecan kaynağıdır. Küçük çocukların olduğu ailelerde ikinci doğum, bazen bazı problemlere yol açabilir. Hamilelik ve yeni bir bebek, anneleri zaten fazlasıyla yoracak ve zamanlarını alacaktır, bu da ilk doğan çocukta davranış ve duygu değişimlerine yol açabilir. Bu sürecin en az sorunla atlatılması için ailelerin birinci çocuğu, yeni bebeğin aileye katılmasının öncesinde ve sonrasında yaşanacak değişimlere hazırlaması gerekir.

Kardeşi olacağını öğrenen çocuk heyecandan kıskançlığa birçok duygu yaşayabilir. Küçük çocuklar hislerini çok iyi ifade edemeyebilirler ve bebeğin aileye katılmasından sonra olumsuz davranışlar sergileyebilirler.
Duygularını ifade edemeyen ya da duygularına karşılık bulamayan çocuklar, yaşlarından küçük davranmaya meyilli olabilirler. Parmak emmeye, biberonla beslenmeye, tuvalet eğitimlerini reddetmeye ve bebek diliyle konuşmaya başlayabilirler. Bu davranışlar, anne ve babanın ilgisini çekmek için olabilir.
Bazı çocuklar ise anne babaların sabır sınırlarını zorlayacak hareketler yapabilirler. Kendisinden beklenenden fazla yaramazlık yapmaya, sinir ve ağlama krizleri geçirmeye ve yemek yemeyi reddetmeye başlayabilirler.


Bu sorunların çoğu kısa sürelidir. Kardeşi olacak çocuğun bu duruma alışması için ailelerin yapacağı ön hazırlık bu süreci kolaylaştırır. Bunun için bebek doğmadan önce ve doğduktan sonra yapabileceğiniz birçok şey var!

Bebeğiniz doğmadan önce, ilk çocuğunuza onun ağabeylik ve ablalık rolünün ne kadar önemli olacağını hissettirin. Çocuğunuzu, özellikle de çocuklar aynı odada kalacaksa, yeni bebeğin odasını hazırlama sürecine dâhil edin. Yeni mobilyaları veya aksesuarları seçerken çocuğunuzun fikirlerine önem verin. Hatta bazı eşyaları onun seçmesine izin verin.
Yeni doğacak bebeğin odasını hazırlarken, diğer çocuğunuz için de bir şeyler seçin. Odada bebekle zaman geçirmeniz gerekeceği zamanlar için çocuğunuzun oturabileceği özel bir sandalye almak iyi bir fikir olabilir.

Doğum yaklaştıkça, çocuğunuzun kardeşine vermek üzere kendi eşyalarından birini seçmesini önerin. Bu, onun için küçük kalmış bir kıyafet, bir oyuncak veya bir kitap olabilir. Kendisinin büyürken değer verdiği bir eşyanın kardeşinin de büyümesinde önemli bir rolü olmasının onları yakınlaştıracağını hissettirin.
Bebeğin doğumu yaklaştığında, çocuğunuzla aileye bir bebeğin gelmesinin ne demek olacağını konuşun. Gerekirse ona bebekler ve doğumla ilgili, yaşına uygun kitaplar okuyun. Yeni doğan bebeklerin sık sık ağladığını, altlarının değiştirilmesi gerektiğini, çok sık yemek yemek zorunda olduklarını, günün çoğunda uyuduklarını anlatın. Bunların çok zamanınızı alacağını ama bunun onu daha az sevdiğiniz anlamına gelmediğini anlatın. Bebek doğduktan sonra, ona da özel zaman ayıracağınızın sözünü verin ve sözünüzde durun.

Bebek doğmadan önce doktor ziyaretlerinizden birine çocuğunuzla beraber gidin. Doktorunuzdan ultrasonu incelerken, çocuğunuza ekrandakileri anlatmasını isteyin. Bu yöntemle çocuğunuzun daha doğmadan kardeşiyle bir ilişki kurmasını sağlayabilirsiniz.

Doğumdan sonra, doktorunuz izin verdiğinde, çocuğunuzun kardeşiyle tanışmasını sağlayın. O anda sizinle birlikte sadece yakın aile bireylerinin yanınızda olmasına özen gösterin. Çocuğunuza, kardeşinin doğumunun ailenize özel bir olay olduğunu hissettirin.

Aileye katılacak yeni bireyle ilgili çocuğunuzla konuşurken, onun yaşını dikkate alın. Hamileliği, doğumu, doğum sonrası bebeğin eve gelmesini ona anlam ifade edecek kelimelerle anlatın. Örneğin, okul çağı yaşından küçük çocukların zaman kavramı henüz tam anlamıyla gelişmemiş olduğundan “bebek 2 ay sonra doğacak” cümlesi onlara çok şey ifade etmeyebilir. Bunun yerine durumu çocuğunuza “bebek kış olunca doğacak”, veya “havalar çok soğuduğunda kardeşin doğacak” gibi zaman kavramlarıyla açıklarsanız ona daha anlamlı gelecektir.

Çocuğunuzu kardeşi olacağı fikrine hazırlarken, onunla konuşacağınız konularda sorularıyla sizi yönlendirmesine izin verin. Örneğin 4 yaşında bir çocuk “bebekler nasıl oluyor?” diye sorabilir. Bu soruyu çocuğun yaşına göre algılayın; çocuk aslında detaylı bir şekilde çocukların nasıl yapıldığını sormuyordur. “Bebekler annelerin karnında büyür ve sonra zamanı gelince hastanede doktorlar onları ordan çıkarır” gibi basit bir açıklama 4 yaşında bir çocuk için yeterli olacaktır. Daha fazlasını bilmek isteyen bir çocuk size sorular soracaktır.

Eğer çocuğunuz kardeşiyle ilgili daha fazla şey merak ediyorsa, onunla kendi bebeklik fotoğraflarına bakabilirsiniz. Kendi fotoğrafları eşliğinde ona kardeşi doğduğunda nasıl bir bakıma ihtiyacı olacağını anlatın. Doğumla ilgili yaşına uygun resimli kitaplara da birlikte bakabilirsiniz.
Çocuğunuzla yeni doğmuş bebekleri olan arkadaşlarınızı ziyarete gidebilir, onu doktor kontrollerinizde yanınızda götürebilirsiniz. Hastane çantanızı çocuğunuzla birlikte hazırlayabilirsiniz. Bebeğinize ne isim vereceğinizi de yine çocuğunuzla beraber düşünebilirsiniz. Bunların hepsi, çocuğun doğumdan öncesi ve sonrasındaki değişikliklerle daha iyi baş etmesini sağlayacaktır.

Bununla birlikte çocuğunuz doğumdan önce veya sonra bebekle ilgilenmeyebilir. Bu durumda üzülmeyin ve endişe etmeyin. Çocuğun bebekle iletişime geçmek istemesi zaman alabilir. Ayrıca evinize gelen akrabalar ve arkadaşlarınıza, çocuğunuzun sadece bebekle ilgili konuşmak istemiyor olabileceğini hatırlatın. Onları çocukla başka konularda da konuşmaları konusunda uyarın.

