Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün
haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün
miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini
sordu.
Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya
çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu... sonra gazetenin
promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna "eğer bu haritayı
düzeltebilirsen
seni sinemaya götüreceğim" dedi ve sonra şöyle düşündü. "Oh be kurtuldum
en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar
düzeltemez."
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve baba
haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. gördüğünde de halen hayretler içindeydi
ve bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk; bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ.
8 Şubat 2014 Cumartesi
SADECE
Sadece bu
sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğümde gülümseyeceğim.
Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakacağım ve
gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim. Sadece bu sabah, çamaşırları
yıkamaktan vazgeçip seninle parkta oynamaya gideceğim. Bu sabah bulaşıkları
lavaboda bırakıp bulmacanın nasıl çözüldüğünü bana öğretmeni izleyeceğim.
Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı kapatacağım ve arka bahçede
oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım. Bu öğleden sonra dondurma arabası
için çığlıklar attığında sana hiç kızmayacağım ve gelirse bir tane alacağım. Bu
öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı sıkmayacağım. Ya da
seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce üretmeyeceğim. Bu öğleden sonra
kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve tepende dikilip
düzeltmeye çalışmayacağım. Bu öğleden sonra Mc Donalds’a gideceğiz ve iki tane
çocuk menüsü isteyeceğiz ki, iki oyuncak alabilesin. Bu gece seni kollarımda
tutacağım ve nasıl doğduğunu seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacağım. Bu gece
küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç kızmayacağım. Bu gece geç
saate kadar oturmana ve balkonda oturup yıldızları saymana izin vereceğim. Bu
gece yanına uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım. Bu gece
sen dua ederken parmaklarımı saçlarında dolaştırıp bana en büyük armağanı
verdiği için Tanrı’ya şükredeceğim. Kayıp çocuklarını arayan anne ve babaları
düşüneceğim. Yatak odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve
hastane odalarında donuk bakışlarla, daha fazla içlerinde tutamadıkları
çığlıklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim ve bu gece
yanağına iyi geceler öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve biraz daha
uzun tutacağım kollarımda Tanrı’ya senin için teşekkür edip bize yalnızca bir
gün daha vermesi için yakaracağım.....
VEKİL ve ASLI
Üzerindeki
kıyafet ve davranışlarından köyden geldiği belli olan bir adam, son dakikada
yetiştiği trene binmiş. Bindiği vagon dolu olduğu için oturacak yer bulamamış.
Diğer vagonları da tek tek dolaşmış, hepsi dolu... Tam umudunu kestiği anda
vagonlardan birinin boş olduğunu görmüş ve ''milletvekillerine aittir''
yazısını da farketmeden, girip oturmuş. Biraz sonra, biri gelmiş ve adama
çıkışmış;
- Ne işin var
burada, çabuk kalk!.. Burası, benim yerim!..
- Nereden
senin oluyormuş, para verip biletimi aldım. Burası da boştu, niye kalkayım? -
Bak arkadaş, su levhaya dikkat etsene. Burada ''milletvekillerine aittir'' diye
yazıyor. Ben milletvekiliyim, sen kimsin?
- Hadi oradan
be... Sen milletin vekili isen ben de aslıyım. Milletin aslı varken, vekilin ne
işi var!..
"Asıl
olan değerini anladığında, vekil vekilliğini bilmek zorunda kalır."
YOLUMUZDAKİ ENGELLER
Eski
zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş,
kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin
tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan
öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı
yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz
tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına
itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına
çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir
kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı
içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her
engel, yaşam koşullarınızı iyileştirecek bir fırsattır."
DURUN ve DÜŞÜNÜN
Adam yeni aldığı kamyonuna bakmak için evinden çıktığında üç
yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle, kamyonunun
kaportasını mahvettiğini görmüş. Çok sinirlenmiş. Hemen oğlunun yanına koşmuş
ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen
hastaneye götürmüş. Doktor çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa
da, elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda
kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp, gözlerini açtığında bandajlı ellerini fark
etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, "Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim
için çok üzgünüm," demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş:
"Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?" Babası eve dönmüş ve intihar
etmiş. Birisi masaya süt döktüğünde ya da bir bebeğin ağladığını işittiğinizde
bu öyküyü anımsayın. Çok sevdiğiniz birine karşı sabrınızı yitirdiğinizi
anladığınızda, önce biraz düşünün. Kamyonlar onarılabilir, ama kırılan kemikler
ve incinen duygular hiçbir zaman onarılamaz; Genellikle kişiyle performansı
arasındaki farkı göremeyiz. İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat
öfkeyle ve düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder. Durun
ve düşünün. Harekete geçmeden önce düşünün. Sabırlı olun. Anlayış gösterin ve
sevin.
