(M.Ö. 287 - 212) Seçkin bilim adamları çoğunluk kimi çarpıcı
imajlarla hafızalarda yer etmiştir: Engizisyon önünde sorgulanan Galileo;
dalından kopan elmanın yere düşmesiyle, ayın dünya çevresindeki devinimini
birleştiren Newton; gemi üzerinde beş yıl süren doğa incelemesi gezisine çıkan
Darwin; Bern patent ofisinde sıradan bir görevliyken, (E=mc2) denklemini
oluşturan Einstein; banyodan kendini sokağa atıp "Buldum, buldum!"
diyerek sokakta çıplak koşan Archimedes...
Archimedes neyi bulmuştu? Neyin coşkusu içindeydi?
Bu soruyu yanıtlamaya geçmeden kısaca Archimedes'i, yaşadığı dönemi tanıyalım.
Grek kökenli bir aileden gelen Archimedes, Sicilya'nın Siraküz kentinde doğdu.
Babası tanınmış bir astronomdu. Öğrenimini, dönemin bilim merkezi olan
İskenderiye'de tamamladı; Euclid geometrisi onu nerdeyse büyülemişti. Siraküz'e
döndükten sonra tüm yaşamını matematik ve bilimsel çalışmalara verdi.
Archimedes'in dikkat çeken bir özelliği çok yanlı bir araştırmacı olmasıydı:
ilgi alanı kuramsal matematikten uygulamalı fizik ve savaş mühendisliğine
uzanan çeşitli alanları kapsıyordu. Bilimsel kişiliğinde göz alıcı teknisyen
becerisiyle üstün matematik yeteneğinin birleştiğini görmekteyiz. Ama ilgi
odağında öncelikle koni kesitleri, hidrostatik ve dengeye ilişkin kuramsal
sorunlar yer alıyordu. Problem çözme büyük tutkusuydu. Söylentiye göre,
kumsalda bir geometri problemi üzerinde uğraşırken kendisine yaklaşan Romalı
askerlerin farkına varmaz, saldırıya uğrayarak yaşamını yitirir.
Sorumuza dönelim: Archimedes neyin heyecanıyla kendim sokağa atmıştı? Ayrıntıya
girmeden yanıtı bir cümlede verelim: fizikte şimdi "Archimedes
ilkesi" diye bilinen bir doğa yasasını bulmanın heyecanıyla!
Hikâyeyi hemen herkes bilir: Siraküz'ün despot kralı Hiero, ölümsüz Tanrılar
tapınağına konmak üzere kentin tanınmış kuyumcusuna som altından bir taç
yapması emrini verir. Kuyumcu, kralın sağladığı altın ağırlığındaki tacı
zamanında tamamlar, teslim eder. Ne var ki, kimi söylentiler kralı, tacın
yapısına gümüş karıştırıldığı kuşkusuna düşürür. Kral gerçeği öğrenmek ister.
Daha o zaman her maddenin kendine özgü bir ağırlığı olduğu, örneğin, bir altın
parçasının aynı büyüklükteki gümüş parçasından daha ağır çektiği biliniyordu.
Ne ki, kralın elinde aynı biçim ve büyüklükte saf altından başka bir taç yoktu
ki, ağırlık mukayesesi yapabilsin. Bilinen tek seçenek tacı eritip küp
biçiminde dökmek, aynı büyüklükteki küp altınla terazide tartmaktı. Ama bu
çözüm, uzun emek ve ince bir ustalıkla işlenmiş olan tacı yok etmek demekti.
Sorun, tacı bozmaksızın kullanılan altın miktarını belirleyebilmekti. Buyurgan
kral çaresizdi; ama aptal değildi. Sonunda bilime başvurma gereğini anlar,
sorunun çözümünü Archimedes'den ister.
Hikâyede, Archimedes'in çözüm arayışında düşünsel düzeyde nasıl bir uğraş
verdiğinden söz edilmiyor; sadece, banyo küvetine ayak attığında çözümün bir
anda aklına nasıl geldiği vurgulanıyor. Archimedes küvete ayak atınca su
düzeyinin yükseldiğini fark eder, oturunca suyun taştığını görür ve hemen suya
daldırılan bir nesnenin oylumunun, yapısal biçimi ne olursa olsun, taşırdığı
suyun oylumu ile belirlenebileceğini anlar. Öyleyse yapacağı şey basitti: suyla
dolu bir kaba tacı daldırmak, oylumu taşan suyun oylumuna denk altın parçasıyla
tacı tartmak! Deney tacın saf altın olmadığını ortaya çıkarır; kurnaz usta
suçunu yaşamıyla öder sonunda.