Bebek, doğumdan sonra zamanınız ve ilginizin çoğunu alacaktır. Çocuğunuzun kendini dışlanmış veya sevilmiyor hissetmemesi için sadece ikinizin birlikte bir şeyler yaptığı zamanlar yaratın. Bebeğin bakımında eşler birbirlerine yardımcı olarak diğer çocuğa da ilgi göstermeyi unutmamalılar. Çocuğunuza ayırdığınız zaman içinde onunla bir şeyler yapın. Bu kitap okumaktan birlikte markete gitmeye kadar birçok şey olabilir.


Yeni bir bebeğin aileye katılması, diğer çocuklar için başetmeleri gereken duygular yaşayacakları anlamına gelir. Bebeğin aileye katılmasına tam anlamıyla alışana kadar tuvalet eğitimi, biberon bırakma, kreşe veya yuvaya başlama gibi çocuğun hayatında önemli değişiklikler yaratacak olayları erteleyin. Bebeğin doğumunun öncesi ve sonrasında evdeki rutinleri ve alışkanlıkları ne kadar korursanız, çocuğunuzun alışma süreci o kadar kolay olacaktır.

Bebek eve geldikten sonra, yine çocuğun yaşına göre, bebeğin ihtiyaçlarını giderme süreçlerine çocuğunuzu dâhil edin. Çocuklar bez değiştirme sırasında kardeşlerini eğlendirebilirler, kardeşlerinin pusetlerini iterken ebeveynlerine katılmak isterler. Bebeğin banyo, gaz çıkarma veya üstünü değiştirme zamanlarında çocuğunuzun da orada olmak isteyebileceğini unutmayın. Bebeğin bakımına yardım etmek istediği zamanlarda çocuğunuza izin verin ve bunu destekleyin.

Tüm bu uğraşlarınıza rağmen çocuğunuz zaman zaman sabrınızı zorlayacak davranışlarda bulunabilir. Böyle zamanlarda çocuğun davranışına nasıl bir hissin neden olduğunu anlamaya çalışın ve sonrasında kendisini daha iyi hissetmesine çalışın. Ancak, yeni bir bebeğin aileye katılmasının çocuk için çok kolay olmayabileceğini bilseniz de, kurallarınızı gözardı etmeyin. Çocuğunuzun duygularının önemli olduğunu, fakat uygunsuz davranışlarının sonucuna katlanması gerektiğini ona hissettirin. Özetle, gözünüz çocuğunuzun üzerinde olsun ve sabırlı olun.

9 Mayıs 2014 Cuma

BUGÜNÜ YAŞAYAMAMAK

Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki, zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şeyi icat etti insan.
Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.

Farkında olmadan rezil etti bugününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor, dün de bugün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü, eline yüzüne bulaştırdı. Mutsuz oldu insan…
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın, ne de dün!…

13 Şubat 2014 Perşembe

ERGENLİK SORUNLARINA KARŞI HANGİ DİLİ KULLANMALIYIZ

Ergenlik döneminde başarılması gereken gelişim görevleri:  
1) Cinsel rolü kabullenme, ona göre davranışlar geliştirme
2) Duygusal bağımsızlığını kazanma , kendi başına karar verebilme
3) Arkadaşlık yeteneklerini geliştirebilmesi
4) Çatışan değerleri uzlaştırma
5) Meslek seçimini yapabilme
6) Öz kimliğine ulaşabilme ve bunu kabullenme

Ergenliğin ilk yıllarında birey ne çocuktur ne de gençtir. Ergenliğin ilk yıllarında kişi çelişkili tutarsız davranışlar ortaya koyarken  ergenliğin son yıllarında  daha tutarlı ve belirgin davranış örüntüleri geliştirmeye başlamıştır. Eğer bir kimse bebeklik çağından başlayarak ergenlik yıllarına kadar getirdiği kişilik yapısında temel güven duygusu yerine suçluluk, başarı yerine yetersizlik duygusuyla yoğrulmuş bir benlik geliştirdiyse bu yapı ergenlik çağının doğal bunalımları sırasında onu çok fazla zorlayacaktır.
Ergenliğin ilk yıllarında anne ve babaların çocukları hakkında genellikle şöyle konuştukları görülmüştür. Asi ve hırçın, evde huysuz, durgun, dalgın, sorumsuz, kendi başına buyruk, alıngan, karamsar  vs. 
Bu olumsuz davranışlar benlik yapısının bir zorlama karşısında bulunduğunu göstermektedir.
Bu zorlanmaların daha çok bağımsızlığa duyulan gereksinmenin artışından ve cinsel uyanıştan kaynaklandığı söylenebilir.
Vücut enerjisinin büyük bir kısmını cinsel büyüme ve olgunlaşmaya sarf ettiğinden ergenin dengeli beslenmesi gerekir. Ergende açlık dürtüleri sık hissedildiğinden bunu bastırmak için abur cubur yeme eğilimi artmaktadır.  Bazı çocuklarda ergenliğin ilk yıllarında yüz ve bedenin bazı kısımlarının simetrisini kaybetme görünümünün geçici  olacağı konusunda çocukların kaygısı giderilmelidir.
Ergenlik yıllarında görülen ve çocukların çok şikayet ettikleri terlemelerin sağlıksızlık işareti olmadığının ama beden temizliği yönünden özen ve itina isteyen bir durum olduğu konusunda onlar bilinçlendirilmelidir. Bazı ergenlerin gelişen bedenlerinin utanç veya psikolojik rahatsızlık duymaları mümkündür. Bunun sonucu onlarda sakarlık artmakta, kambur oturma, kartal yürüme gibi  alışkanlıkları gelişmektedir.

Kimlik duygusu genç yetişkinlik yıllarında şu gelişim görevlerinin etkisi altında bireyde yerleşme olanağı bulabilmektedir:
1) Aileden bağımsız olma duygusunun yerleşmesi
2) Duygusal çelişkileri kabul edebilmeyi öğrenme
3) Otorite ile ilgili ilişkileri düzenleyebilme
4) Cinsellikle ilgili psikolojik olgunlaşmaya ulaşma
5) Kendini güvende hissetme
Topluma  ters düştüğü halde ona yabancılaşmayan yada topluma baş kaldıran gençler alkol ve uyuşturucu madde alışkanlığı içinde ya güçsüz benliğinin kendine verdiği acıyı unutmaya çalışmakta yada aşırı bireyselleşme çabası içine düşmektedirler.

Bedensel gelişmede değişiklikler:  
Boy uzaması, ağırlığın artması, yüzde sivilcelerin olması, hormonların yoğun çalışmasına bağlı olarak sık terleme, keskin koku, ses değişmesi. Kızlarda melodili bir hal alır. Erkeklerde ses çatallaşır.

ERGENİN KİŞİLİK GELİŞİMİ
Bağımsızlık arayışı içindedir.  Grubun beğenisini kazanmak önemlidir. Kimlik arayışı içindedir. İlgi çekmek ister.
Duygusal Gelişimi: Bencildir hem de fedakardır. Bir lidere körü körüne boyun eğerken diğer yandan yetişkinlere isyan eder. Karşı cins tarafından beğenilmek ister.

