13 Şubat 2014 Perşembe

ERGENLİK SORUNLARINA KARŞI HANGİ DİLİ KULLANMALIYIZ

Ergenlik döneminde başarılması gereken gelişim görevleri:  
1) Cinsel rolü kabullenme, ona göre davranışlar geliştirme
2) Duygusal bağımsızlığını kazanma , kendi başına karar verebilme
3) Arkadaşlık yeteneklerini geliştirebilmesi
4) Çatışan değerleri uzlaştırma
5) Meslek seçimini yapabilme
6) Öz kimliğine ulaşabilme ve bunu kabullenme

Ergenliğin ilk yıllarında birey ne çocuktur ne de gençtir. Ergenliğin ilk yıllarında kişi çelişkili tutarsız davranışlar ortaya koyarken  ergenliğin son yıllarında  daha tutarlı ve belirgin davranış örüntüleri geliştirmeye başlamıştır. Eğer bir kimse bebeklik çağından başlayarak ergenlik yıllarına kadar getirdiği kişilik yapısında temel güven duygusu yerine suçluluk, başarı yerine yetersizlik duygusuyla yoğrulmuş bir benlik geliştirdiyse bu yapı ergenlik çağının doğal bunalımları sırasında onu çok fazla zorlayacaktır.
Ergenliğin ilk yıllarında anne ve babaların çocukları hakkında genellikle şöyle konuştukları görülmüştür. Asi ve hırçın, evde huysuz, durgun, dalgın, sorumsuz, kendi başına buyruk, alıngan, karamsar  vs. 
Bu olumsuz davranışlar benlik yapısının bir zorlama karşısında bulunduğunu göstermektedir.
Bu zorlanmaların daha çok bağımsızlığa duyulan gereksinmenin artışından ve cinsel uyanıştan kaynaklandığı söylenebilir.
Vücut enerjisinin büyük bir kısmını cinsel büyüme ve olgunlaşmaya sarf ettiğinden ergenin dengeli beslenmesi gerekir. Ergende açlık dürtüleri sık hissedildiğinden bunu bastırmak için abur cubur yeme eğilimi artmaktadır.  Bazı çocuklarda ergenliğin ilk yıllarında yüz ve bedenin bazı kısımlarının simetrisini kaybetme görünümünün geçici  olacağı konusunda çocukların kaygısı giderilmelidir.
Ergenlik yıllarında görülen ve çocukların çok şikayet ettikleri terlemelerin sağlıksızlık işareti olmadığının ama beden temizliği yönünden özen ve itina isteyen bir durum olduğu konusunda onlar bilinçlendirilmelidir. Bazı ergenlerin gelişen bedenlerinin utanç veya psikolojik rahatsızlık duymaları mümkündür. Bunun sonucu onlarda sakarlık artmakta, kambur oturma, kartal yürüme gibi  alışkanlıkları gelişmektedir.

Kimlik duygusu genç yetişkinlik yıllarında şu gelişim görevlerinin etkisi altında bireyde yerleşme olanağı bulabilmektedir:
1) Aileden bağımsız olma duygusunun yerleşmesi
2) Duygusal çelişkileri kabul edebilmeyi öğrenme
3) Otorite ile ilgili ilişkileri düzenleyebilme
4) Cinsellikle ilgili psikolojik olgunlaşmaya ulaşma
5) Kendini güvende hissetme
Topluma  ters düştüğü halde ona yabancılaşmayan yada topluma baş kaldıran gençler alkol ve uyuşturucu madde alışkanlığı içinde ya güçsüz benliğinin kendine verdiği acıyı unutmaya çalışmakta yada aşırı bireyselleşme çabası içine düşmektedirler.

Bedensel gelişmede değişiklikler:  
Boy uzaması, ağırlığın artması, yüzde sivilcelerin olması, hormonların yoğun çalışmasına bağlı olarak sık terleme, keskin koku, ses değişmesi. Kızlarda melodili bir hal alır. Erkeklerde ses çatallaşır.

ERGENİN KİŞİLİK GELİŞİMİ
Bağımsızlık arayışı içindedir.  Grubun beğenisini kazanmak önemlidir. Kimlik arayışı içindedir. İlgi çekmek ister.
Duygusal Gelişimi: Bencildir hem de fedakardır. Bir lidere körü körüne boyun eğerken diğer yandan yetişkinlere isyan eder. Karşı cins tarafından beğenilmek ister.

ERGENLİK  DÖNEMİNDE KARŞILAŞILABİLECEK SORUNLAR
Ergenlerin en hassas olduğu nokta güç kullanarak hükmedilmeye çalışılmasıdır. Ergen anne ve babalarından büyüdüğünü kabul etmelerini ve bu konuda tutarlı davranmalarını bekler. Böyle durumlarda ergen kendini anlaşılmamış ve engellenmiş hisseder. Bu dönem yoğun bir eleştirme, inceleme, karşılaştırma dönemidir. Kardeşler arası çatışma yaşar. Kardeşlerinden kendilerini anlamalarını büyüdüklerini fark ederek saygı göstermelerini beklerler.  Anne babalar ergenlik döneminde çocuklarının kendilerinden uzaklaştıklarını hissederler ve üzülürler.  Aslında ebeveynlerine her zamankinden daha fazla bağlıdır.
Başarı ergenlik döneminde düşebilir. Nedeni  dağılan bilgiyi toparlayamamak , ders çalışmak için gerekli motivasyonu sağlayamamaktır. Sürekli hayal kurmaktan, kendilerini verememekten şikayet ederler. Ancak nedenini anlayamazlar. Ergenler ilgi odağı olmaktan hoşlanırlar. Ergenler heyecanlı ve acelecidirler.  Öğretmenlerde kişilik ve bilgi birikimine dikkat ederler.

SEN İLETİLERİ :
İnsanlar sen iletilerinden hoşlanmazlar. Bunlar ilişkiye zarar verir . Bunun üç nedeni vardır.
1) İnsanlar  neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar.
2) Ben iletileri yardım çağrılarıdır. Bu ilişkilere sıcak tepkiler verirler. Newyork‘ta yapılan bir araştırmada telefon konuşmalarında en çok geçen kelime ben olarak tespit edilmiş. 500  konuşmada 3990 defa ben kelimesi geçmiş, çünkü herkes ben diyor. Herhalde bu kadar ben’in bizimle ilgilenmesini bekleyemeyiz. Öğretmenler istenmedik davranışlarını düzeltmek için sıklıkla neden dikkat etmiyorsun gibi sen dili kullanırlar.
3) Sen dili doğrudan  suçlayıcı ve olumsuz olarak yargılayan bir ifadeyi içerdiği için mesajı alan kişi savunucu bir tutuma girer. Ben dilinde öğrenci doğrudan kendi kişiliğine yönelik olumsuzlukla karşı karşıya kalmadığı için öğretmen ile öğrenci arasındaki iletişim bozulmaz.
Her çocuk dinlenilmek, anlaşılmak ve kabul edilmek ister. Genelde bastırıcı ve güce dayanan yöntemler genci baş kaldırmaya ve karşılık vermeye kışkırtır. Hangi öğretmen eşini ve arkadaşını disiplin altına almaktan söz edebilir. Güç yada otorite er yada geç ilişkileri bitirir.
Yüzleşme  Sonuçları:
-Değişmeye karşı direnme olur
-Savunmaya iter.
-Benlik saygısını azaltır.
-Kızgınlığı artırır.
–İçine kapanmasına neden olur.
Sen iletileri geçicidir. Kesin çözüm olmaz. Öğretmenler bu iletilerle öğrencilere kendi sorunlarının çözümünü verirler.
Örnek:
Sınıfta otorite bende.
Sen değişeceksin çünkü ben öyle istiyorum.
Öğrencilerin kendi sorunlarını çözme sorumluluğu kendilerine verilirse sorumluluk duyguları gelişecek ve kendilerine güvenleri artacaktır.
Ben iletileri davranışını değiştirmesi için sorumluluğu doğrudan öğrencide bırakır. Sonuçta öğrenci kendi seçtiği ve kendi kararıyla belirlediği bir davranışla tepki vermeye yönelir.

