Kimliğe Karşı
Kimlik Bocalaması
Ergenlik
dönemi çocukluktan yetişkinliğe doğru bir geçiş dönemi olarak kabul
edilmektedir. İlköğretimin ikinci dönemi-ortaöğretim yılları arasına denk gelen
ergenlik dönemi sırasında, organizmada gerçekleşen fizyolojik ve biyolojik
değişiklikler, bu çağa bir çocuk olarak giren bireyi, dönemin sonunda genç bir
yetişkin biçimine dönüştürür. Kuşkusuz küçük çocuğu, genç bir yetişkin yapan
değişiklikler sadece fizyolojik yada biyolojik etkenlere bağlı değildir.
Bilişsel (zihinsel) yapıdaki gelişme, zihinsel yetilerin olgunlaşması, dış
dünyayı algılama ve kavramada değişikliklere yol açar. Öte yandan çocuğun
çevresindeki kişilerin çocuktan beklentilerinde gözlenmeye başlayan
değişiklikler, üstlenilen sosyal rollerde de değişikliklere neden olmaya
başlar.
Özet olarak bu
dönemde hem çocuğun kendisini ve dünyayı algılayışı, hem de diğer insanların
çocuğu algılayışı eskisi gibi değildir. Eskiden hep “çocuk” olarak
algılanırken, şimdi kimi zaman “çocuk”, kimi zaman da “yetişkin” olarak
nitelendirilmektedir. Tüm bu etkenler çocuğu, bir kimlik aramaya doğru iter ve
sonuçta çocuk ergenlik döneminden ya “kimliğini kazanmış” olarak ya da “kimlik
karmaşası” ile çıkar.
Erikson
“kimlik kazanma”yı “kimliğe yönelik olumlu bir duyum” olarak tanımlamakta ve
psiko-sosyal olarak, kişinin kendisini iyi hissetmesi ile açıklamaktadır. Başka
bir anlatımla kimliğini bulmuş kişinin kendisine, kendi bedenine, nerede
olduğuna ilişkin bir güven duygusu vardır ve buna bağlı olarak da kendisini iyi
hisseder.
Ergenlik
döneminde kimlik arayışı başlamasına rağmen, dönemin sonunda mutlaka kimlik
duygusunun kazanılmış olması da gerekmez. Bazı durumlarda kimliğin kazanılması
sonraki gelişim dönemlerine ertelenmiş olabilir. Her ergen bu dönemde belirli
ölçülerde kimlik bocalaması yaşamakta, ancak bazı ergenlerde bocalamanın
şiddeti daha fazla olmaktadır.
Kimlik
bocalamasına yol açan etkenler 3 grupta toplanabilir:
- Düşünce sistemindeki değişiklikler
- Cinsel rollerdeki değişmeler
- Meslek seçimine yönelme
Düşünce
sistemindeki değişikler: Ergenlik çağıyla birlikte, ergende fiziksel
açıdan olduğu kadar bilişsel açıdan ortaya çıkan değişiklikler de dikkati
çekmeye başlar. Piaget’nin görüşüne göre bilişsel gelişim birbirlerinden
niteliksel farklılıklar gösteren dönemlerle hiyerarşik bir sıra izleyen bir
süreç içinde kendini gösterir. Bilişsel gelişimde en son ulaşılan dönem “soyut
işlemler” dönemidir ve bireylerin bu döneme erişme yaşları, ergenlik çağına
girdiği dönemle çakışır. Bu döneme kadar olaylar arası ilişkiler ve neden-sonuç
bağlantılarını, ancak somut işlemler çerçevesinde kavrayan ve düz bir mantıkla
bilişsel işlemler yapan çocuklar, bir olaya bakış açılarının farklı
olabileceğini anlamaya, problemlerin değişik biçimlerde çözümlenebileceğini
görmeye, analiz, sentez, transfer, genelleme gibi üst düzeydeki bilişsel
işlemleri yapabilmeye başlarlar.
Ancak soyut
işlemler dönemine ergenlerin hepsinin aynı anda girmedikleri gibi, bir bilişsel
gelişim döneminden ötekine geçiş de aniden değil, belirli bir süreç içinde
gerçekleşir. Bu geçiş süreci içerisindeki ergenler ise, çevrelerinde olup
bitenlere ilişkin fikir yürütürlerken, “ergenlik dönemi tarzı” denilebilecek
bir mantık işletmektedirler. Bu mantık işletme tarzının bir özelliği “işlem
öncesi” bilişsel gelişim düzeyinin bir özelliği olan “ben-merkezci” düşüncenin
yeniden ortaya çıkmasıdır. Ergen için önemli olanın kendi düşünceleri ve
kendisinin dünyayı algılayış biçimi olması da, bu düşünce tarzının bir ürünü
olarak ortaya çıkar. Ergen bu dönemde kendi kendisini çok eleştirir, kendisini
çok eleştirdiği için de, herkes tarafından eleştirildiğini sanır. Sanki,
herkesin dikkati onun üzerindedir, herkes onun dış görünüşüne çok önem
vermektedir.