ERGENLİK  DÖNEMİNDE KARŞILAŞILABİLECEK SORUNLAR
Ergenlerin en hassas olduğu nokta güç kullanarak hükmedilmeye çalışılmasıdır. Ergen anne ve babalarından büyüdüğünü kabul etmelerini ve bu konuda tutarlı davranmalarını bekler. Böyle durumlarda ergen kendini anlaşılmamış ve engellenmiş hisseder. Bu dönem yoğun bir eleştirme, inceleme, karşılaştırma dönemidir. Kardeşler arası çatışma yaşar. Kardeşlerinden kendilerini anlamalarını büyüdüklerini fark ederek saygı göstermelerini beklerler.  Anne babalar ergenlik döneminde çocuklarının kendilerinden uzaklaştıklarını hissederler ve üzülürler.  Aslında ebeveynlerine her zamankinden daha fazla bağlıdır.
Başarı ergenlik döneminde düşebilir. Nedeni  dağılan bilgiyi toparlayamamak , ders çalışmak için gerekli motivasyonu sağlayamamaktır. Sürekli hayal kurmaktan, kendilerini verememekten şikayet ederler. Ancak nedenini anlayamazlar. Ergenler ilgi odağı olmaktan hoşlanırlar. Ergenler heyecanlı ve acelecidirler.  Öğretmenlerde kişilik ve bilgi birikimine dikkat ederler.

SEN İLETİLERİ :
İnsanlar sen iletilerinden hoşlanmazlar. Bunlar ilişkiye zarar verir . Bunun üç nedeni vardır.
1) İnsanlar  neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar.
2) Ben iletileri yardım çağrılarıdır. Bu ilişkilere sıcak tepkiler verirler. Newyork‘ta yapılan bir araştırmada telefon konuşmalarında en çok geçen kelime ben olarak tespit edilmiş. 500  konuşmada 3990 defa ben kelimesi geçmiş, çünkü herkes ben diyor. Herhalde bu kadar ben’in bizimle ilgilenmesini bekleyemeyiz. Öğretmenler istenmedik davranışlarını düzeltmek için sıklıkla neden dikkat etmiyorsun gibi sen dili kullanırlar.
3) Sen dili doğrudan  suçlayıcı ve olumsuz olarak yargılayan bir ifadeyi içerdiği için mesajı alan kişi savunucu bir tutuma girer. Ben dilinde öğrenci doğrudan kendi kişiliğine yönelik olumsuzlukla karşı karşıya kalmadığı için öğretmen ile öğrenci arasındaki iletişim bozulmaz.
Her çocuk dinlenilmek, anlaşılmak ve kabul edilmek ister. Genelde bastırıcı ve güce dayanan yöntemler genci baş kaldırmaya ve karşılık vermeye kışkırtır. Hangi öğretmen eşini ve arkadaşını disiplin altına almaktan söz edebilir. Güç yada otorite er yada geç ilişkileri bitirir.
Yüzleşme  Sonuçları:
-Değişmeye karşı direnme olur
-Savunmaya iter.
-Benlik saygısını azaltır.
-Kızgınlığı artırır.
–İçine kapanmasına neden olur.
Sen iletileri geçicidir. Kesin çözüm olmaz. Öğretmenler bu iletilerle öğrencilere kendi sorunlarının çözümünü verirler.
Örnek:
Sınıfta otorite bende.
Sen değişeceksin çünkü ben öyle istiyorum.
Öğrencilerin kendi sorunlarını çözme sorumluluğu kendilerine verilirse sorumluluk duyguları gelişecek ve kendilerine güvenleri artacaktır.
Ben iletileri davranışını değiştirmesi için sorumluluğu doğrudan öğrencide bırakır. Sonuçta öğrenci kendi seçtiği ve kendi kararıyla belirlediği bir davranışla tepki vermeye yönelir.

DİNLEME:
Duygular dosttur.  Kişiyi etkin bir şekilde dinleyip, duygularının ötesine geçirip, alttaki sorunlarına ulaştıracağız.  Dıştaki duyguları soyduktan sonra problemin kaynağına ineceğiz. (soğan gibi)
İnsan sinirlenince bilinmesini ister. Ör: İnsan sinirlenince o anda, “tüm dikkatini bana ver,  kendimi  ne kadar kötü hissetmeme neden olduğunu bilmeni istiyorum” duygusunu iletmek ister. Bizde onu dinleyeceğiz .  onu dinleyip duygularının dağılmasını bekleyeceğiz.
Kızgınlık ikincil bir duygudur. Her zaman başka duyguların sonucunda oluşur.
Ör: Bahçede dolaşırken çocuklardan birinin attığı taş başını sıyırıp geçer.  Burada ilk duygu korkudur. Ama sonra kızgınlık duygusu oluşur. Kızgınlık dile getirilince etkisini yitirir.
İnsanlar dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızını rahatlıkla anlayabilecek kapasiteye sahiptir. Normal konuşma hızının dakikada ancak 100 ile 140 kelime arasında olmasıdır. 460 kelimelik bir zaman süresinde zihin boş kalıyor. Bu zamanı insan kafası kendinde var olan malzemeyle doldurur. Kendisi için önemli sorunlara dönerler. Değer verme için otoritenin olmaması gerekir.
Öğrenci müdürün odasına girer. Arada ki  fiziksel mesafe 8-9 metre. Öğretmenin yanına gider, mesafe 3-4 metre. Bu mesafe arkadaşlarının yanında yarım metreye iner. Bu  mesafeyi etkileyen otoritedir. Otoriteye boyun eğenler yaşamları boyunca çocuk kalır. Kendi gereksinimlerini göz ardı ederler. Çatışmaktan kaçınırlar.

DEĞER VERME:
Beraber olduğumuz insanlar bizim ne kadar bilgili olduğumuza bakmazlar, onlara ne kadar değer verdiğimize bakarlar. İnsanlara değer verilince mana kazanırlar. Öğrenciler öğretmenlerin söylediği, yaptığı, giydiği her şeyle ilgilenirler. Öğretmenler, öğrencilerin önünde adeta podyumda gibidirler.
*** Cemil bey yaşlı bir tarih öğretmenidir. Her gün aynı dersi anlatmaktan bıkmıştır. Öğrencilerle anlaşırlar. Haftada bir saat ders anlatacak diğer saatler de sınıfa bir teybi  gönderecektir. Öğrenciler uslu  bir şekilde teybe konan dersi dinleyecek ve not tutacaktır. Birkaç hafta böyle devam eder. Bir gün Cemil bey kuşkulanır ve sınıfı kontrole  gider. Kulağını kapıya dayar dinler. Hayret sınıfta kimse yoktur. Kapıyı açınca gördüğü manzara müthiştir. Sınıfta tek bir örenci yoktur. Herkes sırasına bir teybi koymuş hocanın koyduğu teybinden okunan dersi kaydetmektedir.
Onlara ne kadar değer verirsek o kadar değer alırız.