Hikâye bu. Gelelim olayın bizi ilgilendiren yönüne.
İlk bakışta, pratik düzeyde sıradan görünen bu buluş, aslında, bilimsel
yöntemin işleyişini gösteren ilginç bir örnektir. Araştırmacı çözüm isteyen bir
sorunla karşı karşıyadır. Sorun, ne salt mantıksal düşünmeyle çözümü
verilebilecek matematiksel türden, ne de klasik Grek filozoflarının yönelik
olduğu metafiziksel türden bir sorundu. Sorun, çözümü gözlem ve gözleme dayanan
düşünce (hipotez) gerektiren bir sorundu. Tacın som altından olup olmadığı
sorusuyla küvetteki su düzeyinin değişmesi gözleminin ilişkisi ne olabilirdi?
Küvete girildiğinde su düzeyinin değiştiğini fark etmek bir gözlemdir. Olasıdır
ki, Archimedes'den önce de pek çok kimsenin gözünden kaçmamıştır bu olay. Ama
Archimedes'e gelinceye dek hiç kimsenin gözlem konusu bu olayla herhangi bir
nesnenin maddesel niteliği arasında ilişki kurduğunu bilmiyoruz. Bir
araştırmacıya üstün bilim adamı kimliği kazandıran şey (buna ister sezgi, ister
yaratıcı zekâ, ister deha diyelim) işte sıradan kimselere kapalı kalan bu
türden bir ilişkiyi kurabilmektir.
Archimedes'in aynı soruna ilişkin bir başka gözlemi daha vardır: küvete
oturduğunda, su düzeyindeki yükselmenin yanı sıra gövde ağırlığında hissettiği
hafifleme. Bu ikinci gözlem onu, sonucu bakımından çok daha önemli yeni bir
ilişki kurmaya götürür: hafiflemenin taşan suyun ağırlığına eşit olması. Bu
demektir ki, sudan daha yoğun bir nesne, suya daldırıldığında, taşırdığı suyun
ağırlığınca ağırlığından yitirir. "Archimedes ilkesi" denen bu ilişki
hidrostatik diye bilinen fizik dalının temel taşıdır. Ne ki, iş bu kadarla
kalmaz: Archimedes hidrostatiğin temelini attığı gibi fiziğin ana dalı
mekaniğin de temelini atar.
Kaldıraç, pratik yararı çok eskiden bilmen, çeşitli uygulama alanları olan bir
ilkeye dayanır. Helenist dönemden 2000 yıl öncesine uzanan Asur ve Mısır
uygarlıklarına ait pek çok yapı ve yontularda ilkenin örneklendiği
görülmektedir. Archimedes'in yaptığı ilkeyi teorik yönden temellendirmek
olmuştur. Geçmişten gelen uygulama ve gözlem birikimi ilkeyi doğrulayıcı
nitelikteydi kuşkusuz; ama bu Archimedes için yeterli değildi. Archimedes,
"Eşit olmayan iki ağırlık, destek noktasından bu ağırlıklarla ters
orantılı mesafelerde dengelenir," diye dile getirdiği ilkeyi bir yasa (ya
da teorem) olarak ispatlama yoluna gider.
Bilindiği gibi o çağda bir bilimin yetkinlik ölçütü önermelerinin aksiyom ve
teorem olarak dedüktif bir dizgede düzenlenebilmesiydi. Bunun bilinen en
çarpıcı örneğini Euclid geometrisi ortaya koymuştu. Euclid'i örnek alan
Archimedes benzer başarıyı önce hidrostatikte, sonra mekanikte gösterir.
Matematikte bir teoremin ispatında olduğu gibi, kaldıraç ilkesinin ispatında da
doğruluğu ya apaçık sayılan ya da gözlemsel olarak kanıtlanmış bir kaç temel
önermeye (aksiyoma) ihtiyaç vardı. Nitekim Archimedes ispatında şu iki önermeyi
öncül olarak almıştır:
(1) Destek noktasından eşit uzaklıkta bulunan eşit ağırlıklar dengede kalır.
