Biruni hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve
Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların
hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla
doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Coğrafya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet
zikretmiş, âyette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini
birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini
söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile
getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a
tevbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim.
Bâtıl Şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun
elindedir!" demiştir.
Hayatı
Yaşadığı çağa damgasını vurup "Biruni Asrı" denmesine sebep olan zekâ
harikası bilgin 973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta doğdu. Esas adı Ebû Reyhan
b. Muhammed'dir. Küçük yaşta babasını kaybetti. Annesi onu zor şartlarda,
odunsatarak büyüttü. Daha çocuk yaşta araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok
kOnuyu öğrenmek için çılgınca hırs gösteriyordu. Tahsil çağına girdiğinde
Hârizmşahların himayesine alındı ve saray terbiyesiyle yetişmesine özen
gösterildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Bîrûnî'nin en iyi bir eğitim alması
için her imkânı sağladı.
Bu arada İbni Irak ve Abdüssamed b. Hakîm'den de dersler alan bilginimizin
öğrenimi uzun sürmedi, daha çok özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi.
Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sönmeyen azmiyle birleşince 17 yaşında eser
vermeye başladı. Fakat Me'mûnîlerin Kâs'ı alıp Hârizmşahları tarihten
silmeleriyle Bîrûnî'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve Kâs'ı terketmek
zorunda kaldı. Ancak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ünlü bilgin Ebü'lVefâ ile
buluşup rasat çalışmaları yaptı.
Daha sonra hükümdar Ebü'lAbbas, sarayında Bîrûnî'ye bir daire tahsisedip,
müşavir ve vezir olarak görevlendirdi. Bu durum, hükümdarların ilme duydukları
derin saygının göstergesi, bilginimizin de devlet başkanları yanındaki yüksek
itibarının belgesiydi.
Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca hocalarıyla Bîrûnî'yi de oraya götürdü. Zira
onun yanında da itibarı çok yüksekti. "Bîrûnî, sarayımızın en değerli
hazinesidir'derdi. Bu yüzden tedbirli hünkâr, liyakatını bildiği Bîrûnî'yi
Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti. O da orada Hint dil ve kültürünü
bütünüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde
şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağlanan siyasî ve ilmî
araştırmalarına devam etti. Bir devre adını veren, çağını aşan ilmî hayatının
zirvesine erişti. Sultan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Kanunu Mes'ûdî adlı
eseri için Bîrûnî'ye bir fil yükü gümüş para vermişse de o, bu hediyeyi almadı.
Son eseri olan Kitabü'sSaydele fi't Tıb'bı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Üstad
diye saygıyla yâd edilen yalnız İslâm âleminin değil, tüm dünyada çağının en
büyük bilgini olan Bîrûnî, 1051 yılında Gazne'de hayata gözlerini yumdu.
Kişiliği
Bîrûnî, "Elinden kalem düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan, iman dolu kalbi
tefekkürden dûr olmayan, benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir
dâhiydi. Arapça, Farsça, Ibrânîce, Rumca, Süryânice, Yunanca ve Çinçe gibi daha
birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık,
Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi
30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.
Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi, Allah'ın kevnî âyetlerini
anlamak, kâinatın yapı ve düzeninden Allah'a ulaşmak, Onu yüceltmek gâyesine
yönelikti. Eserlerinde çok defa Kur ân âyetlerine başvurur, onların çeşitli
ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kurân'ın belâğat ve i'cazına olan
hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmî kaynaklara dayanma, deney ve
tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.
İbni Sinâ'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmî metod ve yorumları,
günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkîk ve Kanûnı Mes'ûdî
adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmî seviyeye tâ o günden,
ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddî bir
araştırma âbidesi olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine hizmetten mutluluk
duymaktadır.
Gazne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi ve kıblenin tayini için geliştirdiği
matematik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü Rabb'inden sevap ummaktadır. Ayın,
güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler
üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler
elde etti. Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce
attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının
ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır.
Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI denmektedir.
Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil
olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce
Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz.
Biruni, hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint
tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin
hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun
sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey
Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika
kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa sözeden O'dur.
Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan
asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye
doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.
Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme
konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler yaptı. Tarihle
ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Bîrûnî,
ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından
dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi,
kurucusu sayılan Bîrûnî'ye çok şey borçludur.
Bîrûnî, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup
kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından
sözederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp
kalmadı.
Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Cografya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet
zikretmiş, âyette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini
birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini
söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile
getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a
tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim.
Bâtıl şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun
elindedir!" demiştir.
Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk
Tarih Kurumu 68. sayısını Bîrûnî'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde Bîrûnî'yi anmak için sempozyumlar, kongreler
düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi
1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000
yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel dehâ Bîrûnî; Astronom, Tarihçi,
Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı
ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.
Eserleri
Biruni, toplam 180 kadar eser kaleme aldı. En meşhurları şunlardır:
1. EIAsâr'il Bâkiye an'il Kurûni'I Hâliye: (Boş geçen asırlardan kalan
eserler.)
2. EI Kanûn'ül Mes'ûdî; En büyük eseridir. Astronomiden coğrafyaya kadar birçok
konuda yenilik, keşif ve buluşları içine alır.
3. Kitab'üt Tahkîk Mâli'I Hind: Hind Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkında
geniş bilgi verir.
4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l Emâkinli Tashîhi Mesâfet'il Mesâkin: Meskenler
arasındaki mesafeyi düzeltmek için mekânların sonunu sınırlama. Bu eseriyle
Bîrûnî, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin temelini atmış, ilk harcını
koymuştu.
5. Kitabü'I Cemâhirfî Ma'rifeti Cevâhir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap.
6. Kitabü't Tefhimfî Evâili Sıbaâti't Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş.
7: Kitâbü's Saydelefî Tıp: Eczacılık Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını
altı dildeki karşılıklarıyla yazmış.
21 Şubat 2021 Pazar
BİRUNİ
BLAISE PASCAL
Fransız
matematikçisi, fizikçisi, filozofu ve yazarı (1623-1662).
Clermont-Ferrand'da, kültürlü bir yüksek kentsoylu ailede doğan Pascal çok
küçük yaşta bilime merak sardı. 16 yaşındayken önemli geometri ve fizik
kitapları yazdı, sonra da bir hesap makinesi icat etti.
İşte bu dönemde Janseniusçuluğu (kadere dayanan din öğretisi) keşfetti: bu
öğretiye göre Tanrı, daha doğar doğmaz bazı yaratıklara inayetini bağışlıyor
ve böylece, bu kişiler «kurtulacaklarından» emin olabiliyorlardı.
1647'de Paris'e yerleşen Pascal, çok hasta olmasına rağmen, hem bilimsel
incelemelerini (boşluk üzerine denemeler), hem de toplum yaşantısını var gücüyle
sürdürüyordu. Ama çok geçmeden, kızkardeşi Jacqueline'in etkisiyle, Port-Royal
des Champs Manastırı'na çekilip orada bir yalnızlık hayatı sürmeğe başladı.
Janseniusçu dostlarını, Cizvitlere karşı sürdürdükleri kavgada savunmak üzere,
yazdığı Taşra Mektupları, papa tarafından yasaklanmıştı. 39 yaşında, en önemli
eseri olan Hıristiyan Dininin Savunması'nı tamamlayamadan öldü. Hayatını ve
eserini etkileyen dinî inanca sonuna kadar sadık kalmıştı.
BAZI ESERLERİ
Bilimsel incelemeler: Koniler Üzerine Deneme, Boşluğun İncelemesi, Çevrime
İlişkin Değirmi Mektup.
Dinsel ve felsefî eserler: Aşkın İhtirasları Üzerine Konuşma, Anılar, Tanrı
İnayeti Üzerine Yazılar, Hıristiyan Dininin Savunması (ölümünden sonra
"Düşünceler" adıyla yayımlandı).
BUZCANİ
Yazmış olduğu eserlerle astronomiye büyük hizmetlerde bulunan
Ebu'l-Vefâ el-Buzcâni (940-998), küresel astronomide karşılaşılan sorunların
çözülebilmesi için, yeni trigonometrik bağıntıların keşfedilmesi suretiyle
trigonometrinin geliştirilmesi gerektiğini anlamış ve araştırmalarını daha
ziyade bu alana yöneltmiştir.
Habeş el-Hâsib ve el-Mervezi gibi önemli matematikçileri izleyerek, tanjant ve
sekant fonksiyonlarını tanımlamış ve trigonometrik fonksiyonların yayların
büyüklüğüne göre değişen değerlerini 15 dakikalık aralıklarla hesaplayarak
tablolar halinde sunmuştur. El-Mervezi'nin tabloları, tanjant ve kotanjantı
yayın fonksiyonu olarak vermediği gibi, Ebu'l-Vefâ'nınkiler kadar sağlıklı da
değildir.
Ebu'l-Vefâ, * ve * toplam ve farkları 90 dereceden küçük iki yay ve * * * olmak
şartıyla, sin (* + *) - sin * * sin * - sin (*-*) eşitsizliğini bulmuş ve
sonradan kendi adıyla anılan bu teoremi kullanarak sin 30 dakikanın değerini
sekiz ondalığa kadar doğru bir biçimde hesaplamıştır.