YANLIŞ DAVRANIŞLARI DÜZELTME:
Hatalıyı değil hatayı eleştireceğiz, kusuru kişiye söylersek kişi alınır. Bu hataya başkaları da düşebilir. Toplum içinde söylersek hem kişi alınmaz hem de herkes aynı hataya düşmez. Cezalandırma yaparken dikkat etmek gerekir.  Cezayı kişiye değil istenilmeyen davranışa vermeliyiz. Umursamama gibi bir ceza kesinlikle verilmemelidir.
*** Evde çok sevilen bir fare vardır. Deney yapılarak fareyi kimsenin umursamamasını istiyorlar. Fare dikkat çekmek için evde devamlı dolaşır. Kimse dikkate almaz. Fare kenarı çekilir midesine asit salgılamaya başlar ve midesi delinerek ölür. Yani kendini öldürür. En çok 14 yaşlarda suç işlenir.
YETENEK:
İnsanlarda bir takım vasıflar vardır bu vasıflar bir çok insanda bastırılmış olarak kalmaktadır. Şartlar ve olaylar bu vasıfları harekete  geçirir. Her insanın kapasitesi farklıdır.
*** Adamın biri bilmediği  bir  otele gitmek ister. Yürürken karşıdan bir adam gelir. Ona sorar şuradaki  falan  otele gitmek istiyorum. Kaç dakikada gidebilirim. Karşıdan gelen adam hiç cevap vermemiş. Otele giden adam cevap gelmeyince yoluna devam etmiş. Birden arkasından bir ses işitmiş yarım saate ancak varırsın.
-Peki az önce niye cevap vermedin.
-Senin nasıl yürüdüğünü bilmiyordum ki hızlımı yürüyorsun yavaş mı.

İnsanların kapasitelerine göre davranmalıyız.
BAŞARI:
Başarının artırılması için eğitim ortamının olması gerekir. Çocuğun yaşamını kolaylaştıran her şey onun bir şeyler öğrenmesini sağlar. Lavabo musluğuna yetişemeyen çocuk diş fırçalamayı, askısı olmayan çocuk askılarını asamaz. Kendi boyuna göre ayarlanmış  askı, çocuğun çok şeyi kendi başına yapmasına ve öğrenmesine olanak sağlar. Çocukların dinleyerek değil, yaparak öğrenmeyi yeğlediklerini unutmayan ana-babalar, çok iyi öğretici olurlar.

HAZIRLAYAN: Hakan BEKTAŞ

ERGENLİK DÖNEMİ (12-17 YAŞ)

Kimliğe Karşı Kimlik Bocalaması
Ergenlik dönemi çocukluktan yetişkinliğe doğru bir geçiş dönemi olarak kabul edilmektedir. İlköğretimin ikinci dönemi-ortaöğretim yılları arasına denk gelen ergenlik dönemi sırasında, organizmada gerçekleşen fizyolojik ve biyolojik değişiklikler, bu çağa bir çocuk olarak giren bireyi, dönemin sonunda genç bir yetişkin biçimine dönüştürür. Kuşkusuz küçük çocuğu, genç bir yetişkin yapan değişiklikler sadece fizyolojik yada biyolojik etkenlere bağlı değildir. Bilişsel (zihinsel) yapıdaki gelişme, zihinsel yetilerin olgunlaşması, dış dünyayı algılama ve kavramada değişikliklere yol açar. Öte yandan çocuğun çevresindeki kişilerin çocuktan beklentilerinde gözlenmeye başlayan değişiklikler, üstlenilen sosyal rollerde de değişikliklere neden olmaya başlar.

Özet olarak bu dönemde hem çocuğun kendisini ve dünyayı algılayışı, hem de diğer insanların çocuğu algılayışı eskisi gibi değildir. Eskiden hep “çocuk” olarak algılanırken, şimdi kimi zaman “çocuk”, kimi zaman da “yetişkin” olarak nitelendirilmektedir. Tüm bu etkenler çocuğu, bir kimlik aramaya doğru iter ve sonuçta çocuk ergenlik döneminden ya “kimliğini kazanmış” olarak ya da “kimlik karmaşası” ile çıkar.

Erikson “kimlik kazanma”yı “kimliğe yönelik olumlu bir duyum” olarak tanımlamakta ve psiko-sosyal olarak, kişinin kendisini iyi hissetmesi ile açıklamaktadır. Başka bir anlatımla kimliğini bulmuş kişinin kendisine, kendi bedenine, nerede olduğuna ilişkin bir güven duygusu vardır ve buna bağlı olarak da kendisini iyi hisseder.

Ergenlik döneminde kimlik arayışı başlamasına rağmen, dönemin sonunda mutlaka kimlik duygusunun kazanılmış olması da gerekmez. Bazı durumlarda kimliğin kazanılması sonraki gelişim dönemlerine ertelenmiş olabilir. Her ergen bu dönemde belirli ölçülerde kimlik bocalaması yaşamakta, ancak bazı ergenlerde bocalamanın şiddeti daha fazla olmaktadır.

Kimlik bocalamasına yol açan etkenler 3 grupta toplanabilir:
  1. Düşünce sistemindeki değişiklikler
  2. Cinsel rollerdeki değişmeler
  3. Meslek seçimine yönelme

Düşünce sistemindeki değişikler: Ergenlik çağıyla birlikte, ergende fiziksel açıdan olduğu kadar bilişsel açıdan ortaya çıkan değişiklikler de dikkati çekmeye başlar. Piaget’nin görüşüne göre bilişsel gelişim birbirlerinden niteliksel farklılıklar gösteren dönemlerle hiyerarşik bir sıra izleyen bir süreç içinde kendini gösterir. Bilişsel gelişimde en son ulaşılan dönem “soyut işlemler” dönemidir ve bireylerin bu döneme erişme yaşları, ergenlik çağına girdiği dönemle çakışır. Bu döneme kadar olaylar arası ilişkiler ve neden-sonuç bağlantılarını, ancak somut işlemler çerçevesinde kavrayan ve düz bir mantıkla bilişsel işlemler yapan çocuklar, bir olaya bakış açılarının farklı olabileceğini anlamaya, problemlerin değişik biçimlerde çözümlenebileceğini görmeye, analiz, sentez, transfer, genelleme gibi üst düzeydeki bilişsel işlemleri yapabilmeye başlarlar.

Ancak soyut işlemler dönemine ergenlerin hepsinin aynı anda girmedikleri gibi, bir bilişsel gelişim döneminden ötekine geçiş de aniden değil, belirli bir süreç içinde gerçekleşir. Bu geçiş süreci içerisindeki ergenler ise, çevrelerinde olup bitenlere ilişkin fikir yürütürlerken, “ergenlik dönemi tarzı” denilebilecek bir mantık işletmektedirler. Bu mantık işletme tarzının bir özelliği “işlem öncesi” bilişsel gelişim düzeyinin bir özelliği olan “ben-merkezci” düşüncenin yeniden ortaya çıkmasıdır. Ergen için önemli olanın kendi düşünceleri ve kendisinin dünyayı algılayış biçimi olması da, bu düşünce tarzının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Ergen bu dönemde kendi kendisini çok eleştirir, kendisini çok eleştirdiği için de, herkes tarafından eleştirildiğini sanır. Sanki, herkesin dikkati onun üzerindedir, herkes onun dış görünüşüne çok önem vermektedir.