(2) Destek noktasından eşit olmayan uzaklıklardaki eşit ağırlıklar dengeyi
bozar; daha uzakta olan ağır basar.
Archimedes, bu iki önermenin kaldıraç ilkesini (ya da bu ilkeye eşdeğer olan
çekim merkez ilkesini) içerdiğini sezmiş, sezgisini mantıksal yoldan kanıtlamak
istemişti. Böylece geometri dışı bir çalışma alanında, hem ideal gördüğü
geometrik modeli gerçekleştirmiş, hem de öncül olarak aldığı iki önermeye
dayanarak kaldıraç ilkesini ispatlamış oluyordu.
Archimedes kuşkusuz antik dünyanın ilk ve en büyük bilim adamıydı. Bugün
dünyamıza gözlerini açsa, ne bilimimiz, ne de bilime dayalı teknolojimiz onu
fazla şaşırtmayacaktır, herhalde! Onun çoğu kez gözden kaçan ama belki de en
büyük başarısı araştırma etkinliğinde gözlem ile ussal çıkarımı birleştirmesi,
modern anlamda bilimsel yöntemin ilk özgün örneğini ortaya koymuş olmasıdır.
Archimedes'in yaşadığı dönemin ne denli ilerisinde olduğunu gösteren bir kanıtı
da Rönesans'ın eşsiz dehası Leonardo da Vinci'nin ona gösterdiği özel ilgide
bulmaktayız. Leonardo, Archimedes'in bıraktığı yazılı metinleri elde etmek için
inanılmaz bir çaba içine girmiş, kimi çalışmalarında onu örnek almıştı. Mekanik
alandaki tüm buluş ve icatlarına karşın, Archimedes'in asıl ilgi odağı geometri
idi. Öyle ki, bir silindirin oylumunun, içine yerleştirilen bir kürenin
oylumuna olan oranı üzerindeki buluşunu en büyük başarısı sayıyordu.
Övündüğü bir başka buluşu da, giderek artan sayıda kenarlı düzgün poligon
kullanarak dairenin çevresiyle çapının oranının (3 tam 10/71)'den büyük (3 tam
1/7)'den küçük olduğunu saptamasıydı. Romalıları, Siraküz'ü işgalden üç yıl
alıkoyan savaş araçlarının yanı sıra, icat ettiği diğer mekanik aygıt ve
oyuncaklar kendi gözünde yalnızca boş zamanlarını dolduran eğlendirici işlerdi.
Problem çözme coşkusunu, banyodan sokağa fırlayarak "Buldum, buldum!"
seslenmesiyle açığa vuran Archimedes, bilimde atılım gücünü, "Bana bir
dayanak gösterin, tüm dünyayı yerinden oynatayım!" çağrısında dile
getirmişti.
21 Şubat 2021 Pazar
ARCHIMEDES (ARŞİMET)
BATTANİ
Devrinin en önemli astronomlarından ve matematikçilerinden olan
Battâni (858-929), Sâbit ibn Kurrâ gibi, Urfa'nın Harran Bölgesi'ndendir ve
yıldızlara tapan Sabii Dini'ne mensuptur.
Rakka'da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887-918 tarihleri arasında son
derece önemli gözlemler yapmıştır. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini
gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde belirlemeye çalışmıştır. Güneş ve
Ay tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir doğrulukla
hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi
başarmıştır.
Aynı zamanda matematikçi de olan Battâni, bu alanda da son derece önemli
çalışmalar yapmıştır. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı
gerçek anlamda ilk defa kullanan bilim adamının Battâni olduğu söylenmektedir.
Battâni, çalışmaları sırasında bazı temel trigonometrik bağıntılara ulaşmış ve
bunları astronomik hesaplamalarda kullanmıştır.
BİRUNİ
Biruni hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve
Hint tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların
hangisinin hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla
doktorluğun sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Coğrafya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet
zikretmiş, âyette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini
birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini
söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile
getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a
tevbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim.
Bâtıl Şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun
elindedir!" demiştir.