Aynı zamanda birim dairenin yarıçapını 1 olarak kabul eden Ebu'l-Vefâ'nın bu
alandaki uğraşları, trigonometrik fonksiyonların yaya bağlı değerlerinin daha
doğru hesaplanabilmesi yolundaki çabalara güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Ayrıca, sin * ve sin * bilindiğinde, sin (* * *)'dan hareketle, 2 sin² */2 * 1
- cos * ve sin * * 2 sin */2 . cos */2 bağıntılarını bularak, yarım açının
sinüs ve kosinüsünün hesaplanmasını sağlamıştır.
Ebu'l-Vefâ el-Buzcâni, küresel üçgenlerin çözümünde kullanılan çeşitli
bağlantıları bulmak suretiyle bu konunun gelişmesine de büyük hizmetlerde
bulunmuştur. Müslüman matematikçiler tarafından Şeklü'l-Katta, yani Kesenler
Teoremi diye adlandırılan Menelaus Teoremi'ni kullanarak bir dik açılı küresel
üçgende, sin a / sin c * sin A ve tg a / tg A * sin b eşitliklerinin geçerli
olduğunu göstermiş ve bu eşitliklerden cos c * cos a . cos b eşitliğini
çıkarmıştır.
Dik açılı olmayan küresel üçgenler için sinüs teoremini ilk defa onun bulmuş
olması pek muhtemeldir. Ebu'l-Vefâ, matematiğin diğer bazı dallarına da önemli
katkılarda bulunmuştur. Bağdat'ta yaptığı gözlemlerle ekliptiğin eğimini
ölçmüş, mevsim farklarını bulmak için ekinoksları gözlemlemiş, ayrıca Bağdat'ın
enlemini ölçmüştür.
El-Zic el-Vâzıh adlı bir de zic hazırlamıştır. Astronomide ilk müşterek çalışma
örneğini vermiştir. Beyrûni ile ilişki içinde olan Ebu'l-Vefa Bağdat'ta,
Beyrûni ise Harezm'de 997 yılındaki Ay tutulmasını gözlemlemişler ve her iki
kentteki tutulma farkını bir saat olarak bulmuşlardır. Buradan iki kent
arasındaki boylam farkını doğru olarak saptama olanağını elde etmişlerdir.
Ayrıca her iki bilim adamı da tutulma düzlemini 23 derece 37 dakika olarak
belirlemişlerdir.
Ebu'l-Vefâ, çalışmalarını iki farklı gözlem evinde yürütmüştür. Bunlardan
birisi Şemsüddevle ve diğeri ise kendi gözlemevidir. Bu ikincisinde onun büyük
boyutlu aletler yaparak dakik gözlemlerde bulunduğu söylenmektedir.
BÜYÜK PLINIUS
Eski Romalı doğa bilgini ve ansiklopedi yazarı Plinius’un,
Historia Naturalis adlı yapıtı, en geniş kapsamlı ilk ansiklopedi olarak kabul
edilir. Tam adı Gaius Plinius Secundus’tur ve "Genç Plinius" adıyla
tanınarak konsüllüğe dek yükselmiş ünlü bir yazar olan yeğeni Gaius Plinius
Caecilius Sencundus’tan ayırt etmek üzere "Büyük Plinius" diye
anılır.
Şövalye sınıfından varlıklı bir ailenin oğlu olan Büyük Plinius, edebiyat,
güzel söz söyleme sanatı ve hukuk okuyarak iyi bir öğrenim görmesi için, on iki
yaşındayken Roma’ya gönderildi. 47’de, toplumun yalnızca üst sınıflarına
tanınmış bir hak olan devlet memurluğunun ilk aşamasındaki askerlik görevine
başladı ve Germanya’daki bir süvari birliğinin komutanlığına getirildi.
Askerlik ve tarih konusundaki yapıtlarıyla ilk yazarlık ürünlerini verdiği bu
on yıllık görev süresinin bitiminde, İtalya’ya döndü ve büyük olasılıkla Roma’da
hukuk öğrenimini tamamlayarak avukatlığa başladı.
Siyasal bir görev almaktan kaçınıp, yalnızca dil bilgisi, konuşma sanatı gibi
sakıncasız konularda yapıt verdiği ve yoğun bir araştırmaya yöneldiği o yıllar,
Neron’un imparatorluk dönemine rastlar.