Ergenin ben-merkezci düşünce biçiminin diğer bir özelliği de, kendi düşüncesinin, kendi inançlarının en doğru, en orijinal olduğunu sanmasıdır. Anlaşılabileceği gibi ergen bir çelişkiler dünyasında yaşamaktadır. Bir yandan, çevresindekilerin kendisine ilişkin düşüncelerine çok önem verirken, bir yandan da kendisini “herkesten daha akıllı” olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı, ergen yetişkinliğe doğru ilerleyip kendine uygun bir kimlik geliştirdikçe azalmaya başlar.

Kimliğini kazanması, bir yetişkin olabilmesi için ergenin başlangıçta bir yetişkin modele ihtiyacı vardır. Çevresinde güvendiği, sevdiği, kendisini yargılamadığına, olduğu gibi kabul ettiğine inandığı bir yetişkin bulunduğunda, önceleri ona benzemek, onun gibi olmak ister. Ancak, anne-baba, öğretmen gibi yakın çevresindeki yetişkinler tarafından sürekli eleştiriliyor, davranışları yargılanıyorsa, büyüklerin “kendisini anlamadığına” olan inancı pekişerek onlardan uzaklaşır. Kendisini aralarında rahat edebileceği, anlayış ve hoşgörü bulabileceği en yakın gruba yönelir. Çevremizde gözleyerek yada kitle iletişim araçları yoluyla sık sık tanık olduğumuz gibi çetelerin içine giren, ailesi ile ilişkisini koparan gençler, kimlik bulma krizinde başarılı olamayanlara örnek olarak verilebilir. Ergen, eğer kendisine yakınlık gösteren hiç kimse bulamazsa, bu defa tek başına kalıp içine kapanarak, patolojik davranış örüntüleri geliştirmeye başlayabilir.

Görüldüğü gibi ergenler, kendilerini olduğu gibi yargılamadan kabul eden, sevgi, saygı gösteren, güven ve destek veren özdeşim modelleri ile karşılaşma şansına sahip olurlarsa, sağlıklı bir kimlik geliştirebilirler. Aksi halde kimlik arayışı ya da kimlik karmaşası uzun yıllar boyu devam eder.

Cinsel rollerdeki değişmeler: Ergenlik dönemine gelindiğinde, fiziksel olarak bedende erkek ve dişi özelliklerinin belirginleşmesi ile birlikte, kadın ya da erkek cinsel rollerinin benimsenerek, kimliğe dahil edilmesi işlemi hızlanır.

Hızla değişen sosyo-ekonomik koşullar, geleneksel cinsel rollerdeki değişiklikleri de beraberinde getirmişlerdir. Bir elli yıl geriye gittiğimizde toplumumuzda kadın ve erkek rollerinin çok daha belirgin olduğunu görebiliriz. O dönemlerde kız çocukları genellikle okullarını bitirince evlenirler, anne ve ev kadını olurlardı. Meslek sahibi kadın sayısı günümüze oranla çok daha sınırlı idi. Erkek çocukları ise okullarını bitirince bir meslek ya da iş sahibi olurlar, evlerinin ekonomik sorumluluğunu yüklenirlerdi. 1950’li yıllarda A.B.D.’de yapılan bir araştırma, ergenlik dönemindeki erkek çocukların kimlik duygusunu kazanmada kızlara oranla daha iyi durumda olduklarını göstermiştir. Erkekler gelecekteki eğitimleri ve işlerine yönelik planlar yapmış görünmektedirler. Kızlarda ise bir rol karmaşası ve kararsızlık gözlenmekteydi. Kızların çoğu gelecekle ilgili planlarının belirsiz olduğunu ve gelecekteki yaşamlarının, gelecekteki eşlerine bağlı olarak şekilleneceğini ifade etmekteydiler. Kız çocuklarının kimlikleri ancak evlendikten sonra belirleniyordu. Ancak, kimlik algısında cinsiyete bağlı olarak ortaya çıkan bu farklılık doğal kabul ediliyor ve ergenlerde büyük bir çatışmaya yol açmıyordu.

Günümüze gelindiğinde ise cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargılar oldukça değişmiş durumdadır. Kadınlar iş ve meslek yaşamında yüklendikleri sorumluluklarla, geleneksel olarak erkeklere has olduğu düşünülen rolleri de üstlenmeye, erkekler ise ev işlerinde ve çocuk bakımında sorumlulukları eşleriyle paylaşmaya başladılar. Dolayısıyla kadın ve erkek rolleri arasındaki farklıklar günümüzde gittikçe azalıyor gibi görünmektedir.

Bireyin geliştireceği cinsiyet rolleri, içinde yaşadığı toplum ve ailesi tarafından benimsenmektedir. Yapılan araştırmalar kadın yada erkek cinsiyetine ait olarak kabul edilen ve çoğunluk tarafından benimsenen cinsiyet rolleri ile ilgili kalıp yargıların bulunduğunu göstermektedir.

Kadınlara has olduğu düşünülen özellikler; duygusallık, sadakat, yumuşaklık, fedakarlık, şefkatli olmak, konuşkanlık, aileye yönelik olmak, boyun eğmek, titizlik, sıcak insan olmak.

Erkeklere has olduğu düşünülen özellikler; soğukkanlılık, sertlik, bağımsızlık, hırslı olmak, geniş ilgileri olmak, gerçekçilik, atılganlık, kendine güven, saldırganlık, etrafına hükmetmek, üstünlük duygusu, katılık.

Bu kalıp yargılar cinsiyet rolünün kazanılmasında da etkili olmakta, bireyler kendi cinsiyetlerine ilişkin kalıp yargılara uygun davranma eğilimi göstermektedirler. Günümüzde gençler arasında cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargıların yaygın olduğu görülmektedir. Bu duruma bağlı olarak ergenler, cinsiyetler arasında bir farklılık olmadığını düşünmelerine karşın, kendi cinslerine has olan özelliklerden sıyrılamamışlardır. Bu ikilem de ergenleri, eskiye oranla cinsiyet rollerine uygun davranışları benimsemede güçlüğe, dolayısıyla kimlik kazanmada daha çok bocalamaya itmiş görünmektedir.

Ergenlere, kimlik bocalamasının üstesinden gelebilmeleri için, kalıp yargılardan etkilenmeden kendi yetenek ve ilgilerine uygun davranış özelliklerini benimsemelerinde yardımcı olunabilir. Kadın ve erkek cinsiyet rollerine ilişkin görüşler iki grupta toplanabilir. Bu görüşlerden birisi, kadın ve erkek cinsiyet rollerinin tek boyutlu olduğunu, yani bireyin sadece kadın veya sadece erkek cinsiyet rollerine sahip olabileceğini savunmaktadır. Diğer görüş ise kadın ve erkek cinsiyet rollerinin iki ayrı boyutta olduğunu ve bir bireyin değişik ölçülerde kadınsı ve erkeksi özelliklere aynı anda sahip olabileceğini savunmaktadır. Kendi cinsiyetini reddetmeden, her iki cinsiyetin özelliklerini potansiyelleri ölçüsünde güvenli bir biçimde taşıyan bireylere “androjen birey” adı verilmektedir. Androjen tipler kendi cinsel kimliğine ilişkin bir rol karmaşasına düşmeden, her iki cinse ait işleri de yapabilir. Örneğin bir kadın taksi şoförü olabilirken, bir erkek de ev işlerinde sorumluluklar yüklenir. Androjen kişilik hakkında araştırmalar yapan Bem(1977), androjen bireylerin kendilerine daha güvenli ve özsaygılarının daha yüksek kişiler olduğunu savunmaktadır.