BİR ANNENİN DUASI
Cüneyd SUAVİ
Hastanede oğlumun baş ucunda kalmama, bir anne olduğum için değil, doktor olmam sebebiyle müsaade ettiler. Çocuk felci salgını son hadde yükseldiğinden, oğlumla, çocuk felci oldukları sanılan diğer çocuklarla, hastanenin özel bir koğuşunda gözetim altına alınmıştı.
Koridorun öbür ucundaki odalarda çocukların ağladığını duyuyordum. Fakat zavallı oğlum, belkemiği muayene edilirken korku içinde "Anne" diyebilmiş, sonra da buhranlı bir uykuya dalmıştı.
Muayene bittikten sonra uzman doktor bana döndü. Yüzünde yorgun ve üzüntülü bir ifade vardı.
- Çok üzgünüm, doktor, galiba çocuk felci, dedi.
Duyduklarıma inanamayarak yüzüne baktım. Başka bir çocuğun çocuk felcine yakalandığına inanabilirdim, ama bu felaketin oğlumun başına geldiğine bir türlü ihtimal veremiyordum. Artık doktorluğumu unutmuş, hasta çocuğumun başında endişe içinde bekleyen bir anne olmuştum.
- Henüz felç olmadı, değil mi? diye sordum.
- Hayır, inşallah olmaz, diye cevap verdi. Sonra yüzüme dikkatle bakarak:
Siz eve gidip biraz uyumaya çalışsanız iyi olur, dedi. Çocuğun halinde bir değişiklik olursa, size haber veririz.
Doktorun sözünü dinlemeye karar verdim. Vakit gece yarısını geçmişti. Sabahın beşinden beri ayaktaydım. Salgının şiddetlenmesi yüzünden aralıksız çalışmıştım. Oğlumun kızarmış, zayıf, yüzüne baktım. Beklemekten başka yapılacak şey yoktu. Çocuğumu kollarımın arasına alıp bağrıma basmak istedim. Bunu yapamayacağımı bildiğimden hızla odadan çıktım.
Evimin kapısını açıp içeri girdiğim zaman, derin bir sessizlikle karşılaştım, Kocam, iş için Chicago´ya gitmişti. Telaşlanmaması için ona oğlumuzun hastalığını bildirmemiştim. Esasen çocuğun halinde, yarına kadar bir değişiklik olmadığı takdirde, iyileşmesi ümidi artacaktı.
Nihayet bir uyku ilacı alıp yattım. Saatlerden sonra uykumun orasında telefonun çaldığını duydum. Yerimden fırladım. Baş ucumdaki saat 4´ü gösteriyordu.
Ahizeyi kulağıma dayayınca telaşlı bir kadın sesinin:
- Doktor siz misiniz? diye bağırdığını duydum.
Rahat bir nefes aldım. Acele olarak bir hastaya çağrıldığımı anlamıştım. Doktorun ben olduğunu söyleyince, ahizenin diğer ucunda derin bir sessizlik oldu. O vakit beni çağıran kadının, müşterilerimden veya müşterilerimden birinin dostu olmadığını hissettim.
Kadın bana, çocuğun durumunu anlatınca çocuk felcinin yeni bir kurbanıyla karşı karşıya olduğumu anladım. Kadının adresini aldıktan sonra hastaneye telefon ettim. Çocuğumun halinde bir değişiklik yoktu.
Uyuyan şehrin tenha sokaklarından geçerek o adrese doğru yol alırken kendimi büsbütün yalnız hissediyordum. Verilen adrese yaklaştıkça, evlerin seyrekleştiğini görüyordum. Biraz sonra otomobili durdurttum. Elinde bir fener olan bir kadın derhal bana doğru koştu ve eteklerime sarılarak:
- Çabuk doktor, çabuk! diye inledi.
Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne baktım. Kadının genç mi yoksa ihtiyar mı olduğu belli değildi. Tek odalı eve girince irkildim. Mesleğim dolayısıyla birçok eve girdiğim halde, bu derece perişanlık görmemiştim. Kadının elindeki fenerin hafifçe aydınlattığı odanın bir ucunda iskelet kadar zayıf üç çocuk, üstü boş bir masanın etrafında oturuyorlardı. Odanın geri kalan kısmı karanlık içindeydi. Yalnız gözlerim, bir köşede duran yatakta, kirli bir yorganın altında inleyen bir çocuğu seçebildi.
Ortalama beş yaşlarında olan çocuk, pek zayıf ve bakımsız görünüyordu. Muayeneyi bitirince, korkunç gerçeği kavradım. Kadına beni beklemesini işaret ettikten sonra evden çıktım. Civardaki dükkanların birinden hastaneye telefon ederek derhal bir cankurtaran gönderilmesini istedim.
Kulübeye dönünce diğer çocukları da muayene ettim. Onlar da son derece zayıf olmakla birlikte, çocuk felcine henüz yakalanmamışlardı. Derken hasta çocuk ağlamaya başladı. Annesi kolumu yakaladı. Kadına gerçeği söylemek gereğini hissettim.
- Çocuğunuz çok hasta, fakat elimizden geleni yapacağız, dedim.
Anne, çocuğunun saçlarını okşadıktan sonra bana dönerek:
- Dua edelim, dedi.
Senelerden beri doktorluk yaptığım halde, bana dua etmemi teklif eden bir müşteriye rastlamamıştım. Bu kadının benim bilmediğim bir bilgiye sahip olduğunu hissedip teklifini kabul ettim. Çocuklar ve annesiyle birlikte ben de yere diz çökerek duaya başladım. Kadının vecd halinde tatlı bir sesle söylediği dualar, kalbime saplanıyordu.
Bir aralık hastanenin soğuk koridorları, doktorun ciddi yüzü ve çocuğumun hayali gözlerimin önünde canlandı. Hastaneden çok uzakta olmama rağmen, adeta çocuğumun başucunda durduğumu hissediyordum. Derken kalbim duracak gibi oldu. Hayalimde, çocuğumun başını kaldırarak bana gülümsediğini görmüştüm. Bütün kuvvetimi toplayarak bu hayalleri silkip atmaya çalıştım. Yanımda dua eden kadın ve çocuklarına baktım. Birdenbire onların derin imanı bana tesir etmiş olacak ki, yüksek sesle:
- Allah’ ım, sen bu duaları kabul et, diye yalvardım.
Duası bittikten sonra kadın doğrularak, çocuğunun başucuna gitti. Hasta, sakin bir şekilde uyuyordu. Bunun üzerine annesi bana dönerek "Gördünüz mü? Allah duamızı kabul etti" dedi,
Söyleyecek söz bulamadım. Çocuk cankurtarana nakledilirken uyanmadı. Geçen yarım saat içinde, nefes alması ve nabzı normal hale girmişti. Kulübeden ayrılırken para çantamı, annenin avucuna sıkıştırdım. "Yarın gece gelirim " dedim.
Otomobilime doğru yürürken başımı kaldırıp göğe baktım. Sabah oluyordu. Hastaneye yaklaşırken hiç korkmuyordum. İçimden bir ses oğlumun bana bakarak gülümseyeceğini fısıldıyordu.
Derleyen: Dr. Emin Manisalı
NOT: Bu yazı, yaşanmış bir olayın kahramanının kendi ağzından ifadesidir.
Hastanede oğlumun baş ucunda kalmama, bir anne olduğum için değil, doktor olmam sebebiyle müsaade ettiler. Çocuk felci salgını son hadde yükseldiğinden, oğlumla, çocuk felci oldukları sanılan diğer çocuklarla, hastanenin özel bir koğuşunda gözetim altına alınmıştı.
Koridorun öbür ucundaki odalarda çocukların ağladığını duyuyordum. Fakat zavallı oğlum, belkemiği muayene edilirken korku içinde "Anne" diyebilmiş, sonra da buhranlı bir uykuya dalmıştı.
Muayene bittikten sonra uzman doktor bana döndü. Yüzünde yorgun ve üzüntülü bir ifade vardı.