Hayatı
Yaşadığı çağa damgasını vurup "Biruni Asrı" denmesine sebep olan zekâ
harikası bilgin 973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta doğdu. Esas adı Ebû Reyhan
b. Muhammed'dir. Küçük yaşta babasını kaybetti. Annesi onu zor şartlarda,
odunsatarak büyüttü. Daha çocuk yaşta araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok
kOnuyu öğrenmek için çılgınca hırs gösteriyordu. Tahsil çağına girdiğinde
Hârizmşahların himayesine alındı ve saray terbiyesiyle yetişmesine özen
gösterildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Bîrûnî'nin en iyi bir eğitim alması
için her imkânı sağladı.
Bu arada İbni Irak ve Abdüssamed b. Hakîm'den de dersler alan bilginimizin
öğrenimi uzun sürmedi, daha çok özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi.
Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sönmeyen azmiyle birleşince 17 yaşında eser
vermeye başladı. Fakat Me'mûnîlerin Kâs'ı alıp Hârizmşahları tarihten
silmeleriyle Bîrûnî'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve Kâs'ı terketmek
zorunda kaldı. Ancak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ünlü bilgin Ebü'lVefâ ile
buluşup rasat çalışmaları yaptı.
Daha sonra hükümdar Ebü'lAbbas, sarayında Bîrûnî'ye bir daire tahsisedip,
müşavir ve vezir olarak görevlendirdi. Bu durum, hükümdarların ilme duydukları
derin saygının göstergesi, bilginimizin de devlet başkanları yanındaki yüksek
itibarının belgesiydi.
Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca hocalarıyla Bîrûnî'yi de oraya götürdü. Zira
onun yanında da itibarı çok yüksekti. "Bîrûnî, sarayımızın en değerli
hazinesidir'derdi. Bu yüzden tedbirli hünkâr, liyakatını bildiği Bîrûnî'yi
Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti. O da orada Hint dil ve kültürünü
bütünüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sürede Hintli bilginler üzerinde
şaşkınlık ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağlanan siyasî ve ilmî
araştırmalarına devam etti. Bir devre adını veren, çağını aşan ilmî hayatının
zirvesine erişti. Sultan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Kanunu Mes'ûdî adlı
eseri için Bîrûnî'ye bir fil yükü gümüş para vermişse de o, bu hediyeyi almadı.
Son eseri olan Kitabü'sSaydele fi't Tıb'bı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Üstad
diye saygıyla yâd edilen yalnız İslâm âleminin değil, tüm dünyada çağının en
büyük bilgini olan Bîrûnî, 1051 yılında Gazne'de hayata gözlerini yumdu.
Kişiliği
Bîrûnî, "Elinden kalem düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan, iman dolu kalbi
tefekkürden dûr olmayan, benzeri her asırda görülmeyen bilginler bilgini bir
dâhiydi. Arapça, Farsça, Ibrânîce, Rumca, Süryânice, Yunanca ve Çinçe gibi daha
birçok lisan biliyordu. Matematik, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık,
Tarih, Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Dinler ve Mezhepler Tarihi gibi
30 kadar ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler verdi.
Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgilenmesi, Allah'ın kevnî âyetlerini
anlamak, kâinatın yapı ve düzeninden Allah'a ulaşmak, Onu yüceltmek gâyesine
yönelikti. Eserlerinde çok defa Kur ân âyetlerine başvurur, onların çeşitli
ilimler açısından yorumlanmasını amaçlardı. Kurân'ın belâğat ve i'cazına olan
hayranlığını her vesileyle dile getirdi. İlmî kaynaklara dayanma, deney ve
tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o ileri sürdü.
İbni Sinâ'yla yaptığı karşılıklı yazışmalarındaki ilmî metod ve yorumları,
günümüzde yazılmış gibi tazeliğini halen korumaktadır. Tahkîk ve Kanûnı Mes'ûdî
adlı eserleriyle trigonometri konusunda bugünkü ilmî seviyeye tâ o günden,
ulaştıgı açıkça görülür. Bu eser astronomi alanında zengin ve ciddî bir
araştırma âbidesi olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine hizmetten mutluluk
duymaktadır.