DİNLEME:
Duygular dosttur.  Kişiyi etkin bir şekilde dinleyip, duygularının ötesine geçirip, alttaki sorunlarına ulaştıracağız.  Dıştaki duyguları soyduktan sonra problemin kaynağına ineceğiz. (soğan gibi)
İnsan sinirlenince bilinmesini ister. Ör: İnsan sinirlenince o anda, “tüm dikkatini bana ver,  kendimi  ne kadar kötü hissetmeme neden olduğunu bilmeni istiyorum” duygusunu iletmek ister. Bizde onu dinleyeceğiz .  onu dinleyip duygularının dağılmasını bekleyeceğiz.
Kızgınlık ikincil bir duygudur. Her zaman başka duyguların sonucunda oluşur.
Ör: Bahçede dolaşırken çocuklardan birinin attığı taş başını sıyırıp geçer.  Burada ilk duygu korkudur. Ama sonra kızgınlık duygusu oluşur. Kızgınlık dile getirilince etkisini yitirir.
İnsanlar dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızını rahatlıkla anlayabilecek kapasiteye sahiptir. Normal konuşma hızının dakikada ancak 100 ile 140 kelime arasında olmasıdır. 460 kelimelik bir zaman süresinde zihin boş kalıyor. Bu zamanı insan kafası kendinde var olan malzemeyle doldurur. Kendisi için önemli sorunlara dönerler. Değer verme için otoritenin olmaması gerekir.
Öğrenci müdürün odasına girer. Arada ki  fiziksel mesafe 8-9 metre. Öğretmenin yanına gider, mesafe 3-4 metre. Bu mesafe arkadaşlarının yanında yarım metreye iner. Bu  mesafeyi etkileyen otoritedir. Otoriteye boyun eğenler yaşamları boyunca çocuk kalır. Kendi gereksinimlerini göz ardı ederler. Çatışmaktan kaçınırlar.

DEĞER VERME:
Beraber olduğumuz insanlar bizim ne kadar bilgili olduğumuza bakmazlar, onlara ne kadar değer verdiğimize bakarlar. İnsanlara değer verilince mana kazanırlar. Öğrenciler öğretmenlerin söylediği, yaptığı, giydiği her şeyle ilgilenirler. Öğretmenler, öğrencilerin önünde adeta podyumda gibidirler.
*** Cemil bey yaşlı bir tarih öğretmenidir. Her gün aynı dersi anlatmaktan bıkmıştır. Öğrencilerle anlaşırlar. Haftada bir saat ders anlatacak diğer saatler de sınıfa bir teybi  gönderecektir. Öğrenciler uslu  bir şekilde teybe konan dersi dinleyecek ve not tutacaktır. Birkaç hafta böyle devam eder. Bir gün Cemil bey kuşkulanır ve sınıfı kontrole  gider. Kulağını kapıya dayar dinler. Hayret sınıfta kimse yoktur. Kapıyı açınca gördüğü manzara müthiştir. Sınıfta tek bir örenci yoktur. Herkes sırasına bir teybi koymuş hocanın koyduğu teybinden okunan dersi kaydetmektedir.
Onlara ne kadar değer verirsek o kadar değer alırız.

YANLIŞ DAVRANIŞLARI DÜZELTME:
Hatalıyı değil hatayı eleştireceğiz, kusuru kişiye söylersek kişi alınır. Bu hataya başkaları da düşebilir. Toplum içinde söylersek hem kişi alınmaz hem de herkes aynı hataya düşmez. Cezalandırma yaparken dikkat etmek gerekir.  Cezayı kişiye değil istenilmeyen davranışa vermeliyiz. Umursamama gibi bir ceza kesinlikle verilmemelidir.
*** Evde çok sevilen bir fare vardır. Deney yapılarak fareyi kimsenin umursamamasını istiyorlar. Fare dikkat çekmek için evde devamlı dolaşır. Kimse dikkate almaz. Fare kenarı çekilir midesine asit salgılamaya başlar ve midesi delinerek ölür. Yani kendini öldürür. En çok 14 yaşlarda suç işlenir.
YETENEK:
İnsanlarda bir takım vasıflar vardır bu vasıflar bir çok insanda bastırılmış olarak kalmaktadır. Şartlar ve olaylar bu vasıfları harekete  geçirir. Her insanın kapasitesi farklıdır.
*** Adamın biri bilmediği  bir  otele gitmek ister. Yürürken karşıdan bir adam gelir. Ona sorar şuradaki  falan  otele gitmek istiyorum. Kaç dakikada gidebilirim. Karşıdan gelen adam hiç cevap vermemiş. Otele giden adam cevap gelmeyince yoluna devam etmiş. Birden arkasından bir ses işitmiş yarım saate ancak varırsın.
-Peki az önce niye cevap vermedin.
-Senin nasıl yürüdüğünü bilmiyordum ki hızlımı yürüyorsun yavaş mı.

İnsanların kapasitelerine göre davranmalıyız.
BAŞARI:
Başarının artırılması için eğitim ortamının olması gerekir. Çocuğun yaşamını kolaylaştıran her şey onun bir şeyler öğrenmesini sağlar. Lavabo musluğuna yetişemeyen çocuk diş fırçalamayı, askısı olmayan çocuk askılarını asamaz. Kendi boyuna göre ayarlanmış  askı, çocuğun çok şeyi kendi başına yapmasına ve öğrenmesine olanak sağlar. Çocukların dinleyerek değil, yaparak öğrenmeyi yeğlediklerini unutmayan ana-babalar, çok iyi öğretici olurlar.