Ergenin
ben-merkezci düşünce biçiminin diğer bir özelliği de, kendi düşüncesinin, kendi
inançlarının en doğru, en orijinal olduğunu sanmasıdır. Anlaşılabileceği gibi
ergen bir çelişkiler dünyasında yaşamaktadır. Bir yandan, çevresindekilerin
kendisine ilişkin düşüncelerine çok önem verirken, bir yandan da kendisini
“herkesten daha akıllı” olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı, ergen
yetişkinliğe doğru ilerleyip kendine uygun bir kimlik geliştirdikçe azalmaya
başlar.
Kimliğini
kazanması, bir yetişkin olabilmesi için ergenin başlangıçta bir yetişkin modele
ihtiyacı vardır. Çevresinde güvendiği, sevdiği, kendisini yargılamadığına,
olduğu gibi kabul ettiğine inandığı bir yetişkin bulunduğunda, önceleri ona
benzemek, onun gibi olmak ister. Ancak, anne-baba, öğretmen gibi yakın
çevresindeki yetişkinler tarafından sürekli eleştiriliyor, davranışları
yargılanıyorsa, büyüklerin “kendisini anlamadığına” olan inancı pekişerek
onlardan uzaklaşır. Kendisini aralarında rahat edebileceği, anlayış ve hoşgörü
bulabileceği en yakın gruba yönelir. Çevremizde gözleyerek yada kitle iletişim
araçları yoluyla sık sık tanık olduğumuz gibi çetelerin içine giren, ailesi ile
ilişkisini koparan gençler, kimlik bulma krizinde başarılı olamayanlara örnek
olarak verilebilir. Ergen, eğer kendisine yakınlık gösteren hiç kimse
bulamazsa, bu defa tek başına kalıp içine kapanarak, patolojik davranış
örüntüleri geliştirmeye başlayabilir.
Görüldüğü gibi
ergenler, kendilerini olduğu gibi yargılamadan kabul eden, sevgi, saygı
gösteren, güven ve destek veren özdeşim modelleri ile karşılaşma şansına sahip
olurlarsa, sağlıklı bir kimlik geliştirebilirler. Aksi halde kimlik arayışı ya
da kimlik karmaşası uzun yıllar boyu devam eder.
Cinsel
rollerdeki değişmeler: Ergenlik dönemine gelindiğinde, fiziksel olarak
bedende erkek ve dişi özelliklerinin belirginleşmesi ile birlikte, kadın ya da
erkek cinsel rollerinin benimsenerek, kimliğe dahil edilmesi işlemi hızlanır.
Hızla değişen
sosyo-ekonomik koşullar, geleneksel cinsel rollerdeki değişiklikleri de
beraberinde getirmişlerdir. Bir elli yıl geriye gittiğimizde toplumumuzda kadın
ve erkek rollerinin çok daha belirgin olduğunu görebiliriz. O dönemlerde kız
çocukları genellikle okullarını bitirince evlenirler, anne ve ev kadını
olurlardı. Meslek sahibi kadın sayısı günümüze oranla çok daha sınırlı idi.
Erkek çocukları ise okullarını bitirince bir meslek ya da iş sahibi olurlar,
evlerinin ekonomik sorumluluğunu yüklenirlerdi. 1950’li yıllarda A.B.D.’de
yapılan bir araştırma, ergenlik dönemindeki erkek çocukların kimlik duygusunu
kazanmada kızlara oranla daha iyi durumda olduklarını göstermiştir. Erkekler
gelecekteki eğitimleri ve işlerine yönelik planlar yapmış görünmektedirler.
Kızlarda ise bir rol karmaşası ve kararsızlık gözlenmekteydi. Kızların çoğu
gelecekle ilgili planlarının belirsiz olduğunu ve gelecekteki yaşamlarının,
gelecekteki eşlerine bağlı olarak şekilleneceğini ifade etmekteydiler. Kız
çocuklarının kimlikleri ancak evlendikten sonra belirleniyordu. Ancak, kimlik
algısında cinsiyete bağlı olarak ortaya çıkan bu farklılık doğal kabul ediliyor
ve ergenlerde büyük bir çatışmaya yol açmıyordu.
Günümüze
gelindiğinde ise cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargılar oldukça değişmiş
durumdadır. Kadınlar iş ve meslek yaşamında yüklendikleri sorumluluklarla,
geleneksel olarak erkeklere has olduğu düşünülen rolleri de üstlenmeye,
erkekler ise ev işlerinde ve çocuk bakımında sorumlulukları eşleriyle
paylaşmaya başladılar. Dolayısıyla kadın ve erkek rolleri arasındaki farklıklar
günümüzde gittikçe azalıyor gibi görünmektedir.