Androjen davranışlar ana-babalar ve öğretmenler tarafından teşvik edilecek olursa, ergenlerin nasıl bir cinsiyet rolü edineceklerine ilişkin bocalamaları azalacaktır. Böylece de kız öğrencilerin eğitim ve mesleklerinde ilerleme için daha güdülenmiş, erkek öğrencilerin ise kendilerinin ve başkalarının duygularına karşı daha açık, insanlara karşı daha yumuşak ve sevecen olmalarına da yardımcı olunabilir.

Meslek seçimine yönelme: Kişinin seçtiği meslek, yaşam biçiminin nasıl olacağının da önemli belirleyicilerinden biridir. Harcanacak zaman ve para, yükselme şansı, nerede ve nasıl bir yaşam sürüleceği gibi etkenler kişinin meslek seçimini büyük ölçüde etkiler. Erikson’a göre meslek seçimini etkileyen başka bir önemli faktör de, kimlik duygusudur. Kişinin hangi işte başarılı olabileceğine ilişkin algısı da meslek seçimi üzerinde önemli bir rol oynar.

Gençlerin meslek seçimine doğru yönelmeleri lise yıllarına, yani ergenlik dönemine rastlamaktadır. Meslek seçiminin yaklaşması, kimlik duygusunu da tehdit etmeye başlar. Tüm yaşamı etkileyebilecek önemli bir karar vermenin gerginliği, verilen kararın uygunluk derecesine yönelik kuşkular ergeni bir bocalama ve kimlik karmaşası içine sokar ve her ergen bu karmaşayı değişik ölçülerde yaşar.

Günümüzde gençlerin bir mesleğe doğru yönelirken yaşadıkları bocalama, geçmişe oranla çok daha artmış görünmektedir. Teknolojik ilerlemeye bağlı olarak iş ve meslek kollarının sayısındaki hızlı artışa karşılık, bir mesleğe yönelmek için gerekli para ve emek miktarındaki artışlar da gençleri gitgide daha çok zorlamaktadır. Diğer yandan, seçilebilecek meslek sayısındaki artış, gençlerin, değişik mesleklerin gerektirdiği yetenek ve becerilerle, kendi ilgi ve becerilerinin ne kadar çakıştığı konusunda bilgi sahibi olmalarını güçleştirmektedir. Kendilerine uygun bir meslek seçimi için, ortaöğretim yıllarında yeterli yardım alamayacak olurlarsa, öğrencilerin çoğu kendilerine uygun olsun ya da olmasın, popüler olarak kabul edilen bir mesleğe doğru yönelmek istemektedirler. Bir meslek için karar verdikten sonra da sorun bitmemektedir. Üniversite seçme sınavlarında başarılı olamamak korkusu, sınavı kazanırsa yükseköğretimi yürütüp yürütemeyeceği gibi kaygılar öğrenciyi daha çok bocalamaya itmektedir.

Bocalama, kimlik duygusunu da tehdit etmeye başlar. “Ben kimim?, Nasıl biri olmalıyım?, İşim ne olmalı?” türünden sorulardan, kısaca kimlik karmaşasından kurtulmak için bazı gençler bir “askıya alma-erteleme” dönemine girerler ve meslek seçimi gibi önemli kararlar bir süre için ertelenebilir. Gençler kendilerine bir yol çizmeden, eğitimlerini bir süre için yarım bırakıp, geçici işlerde çalışabilirler.

Sonuç olarak, ergene kendini tanıması, ilgi ve yeteneklerini keşfetmesi, kendine uygun mesleğe yönelmesinde yapılan rehberlik ve bunun yanı sıra ergenin kuşku ve korkularına duyarlı, anlayışlı bir yetişkin tutumu, mesleki karar verilirken geçirilen karmaşanın süresini azaltacaktır. Böylece, kimlik duygusunun gelişimi önemli bir engelle karşılaşmadan devam edecektir.

Görüldüğü gibi özellikle düşünce sistemi ve cinsel rollerdeki değişmeler ile meslek seçiminin beraberinde getirdiği güçlükler ergeni bir kimlik karmaşası içine sokmaktadır. Kimlik karmaşası, kimi gençler için “olumsuz” bir kimlik bulma ile de sonuçlanabilmektedir. Özellikle genç, çevresindeki anne-baba, öğretmen gibi kişilerin kendisine yönelik beklentilerini karşılayamayınca, onların isteklerine bir tepki olarak, beklenenin tam tersine olumsuz bir kimlik geliştirebilmektedir. Örneğin, sınıfın en başarılısı olması istenen, aldığı düşük bir notun ailesi tarafından hiçbir zaman hoş görülmediği bir lise öğrencisi, aslında yükseköğretim yapmayı düşündüğü halde liseyi yarıda bırakabilmekte; her zaman düzenli olması, davranışlarının kontrollü olması için zorlanan bir başkası da ailesinden uzaklaşıp, gençlik çetelerine katılabilmektedir. Gazete haberlerine dikkat edilecek olursa, kendini baskı altında hissettiği için özgür olmak, gönlünce yaşamak için evlerinden kaçtıklarını ifade eden gençlerin büyük bir çoğunlunun, ergenlik döneminde olduğu görülebilir.

Erikson’un özdeşim kurma ve kimlik karmaşası üzerine görüşleri, ergen davranışını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Özellikle lise öğrencilerinin bir bölümü karar vermenin bunaltısı, cinsel rollere yönelik karmaşa, hatta psiko-sosyal bir erteleme süreci yüzünden derslere ilgilerini kaybedebilirler. Öğrenciye yakın anlayışlı bir öğretmen tutumu ve okul-aile işbirliği ile gence verilen psikolojik destek ve rehberlik, bu dönemde olumsuz bir kimliğe yönelmeyi önleyecektir.