HAZIRLAYAN: Hakan BEKTAŞ

ERGENLİK DÖNEMİ (12-17 YAŞ)

Kimliğe Karşı Kimlik Bocalaması
Ergenlik dönemi çocukluktan yetişkinliğe doğru bir geçiş dönemi olarak kabul edilmektedir. İlköğretimin ikinci dönemi-ortaöğretim yılları arasına denk gelen ergenlik dönemi sırasında, organizmada gerçekleşen fizyolojik ve biyolojik değişiklikler, bu çağa bir çocuk olarak giren bireyi, dönemin sonunda genç bir yetişkin biçimine dönüştürür. Kuşkusuz küçük çocuğu, genç bir yetişkin yapan değişiklikler sadece fizyolojik yada biyolojik etkenlere bağlı değildir. Bilişsel (zihinsel) yapıdaki gelişme, zihinsel yetilerin olgunlaşması, dış dünyayı algılama ve kavramada değişikliklere yol açar. Öte yandan çocuğun çevresindeki kişilerin çocuktan beklentilerinde gözlenmeye başlayan değişiklikler, üstlenilen sosyal rollerde de değişikliklere neden olmaya başlar.

Özet olarak bu dönemde hem çocuğun kendisini ve dünyayı algılayışı, hem de diğer insanların çocuğu algılayışı eskisi gibi değildir. Eskiden hep “çocuk” olarak algılanırken, şimdi kimi zaman “çocuk”, kimi zaman da “yetişkin” olarak nitelendirilmektedir. Tüm bu etkenler çocuğu, bir kimlik aramaya doğru iter ve sonuçta çocuk ergenlik döneminden ya “kimliğini kazanmış” olarak ya da “kimlik karmaşası” ile çıkar.

Erikson “kimlik kazanma”yı “kimliğe yönelik olumlu bir duyum” olarak tanımlamakta ve psiko-sosyal olarak, kişinin kendisini iyi hissetmesi ile açıklamaktadır. Başka bir anlatımla kimliğini bulmuş kişinin kendisine, kendi bedenine, nerede olduğuna ilişkin bir güven duygusu vardır ve buna bağlı olarak da kendisini iyi hisseder.

Ergenlik döneminde kimlik arayışı başlamasına rağmen, dönemin sonunda mutlaka kimlik duygusunun kazanılmış olması da gerekmez. Bazı durumlarda kimliğin kazanılması sonraki gelişim dönemlerine ertelenmiş olabilir. Her ergen bu dönemde belirli ölçülerde kimlik bocalaması yaşamakta, ancak bazı ergenlerde bocalamanın şiddeti daha fazla olmaktadır.

Kimlik bocalamasına yol açan etkenler 3 grupta toplanabilir:
  1. Düşünce sistemindeki değişiklikler
  2. Cinsel rollerdeki değişmeler
  3. Meslek seçimine yönelme

Düşünce sistemindeki değişikler: Ergenlik çağıyla birlikte, ergende fiziksel açıdan olduğu kadar bilişsel açıdan ortaya çıkan değişiklikler de dikkati çekmeye başlar. Piaget’nin görüşüne göre bilişsel gelişim birbirlerinden niteliksel farklılıklar gösteren dönemlerle hiyerarşik bir sıra izleyen bir süreç içinde kendini gösterir. Bilişsel gelişimde en son ulaşılan dönem “soyut işlemler” dönemidir ve bireylerin bu döneme erişme yaşları, ergenlik çağına girdiği dönemle çakışır. Bu döneme kadar olaylar arası ilişkiler ve neden-sonuç bağlantılarını, ancak somut işlemler çerçevesinde kavrayan ve düz bir mantıkla bilişsel işlemler yapan çocuklar, bir olaya bakış açılarının farklı olabileceğini anlamaya, problemlerin değişik biçimlerde çözümlenebileceğini görmeye, analiz, sentez, transfer, genelleme gibi üst düzeydeki bilişsel işlemleri yapabilmeye başlarlar.

Ancak soyut işlemler dönemine ergenlerin hepsinin aynı anda girmedikleri gibi, bir bilişsel gelişim döneminden ötekine geçiş de aniden değil, belirli bir süreç içinde gerçekleşir. Bu geçiş süreci içerisindeki ergenler ise, çevrelerinde olup bitenlere ilişkin fikir yürütürlerken, “ergenlik dönemi tarzı” denilebilecek bir mantık işletmektedirler. Bu mantık işletme tarzının bir özelliği “işlem öncesi” bilişsel gelişim düzeyinin bir özelliği olan “ben-merkezci” düşüncenin yeniden ortaya çıkmasıdır. Ergen için önemli olanın kendi düşünceleri ve kendisinin dünyayı algılayış biçimi olması da, bu düşünce tarzının bir ürünü olarak ortaya çıkar. Ergen bu dönemde kendi kendisini çok eleştirir, kendisini çok eleştirdiği için de, herkes tarafından eleştirildiğini sanır. Sanki, herkesin dikkati onun üzerindedir, herkes onun dış görünüşüne çok önem vermektedir.

Ergenin ben-merkezci düşünce biçiminin diğer bir özelliği de, kendi düşüncesinin, kendi inançlarının en doğru, en orijinal olduğunu sanmasıdır. Anlaşılabileceği gibi ergen bir çelişkiler dünyasında yaşamaktadır. Bir yandan, çevresindekilerin kendisine ilişkin düşüncelerine çok önem verirken, bir yandan da kendisini “herkesten daha akıllı” olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı, ergen yetişkinliğe doğru ilerleyip kendine uygun bir kimlik geliştirdikçe azalmaya başlar.

Kimliğini kazanması, bir yetişkin olabilmesi için ergenin başlangıçta bir yetişkin modele ihtiyacı vardır. Çevresinde güvendiği, sevdiği, kendisini yargılamadığına, olduğu gibi kabul ettiğine inandığı bir yetişkin bulunduğunda, önceleri ona benzemek, onun gibi olmak ister. Ancak, anne-baba, öğretmen gibi yakın çevresindeki yetişkinler tarafından sürekli eleştiriliyor, davranışları yargılanıyorsa, büyüklerin “kendisini anlamadığına” olan inancı pekişerek onlardan uzaklaşır. Kendisini aralarında rahat edebileceği, anlayış ve hoşgörü bulabileceği en yakın gruba yönelir. Çevremizde gözleyerek yada kitle iletişim araçları yoluyla sık sık tanık olduğumuz gibi çetelerin içine giren, ailesi ile ilişkisini koparan gençler, kimlik bulma krizinde başarılı olamayanlara örnek olarak verilebilir. Ergen, eğer kendisine yakınlık gösteren hiç kimse bulamazsa, bu defa tek başına kalıp içine kapanarak, patolojik davranış örüntüleri geliştirmeye başlayabilir.

Görüldüğü gibi ergenler, kendilerini olduğu gibi yargılamadan kabul eden, sevgi, saygı gösteren, güven ve destek veren özdeşim modelleri ile karşılaşma şansına sahip olurlarsa, sağlıklı bir kimlik geliştirebilirler. Aksi halde kimlik arayışı ya da kimlik karmaşası uzun yıllar boyu devam eder.

Cinsel rollerdeki değişmeler: Ergenlik dönemine gelindiğinde, fiziksel olarak bedende erkek ve dişi özelliklerinin belirginleşmesi ile birlikte, kadın ya da erkek cinsel rollerinin benimsenerek, kimliğe dahil edilmesi işlemi hızlanır.

