"Askıdan bir kahve" dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne getirdi. Yoksul kişi kahvesini içtikten sonra, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen ise duvardaki askıya taktığı kağıtlardan birini kopardı, parçaladı, çöpe attı. Yardım etmek için, insanların gereksinimlerini belirlerken, yalnızca yaşamsal gereksinimlerle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Askılara kahve asmayı da unutmamak gerek.
9 Şubat 2014 Pazar
ASKIDAN BİR KAHVE
Venedik'te kenar mahallelerden
birinde, bir cafe-barda kahvelerimizi içiyorduk. İçeri giren müşterilerden biri
barmene " İki kahve, biri askıda" dedi, iki kahve parası verip, bir
kahve içip gitti. Barmen de duvardaki çiviye bir küçük kağıt astı. Biraz sonra
içeri iki kişi girdi, onlar da "üç kahve biri askıda" dediler, iki
kahve içip, üç kahve parası ödeyip gittiler. Barmen askıya yine küçük bir kağıt
astı. Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyordu. Biraz sonra kahveye üstü
biraz eski-püskü, belli ki yoksul bir adam girdi ve barmene
"Askıdan bir kahve" dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne getirdi. Yoksul kişi kahvesini içtikten sonra, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen ise duvardaki askıya taktığı kağıtlardan birini kopardı, parçaladı, çöpe attı. Yardım etmek için, insanların gereksinimlerini belirlerken, yalnızca yaşamsal gereksinimlerle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Askılara kahve asmayı da unutmamak gerek.
"Askıdan bir kahve" dedi. Barmen hemen bir kahve hazırladı ve yeni müşterinin önüne getirdi. Yoksul kişi kahvesini içtikten sonra, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen ise duvardaki askıya taktığı kağıtlardan birini kopardı, parçaladı, çöpe attı. Yardım etmek için, insanların gereksinimlerini belirlerken, yalnızca yaşamsal gereksinimlerle sınırlı kalmak zorunda değiliz. Askılara kahve asmayı da unutmamak gerek.
MARANGOZ
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren
müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılarak eşi ve büyüyen ailesi ile
birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı
ücretini elbette özleyecekti. Ne var ki emekli olması gerekiyordu. Müteahhit,
iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir
ev yapmasını rica etti. Marangoz, kabul etti ve işe girişti, fakat gönlünün yaptığı
işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz
malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne büyük
talihsizlikti!... İşini bitirdiğinde işveren, evi gözden geçirmek için geldi.
Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. “Bu ev senin” dedi, “Sana benden
hediye” . Marangoz, şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi
evi olduğunu bilseydi! O zaman böyle yapar mıydı hiç! Bizim için de bu
böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe
elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz
evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız.
Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir
tahta koyar yada bir duvar dikersiniz. “Hayat bir kendin yap, tasarımıdır”
demiştir biri. Bugün yaptığınız davranışlar ve seçimler, yarın yaşayacağınız
evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın... Paraya ihtiyacınız yokmuş
gibi çalışın. Hiç incinmemiş gibi sevin. Kimse izlemiyormuş gibi dans edin. Ve
lütfen, bu sözleri arkadaşlarınıza iletin. Ben ilettim.
8 Şubat 2014 Cumartesi
İNANILMAZ BİR AŞK HİKAYESİ
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için
hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm.. Hemen aldım. Sahibini
gösteren bir kimlik vardır diye acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp
kat yerleri yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu... Sol üst köşede
yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi yerinde bir posta kutusu numarası
vardı. Bir ipucu bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için zarfı
açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım. Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş
bir kağıda, özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"
diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için onu bir daha
göremeyeceğini" anlatarak devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni
daima seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!.. Elimde yalnızca, mektubu
yazan kişiyle, mektubun yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider
gitmez hemen telefon idaresini aradım. Görevli kişi, kendisine bildirdiğim
adreste yaşayanların telefon numarasını vermesinin yasalara aykırı olduğunu
söyledi. Fakat ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim"
dedi. "Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar Kabul
ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.." dedi. İki üç dakika
sonra görevlinin sesi geldi.. "Bağlıyorum efendim." Telefonda,
karşıdaki hanıma "Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.
"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden aldık"
dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.." "Hannah
annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip ederseniz, belki adres
bulursunuz.." deyip bana huzurevinin adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı
anne yıllar önce ölmüş.. Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki
orada bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim kendi
kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce yazılmış bir mektup bulunan
cüzdanın sahibini aramak için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..
Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde" dedi ve numarayı
verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses; "Evet, Hannah burada yaşıyor"
dedi.. Saat ona geliyordu ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için.. Devasa
bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş saçlı, sıcak tebessümlü bir
yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve
mektubu gösterip.. Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam"
dedi, "Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle seviyorum ki..
Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu meşhur aktör.. Ama ben 16
yaşındaydım.. Çok küçüğüm diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir
nefes daha.. "Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak sessizlik.. Bir
derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.." İki damla yaş damladı
elindeki mektuba, ıslanan gözlerden.. "Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi
birisini bulamadım ki.." Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım. Binadan
çıkarken danışmada beni karşılayan kız "Hannah Hanım yardımcı olabildi mi
size" dedi.." Hiç değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim"
dedim.. Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran hademe
bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı
şeritten onu nerde görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten.. Üç kere
ben buldum, koridorlarda.. "Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi
fırladım tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında kitap okuyordu.
Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi. Michael elini arka cebine attı,
hızla.. Sonra sevinçle "Evet bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden
sonraki yürüyüş sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
"Hiçbir şey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim. İpucu
bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum." "Mektubu mu
okudun?" "Sadece okumakla kalmadım. Hannah'yı da buldum.."
"Buldun mu? Nerde? İyi mi? Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen
söyle.." "Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana
onun telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım." Elime sımsıkı
sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu öyle sevdim ki, asla evlenmedim..
Çünkü bu mektup geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti." "Bay
Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.." Asansörle üçüncü kata
indik.. Odanın kapısı açıktı. Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..
Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah" dedi.. "Bu bay'ı
tanıyor musun?" Gözlüklerini ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
"Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle.. "Hannah.. Ben
Michael.. Beni tanıdın mı?.." "Michael" diye yutkundu Hannah.
"İnanmıyorum.. Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael Hannah'ya doğru
yürüdü yavaşça. Sarıldılar. Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri
yaşlıydı.. "Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması gereken
her şey, er ya da geç, bir gün kesinlikle yaşanacaktır." Üç hafta sonra
beni huzurevinden aradılar. Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?
Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael beni nikah şahidi yaptılar
üstelik. Hannah açık bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de lacivert
takımı içinde hala çok yakışıklı.. Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu
gözlemlerimi… Aşklarını on sekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan 76
yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında keşke siz de bulunsaydınız…
Altmış yıl önce bittiği sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı
yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.
KOZADAKİ KELEBEK
Bir gün,
bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam bedenini bu küçücük delikten
çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti. Sonra, kelebek sanki daha fazla
ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve
artık daha fazla ilerleyemiyordu. Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi.
Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü. Kelebek kolayca dışarı
çıktı. Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu.Adam, kelebeği
izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek
kadar genişleyebileceğini umut ediyordu. Fakat bu olmadı! Gerçekte, kelebek
ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta
sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı. Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı,
bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için
verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu, çünkü bu, Tanrı'nın, yaşam
sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu
yoldu,böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti.Bazen
mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Tanrı,
hayatımıza hiçbir engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat
kalırdık. Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık. Asla
uçamazdık.
Güç
istedim... Ve Tanrı, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı.
Bilgelik
istedim... Ve Tanrı bana çözmek için sorunlar verdi.
Zenginlik
istedim... Ve Tanrı çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi.
Cesaret
istedim... Ve Tanrı üstesinden gelmem için bana tehlike verdi.
Sevgi
istedim... Ve Tanrı yardım etmem için sorunlu insanlar verdi.
İyilik
istedim... Ve Tanrı bana fırsatlar verdi.
İSTEDİĞİM
HİÇBİR ŞEYİ ELDE ETMEDİM… AMA İHTİYACIM OLAN HER ŞEYİ ELDE ETTİM…
KUYRUK ACISI
Bir gün fakir adamın biri bir yılanla dost olmuş. Ne zaman başı
sıkışsa yılana gider yardım istermiş. Yılan da ona her seferinde bir altın
verirmiş.
Bir gün adam hastalanmış. Oğluna eğer ben ölürsem karşı kuyunun orda bir yılan var. Başın sıkıştığında ona gidersin demiş. Çocuk hemen yılanın yanına gitmiş. Babasının kurtulması için yardım istemiş.
O sırada yılan kuyudan çıkıp bir altın vermiş çocuğa.. Şeytan girmiş çocuğun aklına demek kuyu altınla dolu. Ben bu yılanı öldürürsem altınları alır, zengin olurum demiş ve taşı kaldırdığı gibi yılana fırlatmış.
Yılanın kuyruğu kopmuş. Yılan can havliyle fırlamış ve çocuğu ısırmış. Çocuk zehirlenerek ölmüş. Bir zaman sonra adam iyileşmiş. Bütün olanların farkındaymış. Yılana gidip özür dilemiş. Bizim oğlan bir aptallık etti ve cezasını da buldu zaten. Barışalım eskisi gibi olalım demiş.
Yılan pek sıcak bakmamış ve reddetmiş. Demiş ki; sende bu evlat acısı bende de bu kuyruk acısı varken hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
YARDIMIN BÖYLESİ
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler.
Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı
hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok
eden bağışıklık oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve
ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra
derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi.
Kan nakli ilerlerken sordu: "Ne zaman öleceğim?"
KIYMET BİLMEK
Bir padişah
acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini
tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok
uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz bir
vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, 'Müsaade
buyurursanız ben onu sustururum' dedi. Padişah da 'Lütfetmiş olursunuz' dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı.
Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki
eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya
başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, 'Bu işteki hikmet
nedir' diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi: ''Köle evvelce suya batmayı
tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de
böyledir, bir felâkete duçar olmayan kimse, huzurun kıymetini bilemez."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılma...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
-
KARADENİZ BÖLGESİ A. BÖLGENİN GENEL COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Türkiye’nin kuzeyinde yer alan bölge, ismini Karadeniz’den alır. Doğuda Gürc...