Kaynak: GELİŞİM VE ÖĞRENME (12. Baskı)
Prof.Dr. Münire Erden
Doç Dr. Yasemin Akman


GENÇLİK ÇAĞININ RUHSAL ÖZELLİKLERİ

ERGENLİK DÖNEMİNİN ZORLUKLARIYLA BAŞA ÇIKABİLMEK İÇİN ANNE-BABALAR OLARAK BİLMEMİZ GEREKENLER

Sizlerle paylaşmak istediğim bu yazıyı Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun “Çocuk Ruh Sağlığı” adlı kitabından aldım. Ergenlik dönemi oldukça zor geçen bir dönemdir. Zorluklarla başa çıkabilmek için bir takım şeyleri bilmemiz gerekir. Bunun için de en başta bu çağın genel özelliklerini bilmek gerekiyor. Hangimiz bunlara benzer duygular yaşamadık sevgili anne babalar. Bu dönemde çocuğunuzun size ve anlayışınıza onun size söylediğinin aksine çok fazla ihtiyacı var.  Faydalı olması dileğiyle…


GENÇLİK ÇAĞININ RUHSAL ÖZELLİKLERİ

Çocuklukla erişkinlik arasında, gençlik yada delikanlılık adı verilen uzun bir dönem yer alır. 12 yaşından 21 yaşına dek uzanan bu çağ, ruhsal alanda önemli değişikliklerin belirdiği, hızlı bir büyüme ve olgunlaşma çağıdır. Batı dillerinde “Adolescence” diye bilinen bu dönemin söz anlamı da büyümedir.

Ortaokul (ilköğretimin ikinci kademesi) yıllarına denk düşen ilk gençlik yada yeni yetmelik yaşlarında, cinsel uyanışla birlikte yeni ruhsal özellikler ve davranışlar kendini gösterir. Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider, yerine oldukça tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir genç gelir. duyguları hızlı inişler ve çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür. Çabuk sinirlenir, olur olmaz şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur. İstekleri artmıştır. Kendisine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıkılığından yakınır. Anababanın kurallarına birden tepki gösterir, ters yanıtlar verir. Sürekli bir gidiş geliş içindedir. Evde pek durmak istemez, dönüş saatine aldırmaz, yemeğe geç kalır. Dağınık ve savruk olur. Sık sık bir şey devirip kırar (Sayın Yörükoğlu bu dönemde fiziksel gelişime bağlı olarak yaşanan “sakarlık”tan bahsediyor). Oburlaşır, girip çıkıp bir şeyler atıştırır.

İlgileri artmış, gelgeç hevesleri çoğalmıştır. Gürültülü müziğe bayılır. Süse ve giyime düşkünlük gösterir. Genç kız, ayna karşısında saatler geçirir. Bir sivilceyle gün boyu uğraşır, kaygılanır. Genç erkek, boyasız ayakkabısına bakmaz ama saçını uzatır, günün modasına göre kestirmekte direnir. Zayıflık, şişmanlık, uzun boy, kısa boy, yüz çizgilerinin düzgün olup olmayışı sorun olmaya başlar. Gizliliğe önem verir. Genç odasına kapanır, kapısını kilitli tutmak ister. Duvarlara renkli resimler ve film oyuncularının resimlerini asar. Arkadaşları ile gizli konuşmaları ve fısıldaşmaları olur. Kardeşlerini yanına sokmaz, tersleyip uzaklaştırır. Uzun uzun düşler kurar. Günce tutmaya başlar. Şiir, öykü yazmaya özenir. Kendinden habersiz, mektuplarının ve yazdıklarının okunmasına büyük tepki gösterir.

Toplumsal olaylara ve politikaya ilgi artar. Kulaktan dolma yada ödünç alınmış görüşler savunur, büyüklerle tartışmaya girişir. Bunu yaparken anababasına aykırı gelen düşünceler ileri sürer. Anababasını eleştirmek fırsatını kaçırmaz. Öğütleriyle davranışları arasındaki aykırılığı yüzlerine vurur. Anababaya ters gelen davranışları sürdürmekten özel bir tat alır gibidir. Onların seçtiklerini giymez. Aykırı renkler seçer. “Okuyup da ne olacak?” der. Genç, istemekle yıldız futbolcu olunamayacağını bilir, ama anababasının tepkisini sınamaktan da kendini alamaz. Başka bir deyişle,  karşı çıkmış olmak için karşı çıkar. Bunun en belirgin örneğini şu öyküde bulabiliriz: Gencin biri bir gömlekçiye gider ve kendine bir gömlek seçer. Parasını öder. Tam çıkarken satıcıya sorar: “Annem babam beğenirse geri getirebilir miyim?”

Kısacası ilk gençlik ve gençlik çağı çok fırtınalı bir dönemdir. Bu dönemde genç kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir savaş içinde görünür. Ruhbilim açısından, bu çelişkili duyuş ve davranış özellikleri bu dönem için olağan sayılır. Ancak kimi gençte bu dönem daha gürültülü geçer. Kimi gençte de az bir çalkantı ile atlatılır. Gençlerdeki bu coşkuyu, tedirginliği ve tutarsız davranışı en iyi tanımlayan terimi Türkçe’de buluyoruz: Delikanlılık. Anadolu’da yalnız erkekler için değil, kızlar için de “Delikanlı kız” deyimi kullanılır.
Şimdiye dek sayılan belirtiler, bu çağdaki gencin bocalamalar, çelişkiler ve bunalımlar içinde olduğunu göstermeye yeter sanırız. Gencin içine düştüğü bu ruhsal çalkantının bir nedeni, bir anlamı vardır. Hızlı beden gelişmesiyle birlikte gelen cinsel uyanış, genci hazırlıksız yakalamakta ve bunaltmaktadır. Genç birden bastıran bunca değişikliğe kendini uyduracak gücü kendinde bulamamaktadır. Çünkü, doğanın bir oyunuyla, bedensel büyüme hızlanmakta, ruhsal olgunlaşma ise geri kalmaktadır. Dengesi bozulan genç bu yeni duruma alışmaya çabalamaktadır. Tepkilerindeki iniş çıkışlar, davranışlarındaki tutarsızlıklar, duygulardaki değişkenlik hep bu uyum çabasıyla açıklanabilir. Başka bir deyişle, genç, içten gelen saldırganlık ve cinsel dürtülerin baskısı altında bunalmakta, kendisi için yeni ve yabancı olan bu duyguları bir düzene sokmaya çalışmaktadır. Tıpkı toy bir sürücü gibi arabasını doğru yolda tutmaya çabalamakta ama sağa sola yalpa yapmadan yol alamamaktadır.

Genç, bir yandan büyümek için sabırsızlanmakta, öte yandan çocuksu davranışlardan sıyrılamamaktadır. Ergenlik belirtilerini yaşıtlarından çok önce gösteren gençlerde bu bocalama daha da belirgindir: Yetişkin boyutlarına ulaşmış bir gövdede çocuk kişiliği vardır. Dün seksek oynayan bir kız çocuğu, ilk aybaşını gördü diye kendini bir günde yetişkin gibi davranmaya zorlayamaz. Bu çelişkiyi kendi içinde duyan genç, anababasının çelişkili tutumlarıyla büsbütün bocalar. Anne kızını sokakta oynatmak istemez, “Artık genç kız oldun!” der. Kardeşine sataşan ağabeye, baba: “Utanmıyor musun, koskoca adam oldun!” der. Öte yandan, “Daha o kadar büyümedin” diye tek başına veya arkadaşlarıyla maça göndermez.