- Çok üzgünüm, doktor, galiba çocuk felci, dedi.
Duyduklarıma inanamayarak yüzüne baktım. Başka bir çocuğun çocuk felcine yakalandığına inanabilirdim, ama bu felaketin oğlumun başına geldiğine bir türlü ihtimal veremiyordum. Artık doktorluğumu unutmuş, hasta çocuğumun başında endişe içinde bekleyen bir anne olmuştum.
- Henüz felç olmadı, değil mi? diye sordum.
- Hayır, inşallah olmaz, diye cevap verdi. Sonra yüzüme dikkatle bakarak:
Siz eve gidip biraz uyumaya çalışsanız iyi olur, dedi. Çocuğun halinde bir değişiklik olursa, size haber veririz.
Doktorun sözünü dinlemeye karar verdim. Vakit gece yarısını geçmişti. Sabahın beşinden beri ayaktaydım. Salgının şiddetlenmesi yüzünden aralıksız çalışmıştım. Oğlumun kızarmış, zayıf, yüzüne baktım. Beklemekten başka yapılacak şey yoktu. Çocuğumu kollarımın arasına alıp bağrıma basmak istedim. Bunu yapamayacağımı bildiğimden hızla odadan çıktım.
Evimin kapısını açıp içeri girdiğim zaman, derin bir sessizlikle karşılaştım, Kocam, iş için Chicago´ya gitmişti. Telaşlanmaması için ona oğlumuzun hastalığını bildirmemiştim. Esasen çocuğun halinde, yarına kadar bir değişiklik olmadığı takdirde, iyileşmesi ümidi artacaktı.
Nihayet bir uyku ilacı alıp yattım. Saatlerden sonra uykumun orasında telefonun çaldığını duydum. Yerimden fırladım. Baş ucumdaki saat 4´ü gösteriyordu.
Ahizeyi kulağıma dayayınca telaşlı bir kadın sesinin:
- Doktor siz misiniz? diye bağırdığını duydum.
Rahat bir nefes aldım. Acele olarak bir hastaya çağrıldığımı anlamıştım. Doktorun ben olduğunu söyleyince, ahizenin diğer ucunda derin bir sessizlik oldu. O vakit beni çağıran kadının, müşterilerimden veya müşterilerimden birinin dostu olmadığını hissettim.
Kadın bana, çocuğun durumunu anlatınca çocuk felcinin yeni bir kurbanıyla karşı karşıya olduğumu anladım. Kadının adresini aldıktan sonra hastaneye telefon ettim. Çocuğumun halinde bir değişiklik yoktu.
Uyuyan şehrin tenha sokaklarından geçerek o adrese doğru yol alırken kendimi büsbütün yalnız hissediyordum. Verilen adrese yaklaştıkça, evlerin seyrekleştiğini görüyordum. Biraz sonra otomobili durdurttum. Elinde bir fener olan bir kadın derhal bana doğru koştu ve eteklerime sarılarak:
- Çabuk doktor, çabuk! diye inledi.
Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne baktım. Kadının genç mi yoksa ihtiyar mı olduğu belli değildi. Tek odalı eve girince irkildim. Mesleğim dolayısıyla birçok eve girdiğim halde, bu derece perişanlık görmemiştim. Kadının elindeki fenerin hafifçe aydınlattığı odanın bir ucunda iskelet kadar zayıf üç çocuk, üstü boş bir masanın etrafında oturuyorlardı. Odanın geri kalan kısmı karanlık içindeydi. Yalnız gözlerim, bir köşede duran yatakta, kirli bir yorganın altında inleyen bir çocuğu seçebildi.
Ortalama beş yaşlarında olan çocuk, pek zayıf ve bakımsız görünüyordu. Muayeneyi bitirince, korkunç gerçeği kavradım. Kadına beni beklemesini işaret ettikten sonra evden çıktım. Civardaki dükkanların birinden hastaneye telefon ederek derhal bir cankurtaran gönderilmesini istedim.
Kulübeye dönünce diğer çocukları da muayene ettim. Onlar da son derece zayıf olmakla birlikte, çocuk felcine henüz yakalanmamışlardı. Derken hasta çocuk ağlamaya başladı. Annesi kolumu yakaladı. Kadına gerçeği söylemek gereğini hissettim.
- Çocuğunuz çok hasta, fakat elimizden geleni yapacağız, dedim.