Plinius, bilim tarihindeki yerini, o güne değin edinilmiş tüm bilgileri
derlemek amacıyla kaleme aldığı, insanlık tarihinin ilk ansiklopedisi sayılan
dev yapıtına borçludur. "Doğa Tarihi" adı altında birleştirilmiş otuz
yedi kitaptan olşan bu yapıt, 500’e yakın Eski Yunanlı ve Romalı yazarın
bıraktığı 2 bini aşkın kitabın içeriğinden özetlenmiş yoğun bir bilgi
derlemesidir.
Tüm yaşamını her konuda bilgi derlemeye adayan ve yorulmak bilmez bir
araştırmacı olan Plinius’un ansiklopedisi, ne yazık ki duyduğu her bilgiyi
ayrım yapmaksızın ve sınamaksızın yapıtına aldığı için çük büyük yanlışlarla
doludur ve bilimsel olmaktan çok uzaktır.
Özellikle hayvanlarla ilgili bölümlerinde efsane yaratıklara, garip canavarlara
ve bu yaratıklar üzerine söylenmiş inanılmaz öykülere yer vermesi, yapıtın
bilimsel değerine büyük ölçüde gölge düşürmüşse de, Eskiçağ sanatına ilişkin
son ciltlerin belgesel değeri ve Yunanca bitki ya da hayvan adlarının Latince
karşılıklarını veren terimleme çalışmaları, yapıtın ününün bugüne değin
süregelmesi için yeterli olmuştur.
CABİR İBN HAYYAN
Yapmış olduğu kuramsal ve deneysel araştırmalarla kimyanın
gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan Câbir İbn Hayyân'ın hayatı hakkında pek
fazla bir bilgiye sahip değiliz. Diğer Müslüman bilginler ve kimyacılar gibi,
Câbir de, Aristoteles'i izleyerek maddeyi dört unsur (toprak, su, hava ve ateş)
kuramıyla açıklamaya çalışmış ve bu unsurların nitelikleri (kuru-yaş ve
soğuk-sıcak) farklı olduğu için bunların birleşmesinden oluşan maddelerin de
farklı özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir. Hellenistik dönem
simyagerlerinden de etkilenmiş olan Câbir İbn Hayyân, Yeryüzü'ndeki bütün
maddeleri 3 ana grupta toplamıştır:
Alkol gibi uçucu olan gazlar.
Altın, gümüş, bakır ve kurşun gibi metaller.
Bazı boya maddeleri gibi, uçucu ve metalik olmayan ara maddeler.
Cabir İbn Hayyan'a göre, bütün maddeler doğada saf olarak bulunmaz ama damıtma
işlemiyle onları saflaştırmak olanaklıdır; ayrıca sadece cansızları oluşturan
maddeler değil, canlıları oluşturan maddeler de damıtılabilir. Söylediğine
bakılırsa, suyu 700 defa damıtmış ve sonuçta bu unsurdaki yaşlık niteliğini yok
ederek, sadece soğuk niteliğini içeren saf elementi elde etmeyi başarmıştır.
Organik kökenli maddeleri damıtmak suretiyle, Câbir'in çeşitli boyaları,
yağları ve tuzları elde ettiği bilinmektedir.
Câbir İbn Hayyân metallerin oluşumunu, daha önce de söz konusu edilen kükürt-cıva
kuramıyla açıklamak istemiştir. Bilindiği gibi, kükürt-cıva kuramının
kökeninde, Yunan Dünyası'nda özellikle Pythagorasçılar tarafından savunulmuş
olan ikilem görüşü bulunmaktadır; bu görüşe göre, her şey, kadın-erkek ve
iyi-kötü gibi ikilemler çerçevesinde oluşur ve anlaşılır. Bu görüş daha
sonraları, 16. yüzyılda Paracelsus (1493-1541) ve onu destekleyenler tarafından
yeniden ele alınacak ve bu temel üzerinde, yeni bir ikilem olan Asit-Baz Kuramı
biçimlendirilecektir.
Metallerin oluşumunu açıklamak maksadıyla ortaya atılmış olan kükürt-cıva
kuramına göre, altın, gümüş ve bakır gibi metallerin birbirlerinden farklı
olmalarında, bunların temelini teşkil eden kükürdün farklılığı kadar,
oluşmaları sırasındaki ısı farkları ve Güneş ışığı da önemli bir rol oynar.
Yeni bir metal meydana getirmek üzere birleşen kükürt ve cıva daha önceki
özelliklerini terkederek yeni bir birim oluştururlar.
Câbir'in bildiği metaller altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalaydan
ibarettir. Kimya alanına önemli katkılarda bulunmuş olmakla birlikte, Câbir de
tipik bir simyager gibi el-iksir elde etmek üzere birçok deney yapmış ve
çeşitli el-iksir formülleri geliştirmiştir. Câbir İbn Hayyân'ın yapmış olduğu
araştırmalar sonucunda, kimya bilimine yapmış olduğu katkıları üç madde altında
toparlamak olanaklıdır:
Element görüşünün oluşmasına yardımcı olmuştur.
