30 Nisan 2014 Çarşamba

MİKRODALGA FIRIN

Diyelim ki, normal bir fırında bir keki pişiriyorsunuz. Kekler normal olarak 170-180 derecede pişirilirler. Ama siz fırını yanlışlıkla 250 dereceye ayarlarsanız, olacak olan, kekin daha içi ısınmamışken, dışının yanmasıdır. Normal bir fırında, ısı önce yemeğin piştiği kap sonra da yemeğin dışı ile temas eder ve oradan içine doğru yayılır. Fırının içinde ısınan kuru hava da, kekin içi hala nemli iken dışını kurutur ve kahverengi bir kabuğun oluşmasına yol açar.

Bir mikrodalga fırında kullanılan, yani yiyeceğin üzerine gönderilen mikrodalgalar 2.500 megahertz frekansındaki radyo dalgaları boyutunda olup, frekansları FM radyo bandı frekansının yaklaşık 20 mislidir.

Bu frekanstaki radyo dalgalarının ilginç bir özelliği vardır. Su, yağ ve şeker tarafından çok rahat emilmelerine rağmen plastik, cam, seramik gibi malzemeler, nitrojen ve oksijen gibi gazlarca emilmezler ve tekrar gerisin geriye yansıtılırlar.

Sık sık mikrodalga fırınların, yiyeceği içinden dışına doğru ısıttığını duyarsınız. Bu doğru değildir. Dalgalar doğrudan yiyeceğin yağ ve su moleküllerini etkilerler. Yani yiyeceğin dışından başlayıp içine doğru ilerleyen veya tam tersi yönde bir ısınma söz konusu değildin Su ve yağ molekülleri yiyeceğin her tarafına dağılmış olmaları sebebi ile, ısınma da aynı zamanda her yerde olur.

Tabii ki bazı sınırlamalar da vardır. Radyo dalgaları yiyeceğin daha kalın ve yoğun kısımlarından farklı şekilde direnç görerek geçtiklerinden, yiyecekte farklı sıcaklıkta noktalar oluşabilir.

Radyo frekansındaki bu mikrodalgalar, oksijen ve nitrojen tarafından emilmedikleri için, mikrodalga fırında bulunan ve çoğunlukla bu gazları içeren hava da, diğer fırınlardaki gibi sıcak olmayıp, oda sıcaklığındadır. Bu da ısınan hava tesiri ile yiyecekte, kızarmış bir kabuk oluşmasına mani olur.

Bir mikrodalga fırınına, giysilerinizden birini koyarsanız, kumaş aniden ısınır ve içerdeki havayı da ısıtır. Kumaş yanmasa da normal bir fırında olacağı gibi kumaşın yüzeyinde kırışık bir kabuk oluşur.

Daha ilginci, bir mikrodalga fırının içine bir kahve fincanı içinde su koyarsanız, fincanın içindeki suyun ısısı, suyun kaynama noktasını geçtiği halde, suyun kaynamadığını, hava kabarcıklarının çıkmadığını görürsünüz. Bu suyu fırından alır, içine bir kahve kaşığı sokar veya onu içinde kahve bulunan bir kaba dökerseniz, aniden kabarcıklarla kaynayacak ve hatta taşacaktır.

MEKANİK SAAT

Ve işte ortaçağ sonlarının üçüncü büyük icadı!

Seine kıyısında Adliye Sarayının kare kulesindeki saati bütün Parisliler tanırlar. Birçok kereler (son olarak 1849'da) onarılan bu saat, Fransa'da imal edilen saatlerin ilk örneğidir. X. yüzyıla kadar zamanı bilmenin en pratik yolu, su saatiydi. Suyun sürekli akıtılması esasına dayanan bu araç, zamanla süs kaygısıyla yerleştirilen birtakım mekanizmalarla karmaşık bir hal almıştı. Bunun en tipik örneğinin, 807 yılında Harun Resifin Charlemagne'a (Şarlman) armağan ettiği "saat" olduğu kesindir. Sürekli akan suyun belirli düzeylere gelmesi sonucunda her saat başı bir kapakçık açılmakta ve oradan dökülen bilyeler bir zilin üstüne düşmekteydi. On iki tane olan bu kapacıkların açılıp kapanmalarını birtakım zemberek ve yaylarla hareket edebilen "otomat"lar sağlamaktaydı.