Hızla değişen sosyo-ekonomik koşullar, geleneksel cinsel rollerdeki değişiklikleri de beraberinde getirmişlerdir. Bir elli yıl geriye gittiğimizde toplumumuzda kadın ve erkek rollerinin çok daha belirgin olduğunu görebiliriz. O dönemlerde kız çocukları genellikle okullarını bitirince evlenirler, anne ve ev kadını olurlardı. Meslek sahibi kadın sayısı günümüze oranla çok daha sınırlı idi. Erkek çocukları ise okullarını bitirince bir meslek ya da iş sahibi olurlar, evlerinin ekonomik sorumluluğunu yüklenirlerdi. 1950’li yıllarda A.B.D.’de yapılan bir araştırma, ergenlik dönemindeki erkek çocukların kimlik duygusunu kazanmada kızlara oranla daha iyi durumda olduklarını göstermiştir. Erkekler gelecekteki eğitimleri ve işlerine yönelik planlar yapmış görünmektedirler. Kızlarda ise bir rol karmaşası ve kararsızlık gözlenmekteydi. Kızların çoğu gelecekle ilgili planlarının belirsiz olduğunu ve gelecekteki yaşamlarının, gelecekteki eşlerine bağlı olarak şekilleneceğini ifade etmekteydiler. Kız çocuklarının kimlikleri ancak evlendikten sonra belirleniyordu. Ancak, kimlik algısında cinsiyete bağlı olarak ortaya çıkan bu farklılık doğal kabul ediliyor ve ergenlerde büyük bir çatışmaya yol açmıyordu.

Günümüze gelindiğinde ise cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargılar oldukça değişmiş durumdadır. Kadınlar iş ve meslek yaşamında yüklendikleri sorumluluklarla, geleneksel olarak erkeklere has olduğu düşünülen rolleri de üstlenmeye, erkekler ise ev işlerinde ve çocuk bakımında sorumlulukları eşleriyle paylaşmaya başladılar. Dolayısıyla kadın ve erkek rolleri arasındaki farklıklar günümüzde gittikçe azalıyor gibi görünmektedir.

Bireyin geliştireceği cinsiyet rolleri, içinde yaşadığı toplum ve ailesi tarafından benimsenmektedir. Yapılan araştırmalar kadın yada erkek cinsiyetine ait olarak kabul edilen ve çoğunluk tarafından benimsenen cinsiyet rolleri ile ilgili kalıp yargıların bulunduğunu göstermektedir.

Kadınlara has olduğu düşünülen özellikler; duygusallık, sadakat, yumuşaklık, fedakarlık, şefkatli olmak, konuşkanlık, aileye yönelik olmak, boyun eğmek, titizlik, sıcak insan olmak.

Erkeklere has olduğu düşünülen özellikler; soğukkanlılık, sertlik, bağımsızlık, hırslı olmak, geniş ilgileri olmak, gerçekçilik, atılganlık, kendine güven, saldırganlık, etrafına hükmetmek, üstünlük duygusu, katılık.

Bu kalıp yargılar cinsiyet rolünün kazanılmasında da etkili olmakta, bireyler kendi cinsiyetlerine ilişkin kalıp yargılara uygun davranma eğilimi göstermektedirler. Günümüzde gençler arasında cinsiyet rollerine yönelik kalıp yargıların yaygın olduğu görülmektedir. Bu duruma bağlı olarak ergenler, cinsiyetler arasında bir farklılık olmadığını düşünmelerine karşın, kendi cinslerine has olan özelliklerden sıyrılamamışlardır. Bu ikilem de ergenleri, eskiye oranla cinsiyet rollerine uygun davranışları benimsemede güçlüğe, dolayısıyla kimlik kazanmada daha çok bocalamaya itmiş görünmektedir.

Ergenlere, kimlik bocalamasının üstesinden gelebilmeleri için, kalıp yargılardan etkilenmeden kendi yetenek ve ilgilerine uygun davranış özelliklerini benimsemelerinde yardımcı olunabilir. Kadın ve erkek cinsiyet rollerine ilişkin görüşler iki grupta toplanabilir. Bu görüşlerden birisi, kadın ve erkek cinsiyet rollerinin tek boyutlu olduğunu, yani bireyin sadece kadın veya sadece erkek cinsiyet rollerine sahip olabileceğini savunmaktadır. Diğer görüş ise kadın ve erkek cinsiyet rollerinin iki ayrı boyutta olduğunu ve bir bireyin değişik ölçülerde kadınsı ve erkeksi özelliklere aynı anda sahip olabileceğini savunmaktadır. Kendi cinsiyetini reddetmeden, her iki cinsiyetin özelliklerini potansiyelleri ölçüsünde güvenli bir biçimde taşıyan bireylere “androjen birey” adı verilmektedir. Androjen tipler kendi cinsel kimliğine ilişkin bir rol karmaşasına düşmeden, her iki cinse ait işleri de yapabilir. Örneğin bir kadın taksi şoförü olabilirken, bir erkek de ev işlerinde sorumluluklar yüklenir. Androjen kişilik hakkında araştırmalar yapan Bem(1977), androjen bireylerin kendilerine daha güvenli ve özsaygılarının daha yüksek kişiler olduğunu savunmaktadır.

Androjen davranışlar ana-babalar ve öğretmenler tarafından teşvik edilecek olursa, ergenlerin nasıl bir cinsiyet rolü edineceklerine ilişkin bocalamaları azalacaktır. Böylece de kız öğrencilerin eğitim ve mesleklerinde ilerleme için daha güdülenmiş, erkek öğrencilerin ise kendilerinin ve başkalarının duygularına karşı daha açık, insanlara karşı daha yumuşak ve sevecen olmalarına da yardımcı olunabilir.

Meslek seçimine yönelme: Kişinin seçtiği meslek, yaşam biçiminin nasıl olacağının da önemli belirleyicilerinden biridir. Harcanacak zaman ve para, yükselme şansı, nerede ve nasıl bir yaşam sürüleceği gibi etkenler kişinin meslek seçimini büyük ölçüde etkiler. Erikson’a göre meslek seçimini etkileyen başka bir önemli faktör de, kimlik duygusudur. Kişinin hangi işte başarılı olabileceğine ilişkin algısı da meslek seçimi üzerinde önemli bir rol oynar.

Gençlerin meslek seçimine doğru yönelmeleri lise yıllarına, yani ergenlik dönemine rastlamaktadır. Meslek seçiminin yaklaşması, kimlik duygusunu da tehdit etmeye başlar. Tüm yaşamı etkileyebilecek önemli bir karar vermenin gerginliği, verilen kararın uygunluk derecesine yönelik kuşkular ergeni bir bocalama ve kimlik karmaşası içine sokar ve her ergen bu karmaşayı değişik ölçülerde yaşar.