Deneylerinde, ölçü ve tartı işlemleri üzerinde hassasiyetle durduğu için,
nicelik anlayışının güçlenmesini sağlamıştır.
Çalışmaları sırasında geliştirmiş olduğu yeni aletlerle kimya teknolojisinin
ilerlemesine aracı olmuştur.
CARL FRIEDRICH GAUSS
Fakir bir Alman ailenin çocuğu olan ve "Matematiğin
Prensi" olarak anılan Gauss'un (1777-1855) dehası çok erken yaşlarda
kendini göstermiş ve konuşmayı öğrenmeden önce toplama ve çıkarma yapmayı
öğrenmiştir.
Güç koşullar altında sürdürdüğü eğitimini, 14 yaşındayken bir asilin sağladığı
destekle güvence altına alabilmiştir. 16 yaşında Eukleides Geometrisi'nin
alternatifi olacak yeni bir geometri tasarlamış ve 18 yaşındayken Lagrange ve
Newton'un eserlerini incelemiştir.
Üniversitede öğrenciyken, sadece pergel ve cetvel kullanarak 17 kenarlı düzgün
bir çokgenin çizilmesi metodunu bulmuştur. Bu buluşundan çok mutlu olmuş ve
mezarının üzerine bu çokgenin oyulmasını istemiştir. Archimedes tarafından
başlatılan bu geleneğin birçok matematikçiyi etkilediği anlaşılmaktadır.
Sayılar teorisi üzerine yazmış olduğu ilk büyük eseri "Disquistiones
Arithmeticae" (Aritmetik Araştırmaları) ona şimdiki ününü kazandırmıştır.
Eseri okuyan Lagrange, Gauss'a şunları yazmıştır: "Eseriniz sizi bir anda
birinci sınıf matematikçiler arasına yükseltmiştir. Uzun zamandan beri yapılmış
en güzel analitik keşfi ihtiva eden son bölümü çok önemli kabul ediyorum."
Gauss'un bu yapıtı modern sayılar teorisine temel olmuştur. Ona göre, sayılar
teorisi çok önemlidir: "Matematik, bilimlerin kraliçesi olduğu gibi,
sayılar teorisi de matematiğin kraliçesidir." Yeni yüzyılın ilk gününde (1
Ocak 1801) Ceres adı verilen gezegenciğin bulunması, Gauss'un astronomiye
ilgisini uyandırmıştır; az sayıda gözlemden yararlanarak bu gezegenciğin
yörüngesini hesaplama sorununu, Gauss, 8. dereceden bir denklem yardımıyla
çözmüştür.
1802'de bulunan diğer bir gezegencik olan Pallas ile de ilgilenmiştir. İkinci
eseri, bu iki gezegenciğin hareketleriyle ilgilidir. 1821 yılında Gauss, resmi
bir jeodezi araştırmasına bilim danışmanı olmuş ve bu görevi ona yüzeyler ve
haritacılıkla ilgili yeni teoriler ilham etmiştir.
Yıllar geçtikçe Gauss'un ilgisi matematiksel fiziğe ve karmaşık geometri
araştırmalarına yönelmiştir. Bu dönemde Yer'in magnetik alanı üzerine deneysel
çalışmalar yapmış ve uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak etkileyen
kuvvetler kuramını ileri sürmüştür.
1833 yılında Weber ile birlikte bir elektrik telgrafı kurmuş ve bununla düzenli
mesajlar göndermiştir. Onun elektromagnetizm ile ilgili araştırmalarının 19.
yüzyılda fizik biliminin gelişmesine büyük katkısı olmuştur.
Günlüklerinin ve mektuplarının ortaya çıkması, bazı önemli düşüncelerini
kendisine saklamış olduğunu göstermiştir; bu belgelerden, Gauss'un 1800 gibi
erken bir tarihte, eliptik fonksiyonları keşfetmiş olduğu ve 1816'da
Eukleides-dışı geometriyi bildiği anlaşılmaktadır. Eukleidesçi uzay kavramının
apriori (önsel) olduğunu savunan Kant'ın isabetliliğinden kuşkulanmış ve uzayın
gerçek geometrisinin ancak deneyle bulunabileceğini düşünmüştür.