Gazne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi ve kıblenin tayini için geliştirdiği
matematik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü Rabb'inden sevap ummaktadır. Ayın,
güneşin ve dünyanın hareketleri, güneş tutulması anında ulaşan hadiseler
üzerine verdiği bilgi ve yaptığı rasatlarda, çağdaş tespitlere uygun neticeler
elde etti. Bu çalışmalarıyla yer ölçüsü ilminin temellerini sekiz asır önce
attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapını ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının
ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz matematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır.
Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI denmektedir.
Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil
olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce
Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz.
Biruni, hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint
tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların hangisinin
hangi derde deva ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun
sınırlarını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir.
Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlığından söz etmiş, Kuzey Asya ve Kuzey
Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti. Christof Coloumb'dan beş asır önce Amerika
kıtasından, Japonya'nın varlığından ilk defa sözeden O'dur.
Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan
asırlarca önce ortaya koydu. Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye
doğru kayma fikrini 9.5 asır önce dile getirdi.
Botanikle ilgilendi, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki ve hayvanlarda üreme
konularına eğildi. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler yaptı. Tarihle
ilgilendi. Gazneli Mahmud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihlerini yazdı. Bîrûnî,
ayrıca dinler tarihi konusuna eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Çağından
dokuz asır sonra ancak ayrı bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler Tarihi,
kurucusu sayılan Bîrûnî'ye çok şey borçludur.
Bîrûnî, felsefeyle de ilgilendi. Ama felsefenin dumanlı havasında boğulup
kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a dayandırdı. Tabiat olaylarından
sözederken, onlardaki hikmetin sahibini gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp
kalmadı.
Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Cografya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet
zikretmiş, âyette bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini
birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini
söylemiş, ilim öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile
getirmiş ve "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a
tövbe ederim. Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim.
Bâtıl şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun
elindedir!" demiştir.
Eserleri halen Batı bilim dünyasında kaynak eser olarak kullanılmaktadır. Türk
Tarih Kurumu 68. sayısını Bîrûnî'ye Armağan adıyla bilginimize tahsis etti.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde Bîrûnî'yi anmak için sempozyumlar, kongreler
düzenlendi, pullar bastırıldı. UNESCO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Dergisi
1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye ayırdı. Kapak fotoğrafının altına, "1000
yıl önce Orta Asya'da yaşayan evrensel dehâ Bîrûnî; Astronom, Tarihçi,
Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog, Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğrafyacı
ve Hümanist" diye yazılarak tanıtıldı.
Eserleri
Biruni, toplam 180 kadar eser kaleme aldı. En meşhurları şunlardır:
1. EIAsâr'il Bâkiye an'il Kurûni'I Hâliye: (Boş geçen asırlardan kalan
eserler.)
2. EI Kanûn'ül Mes'ûdî; En büyük eseridir. Astronomiden coğrafyaya kadar birçok
konuda yenilik, keşif ve buluşları içine alır.
3. Kitab'üt Tahkîk Mâli'I Hind: Hind Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkında
geniş bilgi verir.
4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l Emâkinli Tashîhi Mesâfet'il Mesâkin: Meskenler
arasındaki mesafeyi düzeltmek için mekânların sonunu sınırlama. Bu eseriyle
Bîrûnî, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin temelini atmış, ilk harcını
koymuştu.
5. Kitabü'I Cemâhirfî Ma'rifeti Cevâhir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap.
6. Kitabü't Tefhimfî Evâili Sıbaâti't Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş.
7: Kitâbü's Saydelefî Tıp: Eczacılık Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını
altı dildeki karşılıklarıyla yazmış.
BLAISE PASCAL
Fransız
matematikçisi, fizikçisi, filozofu ve yazarı (1623-1662).
Clermont-Ferrand'da, kültürlü bir yüksek kentsoylu ailede doğan Pascal çok
küçük yaşta bilime merak sardı. 16 yaşındayken önemli geometri ve fizik
kitapları yazdı, sonra da bir hesap makinesi icat etti.
İşte bu dönemde Janseniusçuluğu (kadere dayanan din öğretisi) keşfetti: bu
öğretiye göre Tanrı, daha doğar doğmaz bazı yaratıklara inayetini bağışlıyor
ve böylece, bu kişiler «kurtulacaklarından» emin olabiliyorlardı.