Günümüzde gençlerin bir mesleğe doğru yönelirken yaşadıkları bocalama, geçmişe oranla çok daha artmış görünmektedir. Teknolojik ilerlemeye bağlı olarak iş ve meslek kollarının sayısındaki hızlı artışa karşılık, bir mesleğe yönelmek için gerekli para ve emek miktarındaki artışlar da gençleri gitgide daha çok zorlamaktadır. Diğer yandan, seçilebilecek meslek sayısındaki artış, gençlerin, değişik mesleklerin gerektirdiği yetenek ve becerilerle, kendi ilgi ve becerilerinin ne kadar çakıştığı konusunda bilgi sahibi olmalarını güçleştirmektedir. Kendilerine uygun bir meslek seçimi için, ortaöğretim yıllarında yeterli yardım alamayacak olurlarsa, öğrencilerin çoğu kendilerine uygun olsun ya da olmasın, popüler olarak kabul edilen bir mesleğe doğru yönelmek istemektedirler. Bir meslek için karar verdikten sonra da sorun bitmemektedir. Üniversite seçme sınavlarında başarılı olamamak korkusu, sınavı kazanırsa yükseköğretimi yürütüp yürütemeyeceği gibi kaygılar öğrenciyi daha çok bocalamaya itmektedir.

Bocalama, kimlik duygusunu da tehdit etmeye başlar. “Ben kimim?, Nasıl biri olmalıyım?, İşim ne olmalı?” türünden sorulardan, kısaca kimlik karmaşasından kurtulmak için bazı gençler bir “askıya alma-erteleme” dönemine girerler ve meslek seçimi gibi önemli kararlar bir süre için ertelenebilir. Gençler kendilerine bir yol çizmeden, eğitimlerini bir süre için yarım bırakıp, geçici işlerde çalışabilirler.

Sonuç olarak, ergene kendini tanıması, ilgi ve yeteneklerini keşfetmesi, kendine uygun mesleğe yönelmesinde yapılan rehberlik ve bunun yanı sıra ergenin kuşku ve korkularına duyarlı, anlayışlı bir yetişkin tutumu, mesleki karar verilirken geçirilen karmaşanın süresini azaltacaktır. Böylece, kimlik duygusunun gelişimi önemli bir engelle karşılaşmadan devam edecektir.

Görüldüğü gibi özellikle düşünce sistemi ve cinsel rollerdeki değişmeler ile meslek seçiminin beraberinde getirdiği güçlükler ergeni bir kimlik karmaşası içine sokmaktadır. Kimlik karmaşası, kimi gençler için “olumsuz” bir kimlik bulma ile de sonuçlanabilmektedir. Özellikle genç, çevresindeki anne-baba, öğretmen gibi kişilerin kendisine yönelik beklentilerini karşılayamayınca, onların isteklerine bir tepki olarak, beklenenin tam tersine olumsuz bir kimlik geliştirebilmektedir. Örneğin, sınıfın en başarılısı olması istenen, aldığı düşük bir notun ailesi tarafından hiçbir zaman hoş görülmediği bir lise öğrencisi, aslında yükseköğretim yapmayı düşündüğü halde liseyi yarıda bırakabilmekte; her zaman düzenli olması, davranışlarının kontrollü olması için zorlanan bir başkası da ailesinden uzaklaşıp, gençlik çetelerine katılabilmektedir. Gazete haberlerine dikkat edilecek olursa, kendini baskı altında hissettiği için özgür olmak, gönlünce yaşamak için evlerinden kaçtıklarını ifade eden gençlerin büyük bir çoğunlunun, ergenlik döneminde olduğu görülebilir.

Erikson’un özdeşim kurma ve kimlik karmaşası üzerine görüşleri, ergen davranışını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. Özellikle lise öğrencilerinin bir bölümü karar vermenin bunaltısı, cinsel rollere yönelik karmaşa, hatta psiko-sosyal bir erteleme süreci yüzünden derslere ilgilerini kaybedebilirler. Öğrenciye yakın anlayışlı bir öğretmen tutumu ve okul-aile işbirliği ile gence verilen psikolojik destek ve rehberlik, bu dönemde olumsuz bir kimliğe yönelmeyi önleyecektir.


Kaynak: GELİŞİM VE ÖĞRENME (12. Baskı)
Prof.Dr. Münire Erden
Doç Dr. Yasemin Akman


GENÇLİK ÇAĞININ RUHSAL ÖZELLİKLERİ

ERGENLİK DÖNEMİNİN ZORLUKLARIYLA BAŞA ÇIKABİLMEK İÇİN ANNE-BABALAR OLARAK BİLMEMİZ GEREKENLER

Sizlerle paylaşmak istediğim bu yazıyı Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu’nun “Çocuk Ruh Sağlığı” adlı kitabından aldım. Ergenlik dönemi oldukça zor geçen bir dönemdir. Zorluklarla başa çıkabilmek için bir takım şeyleri bilmemiz gerekir. Bunun için de en başta bu çağın genel özelliklerini bilmek gerekiyor. Hangimiz bunlara benzer duygular yaşamadık sevgili anne babalar. Bu dönemde çocuğunuzun size ve anlayışınıza onun size söylediğinin aksine çok fazla ihtiyacı var.  Faydalı olması dileğiyle…


GENÇLİK ÇAĞININ RUHSAL ÖZELLİKLERİ

Çocuklukla erişkinlik arasında, gençlik yada delikanlılık adı verilen uzun bir dönem yer alır. 12 yaşından 21 yaşına dek uzanan bu çağ, ruhsal alanda önemli değişikliklerin belirdiği, hızlı bir büyüme ve olgunlaşma çağıdır. Batı dillerinde “Adolescence” diye bilinen bu dönemin söz anlamı da büyümedir.

Ortaokul (ilköğretimin ikinci kademesi) yıllarına denk düşen ilk gençlik yada yeni yetmelik yaşlarında, cinsel uyanışla birlikte yeni ruhsal özellikler ve davranışlar kendini gösterir. Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider, yerine oldukça tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir genç gelir. duyguları hızlı inişler ve çıkışlar gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür. Çabuk sinirlenir, olur olmaz şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Derslere ilgisi azalmış, çalışma düzeni bozulmuştur. İstekleri artmıştır. Kendisine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıkılığından yakınır. Anababanın kurallarına birden tepki gösterir, ters yanıtlar verir. Sürekli bir gidiş geliş içindedir. Evde pek durmak istemez, dönüş saatine aldırmaz, yemeğe geç kalır. Dağınık ve savruk olur. Sık sık bir şey devirip kırar (Sayın Yörükoğlu bu dönemde fiziksel gelişime bağlı olarak yaşanan “sakarlık”tan bahsediyor). Oburlaşır, girip çıkıp bir şeyler atıştırır.

İlgileri artmış, gelgeç hevesleri çoğalmıştır. Gürültülü müziğe bayılır. Süse ve giyime düşkünlük gösterir. Genç kız, ayna karşısında saatler geçirir. Bir sivilceyle gün boyu uğraşır, kaygılanır. Genç erkek, boyasız ayakkabısına bakmaz ama saçını uzatır, günün modasına göre kestirmekte direnir. Zayıflık, şişmanlık, uzun boy, kısa boy, yüz çizgilerinin düzgün olup olmayışı sorun olmaya başlar. Gizliliğe önem verir. Genç odasına kapanır, kapısını kilitli tutmak ister. Duvarlara renkli resimler ve film oyuncularının resimlerini asar. Arkadaşları ile gizli konuşmaları ve fısıldaşmaları olur. Kardeşlerini yanına sokmaz, tersleyip uzaklaştırır. Uzun uzun düşler kurar. Günce tutmaya başlar. Şiir, öykü yazmaya özenir. Kendinden habersiz, mektuplarının ve yazdıklarının okunmasına büyük tepki gösterir.