Gauss sadece bilimsel konularla ilgilenmemiştir; Avrupa edebiyatı, Yunan ve
Roma klâsikleri, Dünya politikası, botanik ve mineroloji gibi konular da ilgi
alanına girmektedir. Ana dili Almanca ile birlikte, Latince, İngilizce,
Danimarkaca ve Fransızca okuyabildiği ve yazabildiği bilinmektedir; 62 yaşında
bu dillere Rusça'yı da eklemeye karar vermiş ve iki yıl içinde bu dili de
öğrenmiştir.
CHARLES DARWIN
(1809 - 1882) Düşünce
tarihinde pek az bilim adamı Darwin ölçüsünde tepki çekmiştir. Evrim kuramını
içine sindiremeyenler onu hiç bir zaman bağışlamamışlardır. Yaşadığı dönemde,
"Maymunla akrabalık bağın annen tarafından mı, baban tarafından mı?"
diye alaya alınmıştı. Günümüzde ise daha ileri giden, onu bir
"şarlatan", dahası bir "şeytan" diye karalamak isteyen
çevreler vardır.
Bir bilim adamına gösterilen bu tepkinin nedeni neydi? Darwin kimdi, ne
yapmıştı?
Darwin küçük yaşında iken de horlanmıştı, hem de babası tarafından: "Seni,
anlaşılan, ava çıkma, köpeklerle eğlenme ve fare yakalama dışında hiç bir şey
ilgilendirmiyor. Geleceğin, kendin ve ailen için yüz karası olacaktır!"
Geleceğinin yüz karası olacağı söylenen çocuk, biyolojinin anıt yapıtı Türlerin
Kökeni'nin yazarı, tüm çağların sayılı bilim adamlarından biri olur.
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Charles Darwin, sekiz yaşına
geldiğinde annesini yitirir. Çocuğunun iyi yetişmesi yolunda hiç bir şey
esirgemeyen babası başarılı ve saygın bir hekimdi. Dedesi Erasmus Darwin, evrim
konusuyla ilgilenen tanınmış bir doğa bilginiydi.
Entellektüel bir çevrede büyüyen Charles okulda parlak bir öğrenci değildi.
Öğretmenleri arasında ona "aptal" gözüyle bakanlar bile vardı. Oysa
bu bakış, yüzeysel bir izlenimi yansıtmaktaydı; sıkıntı Charles'ın okul
programıyla bağdaşmayan kendine özgü ilgilerinden kaynaklanıyordu. Hayvanlara,
özellikle böceklere derin bir ilgisi vardı. Daha küçük yaşında onu saran bu
ilgi, ilerde belirginlik kazanan üstün gözlemleme yeteneğinin itici gücüydü.
Üniversitede, ilk iki yılını alan tıp öğrenimi başarısız geçer. Dönemin
tartışma konuları arasında onu yalnızca canlıların kökeni sorunu
ilgilendirmekteydi. Ama babası umudunu tümüyle yitirmek istemiyordu; hekim
olmak istemeyen oğlunu hiç değilse din adamı olmaya ikna eder.
Edinburg'dan Cambridge Üniversitesine geçen delikanlı burada da, teoloji
öğreniminin yanı sıra böcek toplama etkinliğini sürdürür; oluşturduğu zengin
koleksiyonla bilim çevrelerinin beğenisini kazanır. Bu arada botanik ve jeoloji
derslerini de izlemekten geri kalmaz.
Yirmi iki yaşında üniversiteyi bitirir, ama kilisede görev almaya yönelik
değildir. Bir rastlantı, aradığı olanak kapısını ona açar. Güney Amerika
kıyılarından başlayarak uzun süreli bir araştırma gezisine çıkmaya hazırlanan
kraliyet gemisi Beagle'e doğa araştırmacısı aranmaktaydı. Botanik profesörünün
tavsiyesi üzerine Darwin'e, masraflarını kendisinin karşılaması koşuluyla, bu
görev verilir. Ancak genç bilim adamının babasının desteğini sağlaması kolay
olmaz.
1831'de başlayan geziye Darwin beş yıl süren yoğun ve çetin bir uğraşla,
dünyanın henüz bilinmeyen pek çok kıyı ve adalarında türlere ilişkin fosil ve
örnekler toplar; gözlemsel bilgiler edinir, notlar alır. Doğa onun için
tükenmez bir laboratuvardı. Özellikle Gallapagus adalarındaki dev kaplumbağalar
ile kuşlar üzerindeki gözlemleri, değişik çevre koşullarında türlerin nasıl
oluştuğu konusunda ona önemli ipuçları sağlamıştı. Kimi türlerin çevreyle uyum
kurarak sürdürdüğü, kimi türlerin ise değişen koşullarda uyumsuzluğa düşerek
yok olduğu izlenimi kaçınılmazdı.