1647'de Paris'e yerleşen Pascal, çok hasta olmasına rağmen, hem bilimsel
incelemelerini (boşluk üzerine denemeler), hem de toplum yaşantısını var gücüyle
sürdürüyordu. Ama çok geçmeden, kızkardeşi Jacqueline'in etkisiyle, Port-Royal
des Champs Manastırı'na çekilip orada bir yalnızlık hayatı sürmeğe başladı.
Janseniusçu dostlarını, Cizvitlere karşı sürdürdükleri kavgada savunmak üzere,
yazdığı Taşra Mektupları, papa tarafından yasaklanmıştı. 39 yaşında, en önemli
eseri olan Hıristiyan Dininin Savunması'nı tamamlayamadan öldü. Hayatını ve
eserini etkileyen dinî inanca sonuna kadar sadık kalmıştı.
BAZI ESERLERİ
Bilimsel incelemeler: Koniler Üzerine Deneme, Boşluğun İncelemesi, Çevrime
İlişkin Değirmi Mektup.
Dinsel ve felsefî eserler: Aşkın İhtirasları Üzerine Konuşma, Anılar, Tanrı
İnayeti Üzerine Yazılar, Hıristiyan Dininin Savunması (ölümünden sonra
"Düşünceler" adıyla yayımlandı).
BUZCANİ
Yazmış olduğu eserlerle astronomiye büyük hizmetlerde bulunan
Ebu'l-Vefâ el-Buzcâni (940-998), küresel astronomide karşılaşılan sorunların
çözülebilmesi için, yeni trigonometrik bağıntıların keşfedilmesi suretiyle
trigonometrinin geliştirilmesi gerektiğini anlamış ve araştırmalarını daha
ziyade bu alana yöneltmiştir.
Habeş el-Hâsib ve el-Mervezi gibi önemli matematikçileri izleyerek, tanjant ve
sekant fonksiyonlarını tanımlamış ve trigonometrik fonksiyonların yayların
büyüklüğüne göre değişen değerlerini 15 dakikalık aralıklarla hesaplayarak
tablolar halinde sunmuştur. El-Mervezi'nin tabloları, tanjant ve kotanjantı
yayın fonksiyonu olarak vermediği gibi, Ebu'l-Vefâ'nınkiler kadar sağlıklı da
değildir.
Ebu'l-Vefâ, * ve * toplam ve farkları 90 dereceden küçük iki yay ve * * * olmak
şartıyla, sin (* + *) - sin * * sin * - sin (*-*) eşitsizliğini bulmuş ve
sonradan kendi adıyla anılan bu teoremi kullanarak sin 30 dakikanın değerini
sekiz ondalığa kadar doğru bir biçimde hesaplamıştır.
Aynı zamanda birim dairenin yarıçapını 1 olarak kabul eden Ebu'l-Vefâ'nın bu
alandaki uğraşları, trigonometrik fonksiyonların yaya bağlı değerlerinin daha
doğru hesaplanabilmesi yolundaki çabalara güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Ayrıca, sin * ve sin * bilindiğinde, sin (* * *)'dan hareketle, 2 sin² */2 * 1
- cos * ve sin * * 2 sin */2 . cos */2 bağıntılarını bularak, yarım açının
sinüs ve kosinüsünün hesaplanmasını sağlamıştır.
Ebu'l-Vefâ el-Buzcâni, küresel üçgenlerin çözümünde kullanılan çeşitli
bağlantıları bulmak suretiyle bu konunun gelişmesine de büyük hizmetlerde
bulunmuştur. Müslüman matematikçiler tarafından Şeklü'l-Katta, yani Kesenler
Teoremi diye adlandırılan Menelaus Teoremi'ni kullanarak bir dik açılı küresel
üçgende, sin a / sin c * sin A ve tg a / tg A * sin b eşitliklerinin geçerli
olduğunu göstermiş ve bu eşitliklerden cos c * cos a . cos b eşitliğini
çıkarmıştır.
Dik açılı olmayan küresel üçgenler için sinüs teoremini ilk defa onun bulmuş
olması pek muhtemeldir. Ebu'l-Vefâ, matematiğin diğer bazı dallarına da önemli
katkılarda bulunmuştur. Bağdat'ta yaptığı gözlemlerle ekliptiğin eğimini
ölçmüş, mevsim farklarını bulmak için ekinoksları gözlemlemiş, ayrıca Bağdat'ın
enlemini ölçmüştür.