Su saatinde, millerin ve otomotların suyu sürüklediğini gören biri, bunları sudan başka bir şeyi -sözgelişi antik kum saatlerindeki gibi kumu ya da sicime bağlı bir çakıl parçasını- itemez mi diye kendi kendine sordu. Bu fikir, ancak XIII. yüzyılda, Arşimet'ten beri iyice unutulmuş dişli çarkların ve tokmaklı zillerin kullanılmaya başlanmasından sonra uygulanmaya konulabildi.

İtici ağırlıkların düşmesini düzenlemek ve ölçülü hale sokmak için "karşılaşma çarkı" kullanılıyordu. O dönemde henüz sarkaç yoktu; bunu daha sonra, XVII. yüzyılda Huygens bulmuştur.

Bu makinelerden, daha doğrusu bu en ilkel saatlerden bize kadar gelenlerin en eskileri şunlardır: 1324'ten önce imal edilen Beauvais'deki saat ve 1348'den kalma Douvre'daki saat... Birincisinin ne kadranı vardı ne akrebi ne de yelkovanı; yalnız her saat başı çalardı. Kadranlı saatler, XIV. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıktı. 1370'de Heinrich von Vic adlı Alman'ın imal ettiği Paris Adliye Sarayındaki saat, daha ilkel başka bir saatin yerine konmuştu. Yalnızca akrebi olan bu saatin, hem durmadan onarılması, hem de kurulması için birinin sürekli yanında beklemesi gerekiyordu. Bu tür saatlerin günde yarım saat geri kalmaları kutlanmaya değer bir başarı sayılıyordu.

Saatin kaç olduğu, ortaçağda kimsenin aldırış etmediği bir şeydi. Komşu manastırın saatleri günü yeterince bölümlüyordu. Manastırdakilere gelince, tören saatleri, gündüzleri ya güneş kadranı, ya su ya da kum saatiyle ve geceleri de yıldızlara göre ayarlanıyordu.

Artık mekanik saatçilik, yani itici ağırlıkların kullanılması gelişiyor ve eski yöntemlerin yerini alıyordu. Saatler değişik perdeli çan sistemleri ve hareketli sahnelen temsil eden süslemeleriyle anıtsal sanat eserleri halini aldı. 1352-1354'te inşa edilen Strasbourg katedralinin saatinde bir kadran, dişli çark sistemi ve saatte bir gelip Hazreti Meryem heykelinin önünde secde eden ayin alayı heykelcikleri vardı. Frankfurt ve Lund'un dev saatleri da aynı çağın eserleridir. Olağanüstü bir ustalık isteyen bu zanaatın merkezi, Nurenberg'di ve ilk özel saatler XIII. yüzyılın sonlarında burada imal edildi. O zamanın saatleri ancak önemli kişilerin sahip olabilecekleri pahalı şeylerdi. Ne var ki, çok geçmeden itici ağırlıkların yerini zembereğin almasıyla saatler hantallıktan kurtulup taşınabilir hale geldiler; böylece daha geniş halk yığınları saat kullanma imkânına kavuştu.

Şimdi mekanik saatin icadının uygarlık üzerinde yaptığı paha biçilmez etkilerden söz edelim: Gelişmekte olan sanayinin "yaklaşık" saate 'tahammülü' yoktu. Dakik çalışmak verimliliği her bakımdan artırıyordu. Ayrıca, kutsal hareketlerin dakikliği ancak o zaman daha iyi kavranabilirdi, Bu anlayış insanları, tabiat olaylarının belirli ve şaşmaz nedenlere bağlı oldukları düşüncesine götürdü. "Determinist" (gerekirci) akım, yani tabiat yasalarını matematik güçlerin yönettiği kanısı, başka bir deyişle bilimin temeli, bu gözleme dayanır.


YATMA ZAMANI

GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...