Toplumsal olaylara ve politikaya ilgi artar. Kulaktan dolma yada ödünç alınmış görüşler savunur, büyüklerle tartışmaya girişir. Bunu yaparken anababasına aykırı gelen düşünceler ileri sürer. Anababasını eleştirmek fırsatını kaçırmaz. Öğütleriyle davranışları arasındaki aykırılığı yüzlerine vurur. Anababaya ters gelen davranışları sürdürmekten özel bir tat alır gibidir. Onların seçtiklerini giymez. Aykırı renkler seçer. “Okuyup da ne olacak?” der. Genç, istemekle yıldız futbolcu olunamayacağını bilir, ama anababasının tepkisini sınamaktan da kendini alamaz. Başka bir deyişle,  karşı çıkmış olmak için karşı çıkar. Bunun en belirgin örneğini şu öyküde bulabiliriz: Gencin biri bir gömlekçiye gider ve kendine bir gömlek seçer. Parasını öder. Tam çıkarken satıcıya sorar: “Annem babam beğenirse geri getirebilir miyim?”

Kısacası ilk gençlik ve gençlik çağı çok fırtınalı bir dönemdir. Bu dönemde genç kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir savaş içinde görünür. Ruhbilim açısından, bu çelişkili duyuş ve davranış özellikleri bu dönem için olağan sayılır. Ancak kimi gençte bu dönem daha gürültülü geçer. Kimi gençte de az bir çalkantı ile atlatılır. Gençlerdeki bu coşkuyu, tedirginliği ve tutarsız davranışı en iyi tanımlayan terimi Türkçe’de buluyoruz: Delikanlılık. Anadolu’da yalnız erkekler için değil, kızlar için de “Delikanlı kız” deyimi kullanılır.
Şimdiye dek sayılan belirtiler, bu çağdaki gencin bocalamalar, çelişkiler ve bunalımlar içinde olduğunu göstermeye yeter sanırız. Gencin içine düştüğü bu ruhsal çalkantının bir nedeni, bir anlamı vardır. Hızlı beden gelişmesiyle birlikte gelen cinsel uyanış, genci hazırlıksız yakalamakta ve bunaltmaktadır. Genç birden bastıran bunca değişikliğe kendini uyduracak gücü kendinde bulamamaktadır. Çünkü, doğanın bir oyunuyla, bedensel büyüme hızlanmakta, ruhsal olgunlaşma ise geri kalmaktadır. Dengesi bozulan genç bu yeni duruma alışmaya çabalamaktadır. Tepkilerindeki iniş çıkışlar, davranışlarındaki tutarsızlıklar, duygulardaki değişkenlik hep bu uyum çabasıyla açıklanabilir. Başka bir deyişle, genç, içten gelen saldırganlık ve cinsel dürtülerin baskısı altında bunalmakta, kendisi için yeni ve yabancı olan bu duyguları bir düzene sokmaya çalışmaktadır. Tıpkı toy bir sürücü gibi arabasını doğru yolda tutmaya çabalamakta ama sağa sola yalpa yapmadan yol alamamaktadır.

Genç, bir yandan büyümek için sabırsızlanmakta, öte yandan çocuksu davranışlardan sıyrılamamaktadır. Ergenlik belirtilerini yaşıtlarından çok önce gösteren gençlerde bu bocalama daha da belirgindir: Yetişkin boyutlarına ulaşmış bir gövdede çocuk kişiliği vardır. Dün seksek oynayan bir kız çocuğu, ilk aybaşını gördü diye kendini bir günde yetişkin gibi davranmaya zorlayamaz. Bu çelişkiyi kendi içinde duyan genç, anababasının çelişkili tutumlarıyla büsbütün bocalar. Anne kızını sokakta oynatmak istemez, “Artık genç kız oldun!” der. Kardeşine sataşan ağabeye, baba: “Utanmıyor musun, koskoca adam oldun!” der. Öte yandan, “Daha o kadar büyümedin” diye tek başına veya arkadaşlarıyla maça göndermez.

Bu çağ gencin yeni arayışlar içinde olduğu bir çağdır. Genç her şeyden önce kendini aramaktadır. “Ben kimim? Neyim? Ne olacağım? Toplumdaki yerim neresi?” sorularını bilinçli ve bilinçsiz olarak kendi kendine sorar. Kendi kişiliğine çeki düzen vermeye çalışır. Sanki bütün çocukluk dönemlerini yeniden yaşar bu dönemde. Kendi kimliğine kavuşabilmesi için, genç, önce anababa etkisinden sıyrılmaya çalışır. Onun gözünde artık anababası hiç yanılmaz, hep haklı kişiler değillerdir. Onları eleştirici bir gözle yeniden değerlendirmeye girişir. Dolaylı ve açık olarak eleştirir. Beğenileriyle alay eder. Düşüncelerini eskimiş bulur. İnançlarını kuşkuyla karşılar. Sanki anababadan öğrenecek bir şeyi kalmamıştır. Öğütleri batar, uyarıları onu kızdırır. Bunları yaparken, genç hiç kuşkusuz çok aşırıya gider. Kişiliği olduğuna kendini inandırmak için işe yadsımakla başlar. Bu gerçeği gülmece yazarı Mark Twain çok iyi dile getirmiş: “On beş yaşındayken babamı çok bilgisiz sanırdım. Yirmi beşime geldiğimde babamın geçen on yılda ne çok şey öğrendiğini görerek şaştım.” Kuşkusuz babası tüm bildiklerini on yıl içinde öğrenmedi. Ama genç olgunlaştı, duruldu. Babasını daha gerçekçi olarak değerlendirmeye başladı. Altı yaşındayken çocuk, babayı en güçlü, en çok bilen, hiç yanılmaz kişi olarak tanır. Neredeyse Tanrı’laştırır. On altı yaşında onu tahtından indirir, “Bizim ihtiyar” diye küçümser. Yirmi altı yaşında da M. Twain’in gördüğü gibi görmeye başlar.