El-Zic el-Vâzıh adlı bir de zic hazırlamıştır. Astronomide ilk müşterek çalışma
örneğini vermiştir. Beyrûni ile ilişki içinde olan Ebu'l-Vefa Bağdat'ta,
Beyrûni ise Harezm'de 997 yılındaki Ay tutulmasını gözlemlemişler ve her iki
kentteki tutulma farkını bir saat olarak bulmuşlardır. Buradan iki kent
arasındaki boylam farkını doğru olarak saptama olanağını elde etmişlerdir.
Ayrıca her iki bilim adamı da tutulma düzlemini 23 derece 37 dakika olarak
belirlemişlerdir.
Ebu'l-Vefâ, çalışmalarını iki farklı gözlem evinde yürütmüştür. Bunlardan
birisi Şemsüddevle ve diğeri ise kendi gözlemevidir. Bu ikincisinde onun büyük
boyutlu aletler yaparak dakik gözlemlerde bulunduğu söylenmektedir.
BÜYÜK PLINIUS
Eski Romalı doğa bilgini ve ansiklopedi yazarı Plinius’un,
Historia Naturalis adlı yapıtı, en geniş kapsamlı ilk ansiklopedi olarak kabul
edilir. Tam adı Gaius Plinius Secundus’tur ve "Genç Plinius" adıyla
tanınarak konsüllüğe dek yükselmiş ünlü bir yazar olan yeğeni Gaius Plinius
Caecilius Sencundus’tan ayırt etmek üzere "Büyük Plinius" diye
anılır.
Şövalye sınıfından varlıklı bir ailenin oğlu olan Büyük Plinius, edebiyat,
güzel söz söyleme sanatı ve hukuk okuyarak iyi bir öğrenim görmesi için, on iki
yaşındayken Roma’ya gönderildi. 47’de, toplumun yalnızca üst sınıflarına
tanınmış bir hak olan devlet memurluğunun ilk aşamasındaki askerlik görevine
başladı ve Germanya’daki bir süvari birliğinin komutanlığına getirildi.
Askerlik ve tarih konusundaki yapıtlarıyla ilk yazarlık ürünlerini verdiği bu
on yıllık görev süresinin bitiminde, İtalya’ya döndü ve büyük olasılıkla Roma’da
hukuk öğrenimini tamamlayarak avukatlığa başladı.
Siyasal bir görev almaktan kaçınıp, yalnızca dil bilgisi, konuşma sanatı gibi
sakıncasız konularda yapıt verdiği ve yoğun bir araştırmaya yöneldiği o yıllar,
Neron’un imparatorluk dönemine rastlar.
Plinius, bilim tarihindeki yerini, o güne değin edinilmiş tüm bilgileri
derlemek amacıyla kaleme aldığı, insanlık tarihinin ilk ansiklopedisi sayılan
dev yapıtına borçludur. "Doğa Tarihi" adı altında birleştirilmiş otuz
yedi kitaptan olşan bu yapıt, 500’e yakın Eski Yunanlı ve Romalı yazarın
bıraktığı 2 bini aşkın kitabın içeriğinden özetlenmiş yoğun bir bilgi
derlemesidir.
Tüm yaşamını her konuda bilgi derlemeye adayan ve yorulmak bilmez bir
araştırmacı olan Plinius’un ansiklopedisi, ne yazık ki duyduğu her bilgiyi
ayrım yapmaksızın ve sınamaksızın yapıtına aldığı için çük büyük yanlışlarla
doludur ve bilimsel olmaktan çok uzaktır.
Özellikle hayvanlarla ilgili bölümlerinde efsane yaratıklara, garip canavarlara
ve bu yaratıklar üzerine söylenmiş inanılmaz öykülere yer vermesi, yapıtın
bilimsel değerine büyük ölçüde gölge düşürmüşse de, Eskiçağ sanatına ilişkin
son ciltlerin belgesel değeri ve Yunanca bitki ya da hayvan adlarının Latince
karşılıklarını veren terimleme çalışmaları, yapıtın ününün bugüne değin
süregelmesi için yeterli olmuştur.