Anne, çocuğunun saçlarını okşadıktan sonra bana dönerek:
- Dua edelim, dedi.
Senelerden beri doktorluk yaptığım halde, bana dua etmemi teklif eden bir müşteriye rastlamamıştım. Bu kadının benim bilmediğim bir bilgiye sahip olduğunu hissedip teklifini kabul ettim. Çocuklar ve annesiyle birlikte ben de yere diz çökerek duaya başladım. Kadının vecd halinde tatlı bir sesle söylediği dualar, kalbime saplanıyordu.
Bir aralık hastanenin soğuk koridorları, doktorun ciddi yüzü ve çocuğumun hayali gözlerimin önünde canlandı. Hastaneden çok uzakta olmama rağmen, adeta çocuğumun başucunda durduğumu hissediyordum. Derken kalbim duracak gibi oldu. Hayalimde, çocuğumun başını kaldırarak bana gülümsediğini görmüştüm. Bütün kuvvetimi toplayarak bu hayalleri silkip atmaya çalıştım. Yanımda dua eden kadın ve çocuklarına baktım. Birdenbire onların derin imanı bana tesir etmiş olacak ki, yüksek sesle:
- Allah’ ım, sen bu duaları kabul et, diye yalvardım.
Duası bittikten sonra kadın doğrularak, çocuğunun başucuna gitti. Hasta, sakin bir şekilde uyuyordu. Bunun üzerine annesi bana dönerek "Gördünüz mü? Allah duamızı kabul etti" dedi,
Söyleyecek söz bulamadım. Çocuk cankurtarana nakledilirken uyanmadı. Geçen yarım saat içinde, nefes alması ve nabzı normal hale girmişti. Kulübeden ayrılırken para çantamı, annenin avucuna sıkıştırdım. "Yarın gece gelirim " dedim.
Otomobilime doğru yürürken başımı kaldırıp göğe baktım. Sabah oluyordu. Hastaneye yaklaşırken hiç korkmuyordum. İçimden bir ses oğlumun bana bakarak gülümseyeceğini fısıldıyordu.
Derleyen: Dr. Emin Manisalı
NOT: Bu yazı, yaşanmış bir olayın kahramanının kendi ağzından ifadesidir.
ANNE
Doğacak çocuk doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür.
Bebek,
- Allah´ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.
- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah´ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım.
Nasıl iletişim kuracağım ?
- Senin için yarattığım melek, sana sabırla onların dilini öğretecektir.
- Allah´ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış.
Onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.
- Allah´ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.
Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah´ın huzurundan götürürlerken bebek tekrar sorar.
- Allah´ım benim için yarattığın meleğin adı ne?
- Adının önemi yok ama sen ona, ANNE diyeceksin.
- Allah´ım dünyaya gideceğim ve orada ne yapacağımı bilmiyorum.
- Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek.
- Allah´ım onların dilini bilmiyorum. Onlarla nasıl anlaşacağım.
Nasıl iletişim kuracağım ?
- Senin için yarattığım melek, sana sabırla onların dilini öğretecektir.
- Allah´ım dünyada duyduğum kadarıyla çok kötülükler varmış.
Onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum.
- Senin için yarattığım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.
- Allah´ım sana tekrar nasıl döneceğim?
- Senin için yarattığım melek, bana nasıl döneceğini sana anlatacaktır.
Derken Melekler gelir ve dünyaya gitme zamanının geldiğini söylerler ve çocuğu Allah´ın huzurundan götürürlerken bebek tekrar sorar.
- Allah´ım benim için yarattığın meleğin adı ne?
- Adının önemi yok ama sen ona, ANNE diyeceksin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
YATMA ZAMANI
GEREKLİ OLANLAR: Oyuncak hayvan Oyuncağı içine alacak büyüklükte karton kutu Eski havlu, eski kumaş parçaları, pamuk Çocuğunuz uy...
-
Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devlet yönetiminin millet egemenliği esasına dayandırılma...
-
14. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Avrupa’nın Genel Durumu 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nı kaybeden Türkiye Selçuklularının merkezi otorites...
-
KARADENİZ BÖLGESİ A. BÖLGENİN GENEL COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Türkiye’nin kuzeyinde yer alan bölge, ismini Karadeniz’den alır. Doğuda Gürc...