Bu çağ gencin yeni arayışlar içinde olduğu bir çağdır. Genç her şeyden önce kendini aramaktadır. “Ben kimim? Neyim? Ne olacağım? Toplumdaki yerim neresi?” sorularını bilinçli ve bilinçsiz olarak kendi kendine sorar. Kendi kişiliğine çeki düzen vermeye çalışır. Sanki bütün çocukluk dönemlerini yeniden yaşar bu dönemde. Kendi kimliğine kavuşabilmesi için, genç, önce anababa etkisinden sıyrılmaya çalışır. Onun gözünde artık anababası hiç yanılmaz, hep haklı kişiler değillerdir. Onları eleştirici bir gözle yeniden değerlendirmeye girişir. Dolaylı ve açık olarak eleştirir. Beğenileriyle alay eder. Düşüncelerini eskimiş bulur. İnançlarını kuşkuyla karşılar. Sanki anababadan öğrenecek bir şeyi kalmamıştır. Öğütleri batar, uyarıları onu kızdırır. Bunları yaparken, genç hiç kuşkusuz çok aşırıya gider. Kişiliği olduğuna kendini inandırmak için işe yadsımakla başlar. Bu gerçeği gülmece yazarı Mark Twain çok iyi dile getirmiş: “On beş yaşındayken babamı çok bilgisiz sanırdım. Yirmi beşime geldiğimde babamın geçen on yılda ne çok şey öğrendiğini görerek şaştım.” Kuşkusuz babası tüm bildiklerini on yıl içinde öğrenmedi. Ama genç olgunlaştı, duruldu. Babasını daha gerçekçi olarak değerlendirmeye başladı. Altı yaşındayken çocuk, babayı en güçlü, en çok bilen, hiç yanılmaz kişi olarak tanır. Neredeyse Tanrı’laştırır. On altı yaşında onu tahtından indirir, “Bizim ihtiyar” diye küçümser. Yirmi altı yaşında da M. Twain’in gördüğü gibi görmeye başlar.

Gençlik çağı bağımsızlık çağıdır. Topluma karışma çağıdır. Genç evden kopar, çevreye yönelir. Gerçekten bu çağda evde oturmak, gence işkence gibi gelir. spora ilgi artar. Gelişen kaslarını çalıştırmak, içte biriken ve taşan gücünü boşaltmak için en uygun uğraştır spor. Sporun bir alanında kazanacağı başarı kendine güvenini artırır. Daha da önemlisi toplu sporlar, gence, yaşıtlarıyla kaynaşma ortamı sağlar. Kendisini arkadaşlarıyla karşılaştırır. Onların da bağımsızlık çabasında oluşları, başkaldırışları, sorunlarının benzer oluşu, kümeleşmeye yol açar. Anababasından değişik olma eğilimi onu bir bakıma boşlukta bırakmıştır. Bu boşluğu yeni yakınlıklar ve ilişkiler kurarak doldurmak ister. Yaşıtlarının davranış, giyim kuşam beğenilerini benimser. Onlar gibi argo konuşur. Kendine sırdaş ve dert ortağı seçer. Arkadaş kümesi içinde bağlılığa dayanışmaya önem verir. Genç kümede kalmak için kendini arkadaşlarının etkisine bırakır. Onlardan ayrı düşmeye korkar gibidir. Kendini benimsetmek için, arada, kendine aykırı gelen davranışlara bile katılır. Örneğin topluca meyve çalmak gibi, tanımadığı gençlerle kavgaya tutuşmak gibi. Evde arkadaşlarının eleştirilmesini tepkiyle karşılar. Onlara söz söyletmez. Anababa ise gencin kötü arkadaşlara uyup baştan çıkacağından korkar. Sıkı denetleme ve kimi arkadaşlıklarını yasaklama yoluna giderler. Bu ise genci daha çok sokağa iter.

Evde ana ve babasıyla çatışması çok olan bir gencin, arkadaşlara kendini tümden kaptırması olasılığı daha yüksektir. Kendini bulma çabasında olan güvensiz ve yetersiz bir genç, daha atılgan ve becerikli yaşıtlarının egemenliği altına girebilir. Bu nedenle gencin yoldan sapması kötü arkadaşa uyma sonucu ortaya çıkmaz. Tersine, ana babasından yeterli destek bulamayan genç, olumsuz arkadaşlıklara yönelir. Ancak anababanın denetlemesi ve uyarısı gereklidir. En sağlıklı gençler bile ara sıra yoldan çıkma eğilimi gösterebilir. Ana ve babasıyla ilişkileri sağlıklı gelişen bir genç, kendini bir süre kaptırsa bile, geri dönüş yapmasını bilir.

Gençlik dönemi hayranlıkların ve tutkunlukların bol olduğu bir dönemdir. Gençler bir yandan anababa etkisinden sıyrılırken, öte yandan kendilerine yeni örnekler seçerler. Bir öğretmen, bir sporcu, bir şarkıcı, genç bir siyasal önder, onların benzemek istedikleri kişiler olur. Genç hayran olduğu bu kişilere her yönden benzemek ister. Yeteneklerinden kusurlarına değin her şeyini körü körüne beğenir. Bir süre sonra kendine yeni bir örnek seçer, onunla özdeşim kurar. Sürekli değişen hayranlıklar gencin ilerde ne olmak istediğiyle ilgilidir. Bir kişilik, bir amaç, bir ülkü geliştirirken, yoluna çıkan başarılı ve örnek insanlardan kendi benliğine bir şeyler katmaktadır. Bu denemeleri yapan genç, kendine uyacak giysiyi buluncaya dek giysi değiştiren bir insana benzetilebilir.


Kuşkusuz, gençlik çağında ortaya çıkan değişikliklerin tümü olumsuz değildir. Ruhsal alanda yaşanan çalkantı yanında, gençte pek çok olumlu gelişme gözlenir. Bir kez, gencin düşünme  yeteneğinde önemli bir sıçrama olur. Soyut kavramları daha iyi anlar ve kullanır. İlgi alanı genişler ve çeşitlilik kazanır. İlerde seçeceği meslekle ilgili konulara eğilir. Bir şeyler yapmak, başarılı olmak eğilimi çok güçlenmiştir. Eski yeteneklerinden kimisi sivrilir ve öne geçer. Toplumsal olaylara ilgi duyar. Politika ve ülke yönetimi konularında görüşler ileri sürer. Başlangıçta derme çatma olan görüşleri, okuyup tartıştıkça oluşup gelişir. Kendini ve başkalarını gözlem yeteneği güçlenmiştir. Hiçbir şeyi beğenmez tutumu, giderek yerinde eleştirilere ve yorumlara dönüşür. Coşkuludur. Duygu ve düşüncelerini inançla savunur. Haksızlıklara karşı acımasız bir tutum takınır. Yaşanan gerçeklere pek aldırmadan, toplum düzeni birden değişsin, eşitsizlikler birden ortadan kalksın ister. Genç, sağ yada sol bir siyasal akımın etkisinde kalsa da bu amacı değişmez. Hakça bir düzenden, doğruluktan yanadır. Gençlerde bu eğilim o denli güçlüdür ki, bu amaca ulaşmak için kolay çözümlere bel bağlar, yalancı önderlerin ardından gidebilirler. Amaç uğruna, kendilerine de başkalarına da kötülüğü dokunan eylemlere araç olabilirler.

YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...