CABİR İBN HAYYAN
Yapmış olduğu kuramsal ve deneysel araştırmalarla kimyanın
gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan Câbir İbn Hayyân'ın hayatı hakkında pek
fazla bir bilgiye sahip değiliz. Diğer Müslüman bilginler ve kimyacılar gibi,
Câbir de, Aristoteles'i izleyerek maddeyi dört unsur (toprak, su, hava ve ateş)
kuramıyla açıklamaya çalışmış ve bu unsurların nitelikleri (kuru-yaş ve
soğuk-sıcak) farklı olduğu için bunların birleşmesinden oluşan maddelerin de
farklı özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir. Hellenistik dönem
simyagerlerinden de etkilenmiş olan Câbir İbn Hayyân, Yeryüzü'ndeki bütün
maddeleri 3 ana grupta toplamıştır:
Alkol gibi uçucu olan gazlar.
Altın, gümüş, bakır ve kurşun gibi metaller.
Bazı boya maddeleri gibi, uçucu ve metalik olmayan ara maddeler.
Cabir İbn Hayyan'a göre, bütün maddeler doğada saf olarak bulunmaz ama damıtma
işlemiyle onları saflaştırmak olanaklıdır; ayrıca sadece cansızları oluşturan
maddeler değil, canlıları oluşturan maddeler de damıtılabilir. Söylediğine
bakılırsa, suyu 700 defa damıtmış ve sonuçta bu unsurdaki yaşlık niteliğini yok
ederek, sadece soğuk niteliğini içeren saf elementi elde etmeyi başarmıştır.
Organik kökenli maddeleri damıtmak suretiyle, Câbir'in çeşitli boyaları,
yağları ve tuzları elde ettiği bilinmektedir.
Câbir İbn Hayyân metallerin oluşumunu, daha önce de söz konusu edilen kükürt-cıva
kuramıyla açıklamak istemiştir. Bilindiği gibi, kükürt-cıva kuramının
kökeninde, Yunan Dünyası'nda özellikle Pythagorasçılar tarafından savunulmuş
olan ikilem görüşü bulunmaktadır; bu görüşe göre, her şey, kadın-erkek ve
iyi-kötü gibi ikilemler çerçevesinde oluşur ve anlaşılır. Bu görüş daha
sonraları, 16. yüzyılda Paracelsus (1493-1541) ve onu destekleyenler tarafından
yeniden ele alınacak ve bu temel üzerinde, yeni bir ikilem olan Asit-Baz Kuramı
biçimlendirilecektir.
Metallerin oluşumunu açıklamak maksadıyla ortaya atılmış olan kükürt-cıva
kuramına göre, altın, gümüş ve bakır gibi metallerin birbirlerinden farklı
olmalarında, bunların temelini teşkil eden kükürdün farklılığı kadar,
oluşmaları sırasındaki ısı farkları ve Güneş ışığı da önemli bir rol oynar.
Yeni bir metal meydana getirmek üzere birleşen kükürt ve cıva daha önceki
özelliklerini terkederek yeni bir birim oluştururlar.
Câbir'in bildiği metaller altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve kalaydan
ibarettir. Kimya alanına önemli katkılarda bulunmuş olmakla birlikte, Câbir de
tipik bir simyager gibi el-iksir elde etmek üzere birçok deney yapmış ve
çeşitli el-iksir formülleri geliştirmiştir. Câbir İbn Hayyân'ın yapmış olduğu
araştırmalar sonucunda, kimya bilimine yapmış olduğu katkıları üç madde altında
toparlamak olanaklıdır:
Element görüşünün oluşmasına yardımcı olmuştur.
Deneylerinde, ölçü ve tartı işlemleri üzerinde hassasiyetle durduğu için,
nicelik anlayışının güçlenmesini sağlamıştır.
Çalışmaları sırasında geliştirmiş olduğu yeni aletlerle kimya teknolojisinin
ilerlemesine aracı olmuştur.
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılma...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
-
KARADENİZ BÖLGESİ A. BÖLGENİN GENEL COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Türkiye’nin kuzeyinde yer alan bölge, ismini Karadeniz’den alır. Doğuda Gürc...