Gençlik çağı bağımsızlık çağıdır. Topluma karışma çağıdır. Genç evden kopar, çevreye yönelir. Gerçekten bu çağda evde oturmak, gence işkence gibi gelir. spora ilgi artar. Gelişen kaslarını çalıştırmak, içte biriken ve taşan gücünü boşaltmak için en uygun uğraştır spor. Sporun bir alanında kazanacağı başarı kendine güvenini artırır. Daha da önemlisi toplu sporlar, gence, yaşıtlarıyla kaynaşma ortamı sağlar. Kendisini arkadaşlarıyla karşılaştırır. Onların da bağımsızlık çabasında oluşları, başkaldırışları, sorunlarının benzer oluşu, kümeleşmeye yol açar. Anababasından değişik olma eğilimi onu bir bakıma boşlukta bırakmıştır. Bu boşluğu yeni yakınlıklar ve ilişkiler kurarak doldurmak ister. Yaşıtlarının davranış, giyim kuşam beğenilerini benimser. Onlar gibi argo konuşur. Kendine sırdaş ve dert ortağı seçer. Arkadaş kümesi içinde bağlılığa dayanışmaya önem verir. Genç kümede kalmak için kendini arkadaşlarının etkisine bırakır. Onlardan ayrı düşmeye korkar gibidir. Kendini benimsetmek için, arada, kendine aykırı gelen davranışlara bile katılır. Örneğin topluca meyve çalmak gibi, tanımadığı gençlerle kavgaya tutuşmak gibi. Evde arkadaşlarının eleştirilmesini tepkiyle karşılar. Onlara söz söyletmez. Anababa ise gencin kötü arkadaşlara uyup baştan çıkacağından korkar. Sıkı denetleme ve kimi arkadaşlıklarını yasaklama yoluna giderler. Bu ise genci daha çok sokağa iter.

Evde ana ve babasıyla çatışması çok olan bir gencin, arkadaşlara kendini tümden kaptırması olasılığı daha yüksektir. Kendini bulma çabasında olan güvensiz ve yetersiz bir genç, daha atılgan ve becerikli yaşıtlarının egemenliği altına girebilir. Bu nedenle gencin yoldan sapması kötü arkadaşa uyma sonucu ortaya çıkmaz. Tersine, ana babasından yeterli destek bulamayan genç, olumsuz arkadaşlıklara yönelir. Ancak anababanın denetlemesi ve uyarısı gereklidir. En sağlıklı gençler bile ara sıra yoldan çıkma eğilimi gösterebilir. Ana ve babasıyla ilişkileri sağlıklı gelişen bir genç, kendini bir süre kaptırsa bile, geri dönüş yapmasını bilir.

Gençlik dönemi hayranlıkların ve tutkunlukların bol olduğu bir dönemdir. Gençler bir yandan anababa etkisinden sıyrılırken, öte yandan kendilerine yeni örnekler seçerler. Bir öğretmen, bir sporcu, bir şarkıcı, genç bir siyasal önder, onların benzemek istedikleri kişiler olur. Genç hayran olduğu bu kişilere her yönden benzemek ister. Yeteneklerinden kusurlarına değin her şeyini körü körüne beğenir. Bir süre sonra kendine yeni bir örnek seçer, onunla özdeşim kurar. Sürekli değişen hayranlıklar gencin ilerde ne olmak istediğiyle ilgilidir. Bir kişilik, bir amaç, bir ülkü geliştirirken, yoluna çıkan başarılı ve örnek insanlardan kendi benliğine bir şeyler katmaktadır. Bu denemeleri yapan genç, kendine uyacak giysiyi buluncaya dek giysi değiştiren bir insana benzetilebilir.


Kuşkusuz, gençlik çağında ortaya çıkan değişikliklerin tümü olumsuz değildir. Ruhsal alanda yaşanan çalkantı yanında, gençte pek çok olumlu gelişme gözlenir. Bir kez, gencin düşünme  yeteneğinde önemli bir sıçrama olur. Soyut kavramları daha iyi anlar ve kullanır. İlgi alanı genişler ve çeşitlilik kazanır. İlerde seçeceği meslekle ilgili konulara eğilir. Bir şeyler yapmak, başarılı olmak eğilimi çok güçlenmiştir. Eski yeteneklerinden kimisi sivrilir ve öne geçer. Toplumsal olaylara ilgi duyar. Politika ve ülke yönetimi konularında görüşler ileri sürer. Başlangıçta derme çatma olan görüşleri, okuyup tartıştıkça oluşup gelişir. Kendini ve başkalarını gözlem yeteneği güçlenmiştir. Hiçbir şeyi beğenmez tutumu, giderek yerinde eleştirilere ve yorumlara dönüşür. Coşkuludur. Duygu ve düşüncelerini inançla savunur. Haksızlıklara karşı acımasız bir tutum takınır. Yaşanan gerçeklere pek aldırmadan, toplum düzeni birden değişsin, eşitsizlikler birden ortadan kalksın ister. Genç, sağ yada sol bir siyasal akımın etkisinde kalsa da bu amacı değişmez. Hakça bir düzenden, doğruluktan yanadır. Gençlerde bu eğilim o denli güçlüdür ki, bu amaca ulaşmak için kolay çözümlere bel bağlar, yalancı önderlerin ardından gidebilirler. Amaç uğruna, kendilerine de başkalarına da kötülüğü dokunan eylemlere araç olabilirler.

12 Şubat 2014 Çarşamba

BEN YOLCUYUM

Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.

Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu:

"Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz, Onlar nerede?"

Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence;


"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi. "Peki, senin eşyaların nerede?"

Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu:

"Ama görüyorsunuz, Ben yolcuyum."

Ünlü bilge, hak verircesine güldü:

"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle."

KORKU

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.

SEN UYURKEN

Sevgili çocuğum, seni uyurken seyretmek, nefes alışını duymak için sessizce odana girdim. Gözlerin kapalı, huzur içindesin. Sarı buklelerin melek yüzünü çerçeveliyor.

Bir kaç dakika önce çalışma odamda çalışırken birdenbire içimin sıkıldığını fark ettim. Dikkatimi işime veremedim ve bu yüzden sessizce seninle konuşmak üzere odana geldim. Bu sabah, yavaş giyindiğin için sabırsızlanıp, sana söylendim. Yemek fişini kaybettiğin için seni azarladım ve kahvaltı ederken gömleğine süt döktüğün için sana sert sert baktım.

"Yine mi?" dedim, içimi çekerek ve başımı kızgınlıkla iki yana salladım. Sense bana bakıp, tatlı tatlı gülümsedin ve bana "Hoşça kal, anneciğim!" dedin.

Öğleden sonra, sen odanda oynayıp, yatağına dizdiğin oyuncaklarına bağıra çağıra şarkı söylerken, ben telefon konuşmalarımı yapıyordum.

Sana sessiz olmanı işaret ettim, sonra yine bir saat kadar telefonda konuştum. Daha sonra bir asker gibi sana emir verdim, "Oyalanıp durma, çabuk ödevini yap!" Bana "Peki, anneciğim." dedin ve hemen çalışmaya koyuldun. Sonra da odandan hiçbir ses gelmedi.

Akşam ben masamın başında çalışırken, korkarak yanıma geldin ve bana umutla, "Anneciğim, bu gece kitap okuyacak mıyız?" diye sordun. Sana kesin bir dille, "Bu gece olmaz." dedim, "Odan hâlâ karmakarışık! Sana kaç kez anımsatacağım odanı toplamanı!" Başın önünde, odana gittin.

Çok geçmeden geri geldin ve kapının yanından bana bakınca, "Şimdi ne istiyorsun?" diye sordum aksi bir ses tonuyla. Hiçbir şey söylemedin. Yanıma geldin, boynuma sarıldın ve beni öpüp, "İyi geceler, anneciğim. Seni seviyorum!" dedin. Sonra da aceleyle odana gittin. Daha sonra, duyduğum vicdan azabı nedeniyle, boş boş masama bakarak uzun bir süre oturdum. Acaba neden böyle davrandım, diye düşündüm. Beni kızdıracak hiçbir şey yapmamıştın. Sadece büyümeye ve öğrenmeye çalışan bir çocuk gibi davranmıştın.