Bireyin
geliştireceği cinsiyet rolleri, içinde yaşadığı toplum ve ailesi tarafından
benimsenmektedir. Yapılan araştırmalar kadın yada erkek cinsiyetine ait olarak
kabul edilen ve çoğunluk tarafından benimsenen cinsiyet rolleri ile ilgili
kalıp yargıların bulunduğunu göstermektedir.
Kadınlara has
olduğu düşünülen özellikler; duygusallık, sadakat, yumuşaklık,
fedakarlık, şefkatli olmak, konuşkanlık, aileye yönelik olmak, boyun eğmek,
titizlik, sıcak insan olmak.
Erkeklere has
olduğu düşünülen özellikler; soğukkanlılık, sertlik, bağımsızlık,
hırslı olmak, geniş ilgileri olmak, gerçekçilik, atılganlık, kendine güven,
saldırganlık, etrafına hükmetmek, üstünlük duygusu, katılık.
Bu kalıp
yargılar cinsiyet rolünün kazanılmasında da etkili olmakta, bireyler kendi
cinsiyetlerine ilişkin kalıp yargılara uygun davranma eğilimi
göstermektedirler. Günümüzde gençler arasında cinsiyet rollerine yönelik kalıp
yargıların yaygın olduğu görülmektedir. Bu duruma bağlı olarak ergenler,
cinsiyetler arasında bir farklılık olmadığını düşünmelerine karşın, kendi
cinslerine has olan özelliklerden sıyrılamamışlardır. Bu ikilem de ergenleri,
eskiye oranla cinsiyet rollerine uygun davranışları benimsemede güçlüğe,
dolayısıyla kimlik kazanmada daha çok bocalamaya itmiş görünmektedir.
Ergenlere,
kimlik bocalamasının üstesinden gelebilmeleri için, kalıp yargılardan
etkilenmeden kendi yetenek ve ilgilerine uygun davranış özelliklerini
benimsemelerinde yardımcı olunabilir. Kadın ve erkek cinsiyet rollerine ilişkin
görüşler iki grupta toplanabilir. Bu görüşlerden birisi, kadın ve erkek
cinsiyet rollerinin tek boyutlu olduğunu, yani bireyin sadece kadın veya sadece
erkek cinsiyet rollerine sahip olabileceğini savunmaktadır. Diğer görüş ise
kadın ve erkek cinsiyet rollerinin iki ayrı boyutta olduğunu ve bir bireyin
değişik ölçülerde kadınsı ve erkeksi özelliklere aynı anda sahip olabileceğini
savunmaktadır. Kendi cinsiyetini reddetmeden, her iki cinsiyetin özelliklerini
potansiyelleri ölçüsünde güvenli bir biçimde taşıyan bireylere “androjen birey”
adı verilmektedir. Androjen tipler kendi cinsel kimliğine ilişkin bir rol
karmaşasına düşmeden, her iki cinse ait işleri de yapabilir. Örneğin bir kadın
taksi şoförü olabilirken, bir erkek de ev işlerinde sorumluluklar yüklenir.
Androjen kişilik hakkında araştırmalar yapan Bem(1977), androjen bireylerin
kendilerine daha güvenli ve özsaygılarının daha yüksek kişiler olduğunu
savunmaktadır.
Androjen
davranışlar ana-babalar ve öğretmenler tarafından teşvik edilecek olursa,
ergenlerin nasıl bir cinsiyet rolü edineceklerine ilişkin bocalamaları
azalacaktır. Böylece de kız öğrencilerin eğitim ve mesleklerinde ilerleme için
daha güdülenmiş, erkek öğrencilerin ise kendilerinin ve başkalarının
duygularına karşı daha açık, insanlara karşı daha yumuşak ve sevecen olmalarına
da yardımcı olunabilir.
Meslek
seçimine yönelme: Kişinin seçtiği meslek, yaşam biçiminin nasıl olacağının da önemli
belirleyicilerinden biridir. Harcanacak zaman ve para, yükselme şansı, nerede
ve nasıl bir yaşam sürüleceği gibi etkenler kişinin meslek seçimini büyük
ölçüde etkiler. Erikson’a göre meslek seçimini etkileyen başka bir önemli
faktör de, kimlik duygusudur. Kişinin hangi işte başarılı olabileceğine ilişkin
algısı da meslek seçimi üzerinde önemli bir rol oynar.