Ülkesine döndüğünde Darwin'in yapması gereken şey, topladığı bilgileri işlemek,
evrim olgusuna kanıtlara dayalı açıklık getirmekti. Ne var ki, bu kolay
olmayacaktı. Bir kez toplanan gözlem verilerinin düzenlenmesi bile yıllar
alacak bir işti. Sonra, evrim konusu dikenli bir sorundu; yerleşik önyargılara
ters düşmek kolayca göze alınamazdı.
Darwin incelemelerinden türlerin sabit olmadığını, uzun süreli de olsa, çevre
koşullarına göre değiştiğini öğrenmişti. Ama "evrim" denen bu
değişimin düzeneği neydi? Bu soruya yanıt arayışı içinde olan Darwin'e 1838'de
okuduğu bir kitap ışık tutar. Thomas Malthus'un yazdığı Nüfus Üzerine Deneme
adlı bu kitap ilginç bir tez ortaya koyuyordu: canlılar için yaşam bir var olma
ya da yok olma savaşımıdır; çünkü, hemen her çevrede, nüfus artışı beslenme
olanaklarını kat kat aşmaktadır. Bu savaşımda güçlüler karşısında zayıf
kalanlar yok olup gider; çevresiyle uyumsuzluğa düşenler elenirken, uyum
kuranlar çoğalır.
19. yüzyılın acımasız kapitalizminin "laissez faire et laissez
passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganında da yansıyan
bu düşünce, Darwin'in yirmi yıl sonra açıkladığı evrim kuramının özünü
oluşturur: doğal seleksiyon evrimin itici gücü, ilerlemenin dayandığı
düzenekti.
Evrim düşüncesi, insanın kendi varlık kökenini bilme merakım da içermektedir.
İlkel topluluklarda bile kendini açığa vuran bu merakın özellikle mitoloji ve
dinlerin oluşumundaki rolü yadsınamaz. Ancak bilim öncesi açıklamalar masalımsı
birer öğreti niteliğindedir. Her şey gibi insan da Tanrısal gücün ürünüdür.
Gelişmiş dinlerde bile evrim düşüncesi yer almamıştır.
Evrimden ilk söz edenler, M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan İyonya'lı filozoflar
olmuştur. Thales tüm nesneler gibi canlıların da sudan oluştuğu savındaydı.
Daha çarpıcı görüşü onu izleyen Anaximander'de bulmaktayız: "Canlıların
kaynağı denizdir. Başlangıçta balık olan atalarımızdan bugünkü formumuza
evrimleşerek ulaştık." Gene o dönemin bir başka filozofu, Herakleitus,
canlıların gelişmesinde aralarındaki çatışmanın rolüne değinir. Bunlardan
ikiyüz yıl sonra gelen antik çağın ünlü filozofu Aristoteles'te evrim düşüncesi
daha belirgindir. Onun görüşünde aşağıdaki ilginç noktaları bulmaktayız:
(1) Canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğu,
(2) Organizmaların basitten daha karmaşık formlara doğru geliştiği,
(3) Canlıda organların ihtiyaca göre oluştuğu.
Ancak ortaçağ teolojisinde bu tür düşüncelere yer yoktu. Gerçek kutsal
kitaplarda açıklanmıştı. Evrim düşüncesi bir sapıklıktı.
Evrime bilimsel yaklaşım, Aydınlık Çağı'nın sağladığı göreceli özgür düşünme
ortamını bekler. Bu alanda ilk adımı Fransız doğa bilimcisi Buffon'un attığı
söylenebilir. Buffon, canlıların sınıflanmasına ilişkin Aristoteles sistemini
düzeltme ve geliştirme amacıyla çalışmaya koyulur. İlgilendiği konuların
başında evrim geliyordu. Fosil ve diğer kanıtlara dayanarak canlı türlerin
evrimle oluştuğu görüşüne ulaşmıştı. Ama kilisenin sert tepkisiyle
karşılaşınca, Buffon, "Kutsal kitapta bildirilenlere ters düşen sözlerimi
geri alıyorum" diyerek sessizliğe gömülür.
Ünlü isveç botanikçisi Linnaeus'un modern sınıflama yöntemine ilişkin çalışması
evrim düşüncesine destek sağlayan başka bir girişimdir. Darwin'in dedesi
Erasmus Darwin de, Buffon gibi, canlıların yaşam dönemlerinde edindikleri
beceri veya özelliklerin yeni kuşaklara geçmesiyle evrimleştiği görüşündeydi.