Bugün yetişkinlerin sorumluluklarla dolu dünyasında kendimi kaybettim ve sana harcayacak enerjim kalmadı. Bugün sen benim öğretmenim oldun, beni öpmeyi, bana iyi geceler dilemeyi unutmadın ve üstelik ruh halimin iyi olmadığını fark edip, parmaklarının ucunda gezindin.

Şimdi seni uyurken seyrediyorum ve bugünü yeni baştan yaşamak istiyorum. Yarın, ben de sana, bugün senin bana gösterdiğin anlayışı göstereceğim, böylelikle belki gerçek bir anne olabilirim -uyandığında sana sıcacık gülümseyip, okuldan geldiğinde sana moral vereceğim ve yatmadan sana kitap okuyacağım. Sen gülünce gülüp, sen ağlayınca ağlayacağım.

Kendime daha büyümediğini, bir çocuk olduğunu ve senin annen olmaktan mutluluk duyduğumu anımsatacağım. Bugün senin anlayışlı davranışın bana çok dokundu ve bu yüzden gecenin bu saatinde sana teşekkür etmeye geldim, çocuğum, öğretmenim ve arkadaşım olduğun ve bana gösterdiğin sevgi için...

DİKENLER ARASINDAKİ GÜL

Kızılderili bilge kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.

Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahmış ve genç torun o köpekleri dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlarken görürmüş hep..

Çocuk, dedesinin kulübesini korumak için neden bir değil de iki köpeğe ihtiyaç duyduğunu merak edermiş. Üstelik niye siyah ve beyaz köpek?

Dede, torununa onların kendisi için sembol olduğunu söylemiş. " Onlar benim için iyiliğin ve kötülüğün simgesidir” demiş.

"Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

Çocuk merak etmiş. "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Dede, bilgece bir gülümsemeyle bakmış torununa.

"Hangisi mi evladım? Ben hangisini daha iyi beslersem!” 

Bu köpeklerin besini düşüncelerimiz. Her birimizin Kızılderili bilge gibi kapımızın önünde sürekli boğuşan siyah ve beyaz köpeği var.


“Eğer sıkça işlerin kötüye gideceğini söylüyorsan kahin olma şansın yüksektir” demiş Isaac Singer. Hayat sıkça barındırdığımız düşüncelerimizi bize yansıtan dev bir ekrandır. Neden? Üç boyutlu realitede düşüncelerimizi somut olarak yaşayarak deneyim kazanmamız için. Hayata olumsuz baktığımız sürece sağlıklı mutlu ve huzurlu olmak imkansızdır. Hayat daha fazla acı çekene ödül vermiyor çünkü. Tersine, madem bu kadar çok seviyorsun olumsuz bakmayı, al sana biraz daha aynısından diyor.

Zihin her gün sağlıklı düşüncelerle kurulan bir saat gibidir. Kurulmazsa bir süre sonra çalışmasını durdurur. Bize sürekli yanlış saati gösterir. O saatin günde iki kez doğruyu göstermesine kanmak büyük yanılgı. Her şey ama her şey bizim düşüncelerimizin sonucu. Düşündüğümüzü oluruz. Yere düştüğümüzde bile düşüncelerimizi değiştirmek mümkün. Çünkü sırtımız yerdeyken bakacağımız tek yer yukarısıdır. Tabii gözümüzü kapamazsak.

Kendisine acıyan, karamsar, şikayet etmeyi huy haline getiren insana bunun kendi seçimi olduğunu anlatmaya çalıştığın oldu mu? Senin her yardım çabana o mazeretlerle yanıt verecektir. Kendisinin ne kadar haklı ama bir o kadar da şanssız ve talihsiz olduğunu kanıtlamaya çalışacaktır. Bu tür insanın bakış açısını değiştirmesine yardımcı olmaya çalışmak tam anlamıyla değerli anların ziyan edilmesidir. Zamanı ziyan etme lüksümüz yok çünkü hayat çok kısa. İnsanlar için elinden geleni yap. Ama akıntıya karşı kürek çekmeden ve kendini paralamadan. Yoksa o kişi seni aşağıya çekecektir.

Dağa tırmanmaya ya da denizin derinliklerine dalmaya serüven diyoruz.. Gerçek serüven günlük hayatın engelleri karşısında yeni olanaklar aramak, bilinmeyen karşısında potansiyel kaynaklarımızı ortaya çıkararak test etmek, kendi özgün yeteneklerimizi keşfetmektir. Kimi her zorluk içinde olanakları görür, kimi her olanak içinde zorlukları. Bir şeyden hoşlanmıyorsan değiştir, değiştiremiyorsan tavrını değiştir. Şikayet etmek bugüne kadar sana ne kazandırdı?

Çoğumuz aslında günlük yaşıyoruz. Yarının ne getireceğini bilmeden. Kendi hayatımızın senaryosunda kurban da olabiliriz kahraman da. Kendimize verdiğimiz rolü biz biçiyoruz.

Yüreğin ve düşüncelerin iyimser yaklaşımının mucizesini hiçbir ilaç sağlayamaz. İyileşecek hasta “Kendime nasıl yardımcı olabilirim?” der. Hastalığına sığınan kişi ise, “Bütün bunları yapmak zorunda mıyım?” der. Kendini iyileştirmek bile bir yüktür onun için. Zaten kendi sorumluluğunu üstlenen kişi, hastalığı da sağlığı da yaratanın kendisi olduğunu bilir.

Hayat aksiyonu sever. Ayağa kalkıp yürüdüğünde bir şeylere takılmak doğaldır. Sadece oturduğu yerde oturan insanın ayağı hiçbir şeye takılmaz. Tabii buna hayat denirse. Hayatın kimseye borcu yok. O biz yokken de buradaydı. Bizden sonra da olmaya devam edecek. İyi ve kötü günü belirleyen sadece ve sadece tutumumuzdur. İnsanlar arasındaki farkı belirleyen de budur.

“Olumlu tutum bütün sorunlarını çözmez ama insanı yeterince rahatsız edeceği için çabaya değer” diyor bir komedyen.

İnsanın, kimsenin elinden alamayacağı son özgürlüğü her koşulda tutumunu kendisinin seçmesidir. Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişe bakış açımızı değiştirebiliriz. İnsanların davranışlarını değiştiremeyiz ama onlara bakış açımızı değiştirebiliriz. Başımıza gelen bazı şeylerden kaçamayız ama elimizde kalan tellerle kemanımızı farklı bir notayla çalmayı seçebiliriz.

Verdiğimiz tepkilerle karakterimizi inşa ederiz. İnsanlar arasındaki fark çok küçük. Olaylara yaklaşım farkı. Ama sonuçları çok büyük. Saygı duyduğun insanla acıdığın insan arasında farkı yaratan da bu. Özgüven ve özsaygı denilen şey de bu.

YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...