Gençlerin
meslek seçimine doğru yönelmeleri lise yıllarına, yani ergenlik dönemine
rastlamaktadır. Meslek seçiminin yaklaşması, kimlik duygusunu da tehdit etmeye
başlar. Tüm yaşamı etkileyebilecek önemli bir karar vermenin gerginliği,
verilen kararın uygunluk derecesine yönelik kuşkular ergeni bir bocalama ve
kimlik karmaşası içine sokar ve her ergen bu karmaşayı değişik ölçülerde yaşar.
Günümüzde
gençlerin bir mesleğe doğru yönelirken yaşadıkları bocalama, geçmişe oranla çok
daha artmış görünmektedir. Teknolojik ilerlemeye bağlı olarak iş ve meslek
kollarının sayısındaki hızlı artışa karşılık, bir mesleğe yönelmek için gerekli
para ve emek miktarındaki artışlar da gençleri gitgide daha çok zorlamaktadır.
Diğer yandan, seçilebilecek meslek sayısındaki artış, gençlerin, değişik
mesleklerin gerektirdiği yetenek ve becerilerle, kendi ilgi ve becerilerinin ne
kadar çakıştığı konusunda bilgi sahibi olmalarını güçleştirmektedir.
Kendilerine uygun bir meslek seçimi için, ortaöğretim yıllarında yeterli yardım
alamayacak olurlarsa, öğrencilerin çoğu kendilerine uygun olsun ya da olmasın,
popüler olarak kabul edilen bir mesleğe doğru yönelmek istemektedirler. Bir
meslek için karar verdikten sonra da sorun bitmemektedir. Üniversite seçme
sınavlarında başarılı olamamak korkusu, sınavı kazanırsa yükseköğretimi yürütüp
yürütemeyeceği gibi kaygılar öğrenciyi daha çok bocalamaya itmektedir.
Bocalama,
kimlik duygusunu da tehdit etmeye başlar. “Ben kimim?, Nasıl biri olmalıyım?,
İşim ne olmalı?” türünden sorulardan, kısaca kimlik karmaşasından kurtulmak
için bazı gençler bir “askıya alma-erteleme” dönemine girerler ve meslek seçimi
gibi önemli kararlar bir süre için ertelenebilir. Gençler kendilerine bir yol
çizmeden, eğitimlerini bir süre için yarım bırakıp, geçici işlerde
çalışabilirler.
Sonuç olarak,
ergene kendini tanıması, ilgi ve yeteneklerini keşfetmesi, kendine uygun
mesleğe yönelmesinde yapılan rehberlik ve bunun yanı sıra ergenin kuşku ve
korkularına duyarlı, anlayışlı bir yetişkin tutumu, mesleki karar verilirken
geçirilen karmaşanın süresini azaltacaktır. Böylece, kimlik duygusunun gelişimi
önemli bir engelle karşılaşmadan devam edecektir.
Görüldüğü gibi
özellikle düşünce sistemi ve cinsel rollerdeki değişmeler ile meslek seçiminin beraberinde
getirdiği güçlükler ergeni bir kimlik karmaşası içine sokmaktadır. Kimlik
karmaşası, kimi gençler için “olumsuz” bir kimlik bulma ile de
sonuçlanabilmektedir. Özellikle genç, çevresindeki anne-baba, öğretmen gibi
kişilerin kendisine yönelik beklentilerini karşılayamayınca, onların
isteklerine bir tepki olarak, beklenenin tam tersine olumsuz bir kimlik
geliştirebilmektedir. Örneğin, sınıfın en başarılısı olması istenen, aldığı
düşük bir notun ailesi tarafından hiçbir zaman hoş görülmediği bir lise
öğrencisi, aslında yükseköğretim yapmayı düşündüğü halde liseyi yarıda
bırakabilmekte; her zaman düzenli olması, davranışlarının kontrollü olması için
zorlanan bir başkası da ailesinden uzaklaşıp, gençlik çetelerine
katılabilmektedir. Gazete haberlerine dikkat edilecek olursa, kendini baskı
altında hissettiği için özgür olmak, gönlünce yaşamak için evlerinden
kaçtıklarını ifade eden gençlerin büyük bir çoğunlunun, ergenlik döneminde
olduğu görülebilir.
Erikson’un
özdeşim kurma ve kimlik karmaşası üzerine görüşleri, ergen davranışını
anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Özellikle lise öğrencilerinin bir bölümü karar
vermenin bunaltısı, cinsel rollere yönelik karmaşa, hatta psiko-sosyal bir
erteleme süreci yüzünden derslere ilgilerini kaybedebilirler. Öğrenciye yakın
anlayışlı bir öğretmen tutumu ve okul-aile işbirliği ile gence verilen
psikolojik destek ve rehberlik, bu dönemde olumsuz bir kimliğe yönelmeyi
önleyecektir.
Kaynak: GELİŞİM VE ÖĞRENME (12. Baskı)
Prof.Dr. Münire Erden
Doç Dr. Yasemin Akman