Bu görüşü geliştiren Fransız doğa bilgini Lamarck ise evrim konusunda oldukça
tutarlı ilk kuramı oluşturur. Kısaca, "canlıların yaşam dönemlerinde
kazandıkları özelliklerin ya da uğradıkları değişikliklerin (bunlar çevre
koşullarının etkisinde ortaya çıkabileceği gibi, organların kullanış veya
kullanışsızlık nedeniylede olabilir) kalıtsal yoldan yeni kuşaklara
geçtiği" diye özetleyebileceğimiz bu kuram, sağduyuya yatkın görünmesine
karşın, bilim dünyasında beklenen ilgiyi bulmaz.
Kuramın olgusal içerik yönünden yetersizliği bir yana, bilinen kimi gözlemsel
verilere ters düşmesi benimsenmesine olanak vermiyordu. Açıklama gücünü bugün
de koruyan, daha kapsamlı ve tutarlı evrim kuramını Darwin'e borçluyuz. 1859'da
yayımlanan Türlerin Kökeni adlı yapıtta ortaya konan bu kuramın benimsenmesine
ortam hazırdı. Kısa sürede bir kaç yeni basım yapan kitap, insanlığın dünya
anlayışında eşine pek rastlanmayan köklü bir devrime kapı açmaktaydı.
Dönemin seçkin bilginlerinden T. H. Huxley'in şu sözlerinin çağdaşı pek çok
bilim adamının duygularını dile getirdiği söylenebilir: Biz türlerin oluşumuna
ilişkin, doğruluğu olgusal olarak yoklanabilir bir açıklama arayışı içindeydik.
Aradığımızı Türlerin Kökeni'nde bulduk. Kutsal kitabın masalımsı açıklaması
geçerli olamazdı. Bilimsel görünen diğer açıklamaları da yeterli bulamıyorduk.
Darwin kuramı her yönüyle bilimsel yeterlikte idi.
Kuramın dayandığı iki temel nokta vardır:
(1) Canlı dünyada, yeni türlerin oluşumuna yol açan sürekli ama yavaş giden
değişim;
(2) "Doğal seleksiyon" dediğimiz evrim sürecini işler kılan düzenek.
Birinci nokta, türlerin sabitliği varsayımını içeren yerleşik öğretiye ters
düşmekteydi. İkinci nokta, evrimin tüm ereksel görünümüne karşın salt mekanik
terimlerle açıklanabileceğini göstermekteydi.
Darwin kuramının özünü oluşturan doğal seleksiyon, başlangıçtan günümüze değin,
değişik eleştirilere uğramıştır. Bu nedenle, ilkenin öncelikle açıklığa
kavuşturulması gerekir. Darwin'in evrim kuramı, gözlenebilir üç olgu ve iki
ilke içerir.
İlk olgu, üreme biçimleri ne olursa olsun, canlıların geometrik diziyle çoğalma
eğilimidir.
İkinci olgu, bu eğilime karşın türlerde nüfusun aşağı yukarı sabit kaldığıdır.
Bu iki olgudan, Darwin 'yaşam savaşımı' ilkesine ulaşır.
Üçüncü olgu, canlıların (bir türü hatta bir aileyi oluşturan bireylerin bile)
az ya da çok belirgin farklılıklar sergilemesidir. Yaşam savaşımı ilkesiyle
birleşen bu olgu Darwin'i temel ilkesi olan doğal seleksiyon düşüncesine
götürür. Belli bir çevrede farklı özellikler taşıyan bireyler arasında yaşam
savaşımı varsa, doğal koşullara uyum bakımından, özellikleri üstünlük sağlayan
bireylerin (veya türlerin) egemenlik kurması, diğerlerinin elenmesi
kaçınılmazdır.
Evrim sürecinin dayandığı bu düzeneğe, tüm eleştiri ve uğraşlara karşın, daha
geçerli diyebileceğimiz bir alternatif bulunamamıştır. Ayrıntılarında kimi
değişikliklere uğramakla birlikte, kuramın sürgit Darwinci kalmayacağını
gösteren herhangi bir belirti yoktur ortada!
Newton, yerçekimi ilkesiyle devinim yasalarının, yersel ya da göksel, tüm
nesneler için geçerli genellemeler olduğunu göstermişti. Darwin de yaşam
savaşımı, doğal seleksiyon, çevreye uyum gibi bir kaç ilke içeren kuramıyla
evrim olgusuna bilimsel açıklama getirdi; insanın ottan çiçeğe, amipten maymuna
uzanan canlı dünyanın bir parçası olduğunu gösterdi.
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
-
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
TÜRKİYE’NİN DAĞLARI Türkiye, çok engebeli ve yüksek bir ülkedir. Türkiye arazisinin yaklaşık yarısından fazlası 1000 – 2000 metre arasın...